Skip to main content

Teknolojinin olmadığı bir dünyayı hayal bile etmeyen bir kuşağa birkaç yüzyıl öncesinin metotları ile eğitim vermeye devam ediyoruz.

Şahsen cep telefonlarının hayatımıza henüz girmediği ve sadece bilim dergilerinde bahsedildiği günleri hatırlıyorum. Ebeveynlerim ise televizyonun olmadığı günleri hatırlıyor. Kısa bir süre önce kaybettiğim dedem ise radyonun bir lüks olduğu günleri anımsıyordu. Benim çocuklarım için televizyonsuz, cep telefonsuz, internetsiz bir dünya yok. Sosyal medyanın yükseliş çağında doğdular ve yaşıtları ile bizimkinden çok farklı bir iletişim kültürleri var. Her türlü konuya bizim alışkın olmadığımız bir çerçeveden bakıyorlar. Nadir ortak yönlerimizden birisi her sabah okula gitmek için erkenden kalkmak ve ev ödevi yapmaktan nefret etmek.

Çocuklarımız ile eğitim sistemine karşı ortak noktamız olan sevgisizliğin istisnalarına odaklandığımda hep başarılı ve sıra dışı bir eğitimci kendini gösteriyor. Ders içeriğini bir hikâye gibi anlatan, bir ilgi odağı yaratarak bu noktada içeriği dinleyicilerine aktaran. Üzerinden yıllar geçse bile bu deneyimler unutulmaz bilgilere dönüşüyor, zira bilgi keyifli bir sürecin sadece bir meyvesi oluyor.

Küresel üne sahip ve yaratıcılık konusunda çalışan Sir Ken Robinson 2006 yılında yaptığı bir TED konuşmasında şu ifadeleri kullanıyor: ‘Eğitim sisteminde dünyada nereye giderseniz gidin, hep benzer bir hiyerarşik yapıya tanık oluyoruz. En üstte matematik ve dil eğitimi ardından beşerî bilimler ve en sonda sanat.’ Robinson birkaç örnek verdikten sonra esas vurucu tespiti yapıyor: ‘Eğitim sistemi sanki bütün çocukları üniversitede profesör olmak üzere eğitmek için kurgulanmış.’ Robinson konuşmasına şöyle devam ediyor: ‘Şu anda bizim eğitim sistemimiz akademik yetenekler göz önünde bulundurularak tasarlanmıştır. Bütün sistem endüstrileşmenin ihtiyacını karşılamak üzere oluşturuldu.’

Bırakın, çocuklar kendileri keşfederek öğrensin
Tarih boyunca eğitim hep dar bir çerçevede ilerleyebilmişti, oysa 19. yüzyılda sadece üretimde değil eğitilecek zihinler için de seri üretime geçildi. Peki, yeni yüzyılın imkânları ile eğitime nasıl bir şekil vermeliyiz? Bu sorunun cevabı eğitim araştırmacısı Sugata Mitra’nın 1999 yılında yaptığı bir deneyde saklı. Mitra, Yeni Delhi’de dar gelirli ailelerin yaşadığı, çocukların nadiren okula gittiği bir mahallede bir duvarın içerisine internet bağlantısı olan bir bilgisayar yerleştirdi. Çocuklar kısa sürede internette dolaşmayı, müzik parçaları bestelemeyi ve çok daha fazlasını keşfetmeyi başardılar. Mitra’nın bu deneyi bizlere çok temel bir mesaj veriyor: “Bırakın, çocuklar kendileri keşfederek öğrensin.”

Artık dünyanın en iyi okullarındaki en iyi öğretmenlere ulaşmak ve ders almak için seçilmişler zümresinin bir parçası olmaya gerek yok. Sorun bilgiye ulaşmak değil, hatta bunun yolunu öğretmek bile değil. Sorun eğitim sistemini bu bakış açısıyla yeniden tasarlayacak anlayışı geleneksel sistemin çarklarından geçmiş zihinlere kabul ettirmek. Belki bu işi de çocuklara bırakmalıyız. Ne dersiniz?

Ahmet Usta, Teknoloji Yazarı