Skip to main content

Digital Age Summit’in bu yılki teması güven. Blok zincirinden kişisel verilere kadar odağında güven olan birçok sıcak başlığın masaya yatırılacağı etkinliğin bu yıl da moderatörlüğünü üstlenecek Serdar Kuzuloğlu ile dijital platformlar çağında güven meselesini enine boyuna konuştuk.

Toplumsal hayatta kişiler ve kurumlar arasındaki birçok etkileşimde güvene ihtiyaç duyarız. Bununla birlikte hayatımız dijitalleştikçe bilgi paylaşımı, iş ortaklığı, alışveriş, finansal iş birliği gibi birçok alanda daha fazla güvene ihtiyaç duymaya başladık. Dijital çağda güvenin giderek daha önemli bir mesele haline gelmesinin ana sebepleri, bu sürecin dönüm noktaları neler oldu sizce?

Geleneksel yaşam düzenimiz, ürkek deneylerden edindiğimiz deneyimlerle oluşan bir güven çemberi içinde geçiyor. O yüzden gerçek hayatta arkadaş, dost diye adlandırdığımız insanların sayısı çoğu zaman iki elin parmaklarını geçmiyor. Yapılan bir akademik çalışmada bir insanın gerçek anlamda sosyalliğini koruyabileceği çevrenin 150 kişiyi geçemeyeceği ortaya kondu. Şahsen böyle bir sorumluluğu hayal dahi edemiyorum örneğin.

Oysa internette; daha doğrusu sosyal medyada binlerle ifade edilen sosyal çevre artık neredeyse kimse için önem arz etmiyor. Yüzbinler hatta milyonlarla ifade edilen çevrelere sahip olunan bir ortamda da doğal olarak güven kavramı geleneksel yaşamdan çok daha büyük bir önem kazanıyor. İşten eğitime, cinsellikten para alışverişine kadar hayata dair neredeyse her şeyin yansımasının, türevlerinin yaşandığı bu platformda elimizde güven dışında takas edilebilir bir akçe ya da arabulucu yok. Öte yandan hepimiz ya bizzat yaşadığımız acı tecrübelerle ya da haberlerden duyup şahit olduklarımızla dijital âlemin istismara, kandırılmaya ne kadar açık bir ortam olduğunu da öğrendik. Bütün bu gelişmelerin özeti bizi güvenilirliği kanıtlanmış kutuplarda topladı. Dev e-ticaret siteleri, dev sosyal ağlar, dev e-hizmet sağlayıcıları çıktı. Önümüzdeki dönemde bütün bu pratikler ışığında edinilen tecrübe ve güçlenen altyapıları kullanarak internette yeniden bireylerarası bir çağa gireceğimizi düşünüyorum. Bir benzetmeyle, büyük tatil köyleri yerine ıssız koyları tercih edeceğiz. Bu doğamızda var. Temel harcı ve şartı da güven kavramı olacak elbette.

Temelde ürün ya da hizmet aldığımız bir platforma güvenme/güvenmememizin altında yatan genel motivasyon nedir sizce? Sizinki nedir mesela?

En yaygın kriterin kalabalıklar olduğunu düşünüyorum. İnsanlar kitlelerin tercihlerini, ayak izlerini takip etmeye her zaman daha meyilli. Bunu semt pazarında alışveriş yaparken dahi gözlemleyebilirsiniz. Yan yana sebze satan tezgâhlardan birisi bir sebeple birkaç kişi daha fazlasını toplarsa etraftaki diğer pek çok kişinin de tercihini belirler. İnternetteki hizmetler özelinde uzun soluklu olmak da bir diğer önemli kriter gibime geliyor. Zira internet gerçek hayattaki köklü markalarla kıyaslandığında daha çocuk bile denmeyecek kadar kısa ömürlü girişimlerin egemenliğinde. Şahsen gerçek hayatta güvenimi kazanmış markalara internette de kredi açtığımı fark ediyorum. Ne var ki, çoğu çevrimdışı marka, çevrimiçi düzene yabancılığından dolayı sunduğum bu krediyi çabucak tüketiveriyor.

Hepimizin değil belki de ama çoğumuzun gözümüz kapalı güvendiğimiz Amazon, Ebay, Netflix ve Spotify gibi bazı platformların sizce tüketici gözünde yarattığı bu güvenilir platform imajının ortak paydasında neler var?

Bir önceki soruya cevaben sıraladığım gerekçelerin hepsine ek olarak burada ABD’li, Avrupalı olma kriterinin rolü büyük. En küresel istisnaysa Çin kökenli Alibaba / Aliexpress. Adı geçen bütün bu girişimlerin ilk gününden bu yana sürekli kendini geliştirdiğini, alanlarında daha iyi olmak için çabaladığını ve rekabeti göğüsleyebilmek adına müşteri memnuniyetini her zaman en üst seviyede tutmayı istediğini gözlemliyor ya da en azından duyuyoruz.

Batılı vurgusunun altında yatan gerçekse istikrar. Amazon ya da Netflix’e bir gün girdiğimizde “Her şey için çok teşekkür ederiz. Sizlerle olmak ve size hizmet etmek güzeldi ancak bu ayın sonunda hizmetlerimize son vermeye karar verdik” gibi bir mesajla karşılaşmayacağımızı biliyoruz. Oysa mesela Türk girişimlerinde sıkça karşımıza çıkan, sıradan bir durum bu neredeyse. İstikrardan beslenen bu güven duygusu da bizi ister istemez bu seçeneklere yönlendiriyor.

Dijital dünyada “güvenilir bir marka olma” sizce ne kadar yönetilebilir, kontrol edilebilir süreçtir?

Dijital dünyada güvenilir olabilmenin girişimcinin kontrolünde olan ve olmayan birçok faktörü var. Örneğin biraz önce adı geçen e-ticaret sitesi Amazon’u düşünelim. Daha birkaç sene öncesine kadar her şirketin temel var oluş sebeplerinden biri olan kâr etme meselesini askıya alarak kimi zaman zarar etmeyi, kimi zaman da kazancının tamamını işine yatırmayı göze alabildi. Türkiye’de hangi girişimci ya da yatırımcısını buna ikna edebilirsiniz? Amazon bugün dünyanın en büyük markalarından biri. Kurucusu Jeff Bezos bu yıl Bill Gates’i geride bırakarak dünyanın en zengin insanı oldu. Bunlar tesadüf değil; bir şeyleri göze almak ve nefes tutmakla ilgili. Gözünüz kesmiyorsa ya da nefesiniz yetmiyorsa böylesi bir rekabet karşısında güvenilir olmak hayli zor.

Diğer yandan, devlet denen bir oyunkuran var. Size kurallarınızı dayatıyor. Kimi ülkelerde girişimlerin önünü açıyor. Kimilerinde takoz oluyor. Devlet sizin dilinizi konuşan, heveslerinizi anlayan, size kol kanat geren bir yapıda olmadıkça şahsî çabalarınızla ulaşabileceğiniz menzil güdük kalır.

Türkiye’de özellikle online alışveriş kanallarına karşı müthiş bir ön yargı ya da daha doğru bir ifade ile kötü bir deneyim yaşama ihtimali kaygısı var. Bu nasıl kırılır, aşılır size göre?

Bu güvensizliğin kaynağının internet olduğunu sanmıyorum. Binbir çeşit acı tecrübeyle kafamızda oluşan bir çakal esnaf klişesi var. Sonuçta bu ülkenin tüketicisi kuşaklar boyunca istismar edildi, dolandırıldı, mağdur oldu, kazıklandı ve sahipsiz bırakıldı.

Karşısında dükkanıyla, mağazasıyla, kurumuyla, amiriyle, memuruyla gördüğü yapılarda bunca sıkıntı yaşayan bir tüketici grubunun ekranında beliren bir logoya açık çek vermesini beklemek haksızlık olur.

Bunun kırılmasıysa elbette hizmet kalitesinin korunması ve itibarlı, muteber olma çabasına bağlı. Güvenden beslenen itibar ve en az hayal kırıklığı kadar hızlı yayılma kabiliyetine sahip memnuniyet öyküleri, zahmetli fakat paha biçilmez bir algının da mimarı olacaktır.

Hukukun bile çoğu zaman yetersiz kaldığı kişisel verilerin korunması konusunda -şimdiye kadar olan olmuş olsa da- bireyler kendilerini güvende hissetme adına dijitaldeki hesaplarını, varlıklarını nasıl yönetmeliler?

“Dijital ayakizi” kavramını “dijital dövme” olarak değiştirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Ayak izi geride bıraktığımızda bizimle bağı kopan, bizimle özdeşleşmesi zor ve üstünden geçen başka kişilerin ya da zamanın etkisiyle yok olan bir etki. Dövmelerse öyle değil. Bizimle birlikte yaşıyor. Kişisel hesapları silmeyi dövme sildirmeye de benzetmesinler zira hesabınızı kapatıp buhar edemiyorsunuz. Onlarca farklı hizmette kopyaları arşivlenmiş ve her aramada karşınıza çıkar halde duruyor. Bu süreçte ‘bir musibet, bin nasihat’ denkleminin en iyi terbiye yöntemi olacağına inanıyorum. Kullanıcılar hoyratça etrafa döküp saçtığı ya da okumadan onayladığı sözleşmelerle kamu malına çevirdiği kişisel verilerinin zamanla uzman ellerde nasıl korkunç bir silaha dönüştüğünü görerek eğitilecekler.

Büyük veri devriminin evrimleşerek oluşturduğu blok zincirinin altında yatan ana gerekçe de güven. Peki, geleceğin teknolojisi dediğimiz blok zincirinin Türkiye’deki iş ekosisteminde yaygınlaşabilmesinin önünde güven bir bariyer midir?

Böyle bir bariyer olduğunu düşünmüyorum. Fakat blok zinciri hâlâ tam olarak anlaşılmış bir yapı değil. Mevcuda yönelik ne sunuyor, nasıl sunuyor? Çoğu kişi ve kurum gözünde muamma. Önümüzdeki yıllar boyunca yeni bir girişimci kuşağının bu model üstünde her sektöre ve beklentiye yönelik çözümler geliştirerek bu yapıyı yaygınlaştıracağını sanıyorum.

Dahası, blok zinciri sonuçta teknik bir ayrıntı. Nasıl ki, Facebook’ta bir kedi videosu izlerken ne tür bir veritabanı, sunucu, codec ya da CDN üstünden bize ulaşıyor bilmiyor ve umursamıyorsak blok zinciri çözümleri için de aynı şey geçerli. En büyük korkum blok zincirinin bir dönemki ‘bilgisayarlı rot-balans’ ya da ‘büyük veri’ benzeri içi boşalmış bir jargona dönüşmesi. Yakın zamana kadar şirketler büyük veriyi, veri merkezlerinde yatan petabaytlarca bilgi olarak algıladı. Büyük verinin esprisinin bu dev yığından anlam ve strateji çıkartmak olduğunu çok az kişi anlayabildi. Blok zinciri dünyayı değiştirmeyi vaat edecek kadar kendine güveniyor. Bunun gerçeğe nasıl dönüşeceğine ise girişimci, çözüm geliştirici ve şirketlerdeki karar vericiler belirleyecek. Ben her anlamda umudumu koruyorum.

Dijitalin gücünü kullanarak toplumda güveni yeniden inşa etmek sizce mümkün mü? Mesela girişimcilik alanında sayıları hızla artan sosyal faydaya yönelik projeler hepimiz için umut verici gelişmelerden. Sizce nasıl bir yol izlemeli?

Elbette mümkün. Hatta şeffaflık, ulaşılabilirlik ve geniş ölçekli katılımcılık özelliklerinden dolayı dijital alandaki itibar ve güvenin çok daha kıymetli bir unsura dönüşeceğini düşünüyorum. Ancak başka bir açıdan baktığımızda hepimizin çeşitli vesilelerle şahit olduğu üzere dijital platformlar aynı özelliklerinden dolayı yanlış yönlendirilmeye, istismar edilmeye de son derece açık. Dolayısıyla madalyonun hangi yüzüne denk geldiğimiz fazlasıyla belirleyici. Şu ana kadar kesin bir çözüm geliştirememiş olduğumuzu kabul ediyorum. Fakat küresel ölçekte bu kadar ihtiyaç duyulan, belirleyici olan güven kavramının dijitalde üretilip korunması için çalışan bunca kişi ve girişimin önünde sonunda başarılı olacağına inancım tam. Teknoloji her zaman olduğu gibi kendi söküğünü kendisi dikecektir.

Teknoloji dünyasının en sıcak gündemlerinden bir diğeri ise yakın gelecekte hayatımızda daha yaygın olacak yapay zekâ ve robotlar. Bu teknolojilerle ilgili bizi esas ilgilendiren konu ise bu dijital varlıklara nasıl güvenip hayatlarımızı daha fazla emanet edeceğimiz konusu.  Film ve dizilerin çizdiği olumsuz gelecek senaryoları aşikar. Sizce bir robot bir insandan daha güvenilir olabilir mi? Hangi şartlarda olur ya da olmaz?

Buna basit bir cevabım var: Yapay zekâya yönelik korkularımızın tamamı kendi zekâmızın derinliklerindeki şeytanlıklardan besleniyor. En başta yapay zekâ üstündeki çalışmaların tamamı uzmanlaşmış alanlara yönelik bir zekâ üstüne ilerliyor. Satrançta dağları taşları deviren bir yapay zekâ dama oyununda nal topluyor. Hava durumu öngörüsünden süpermarketlere ürün bazlı satış projeksiyonu çıkaran yapay zekâ konuştuğumuzu anlamaktan aciz. Konuştuğumuzu anlayan imalat yapamıyor. Kabaca bir benzetmeyle çok iyi dört işlem yapan bir hesap makinesinin marangozları ürkütmesine gerek yok. Hayalimizdeki tarz her şeye aklı, gücü yeten bir yapay zekâ yok. Belki de hiç olmayacak. Böyle bir şeye ihtiyaç da yok. Ama 1 milyar görseli tasnif edip etiketleyecek bir yapay zekâya fena halde muhtacız. Bu yüzden böyle bir algoritma var.

Bir başka yorumla yapay zekânın ucuza arazi toplayıp rant yaratma, Afrika’da ya da Ortadoğu’da varlığıyla gereksiz dert çıkaran ve kaynak tüketenleri ortadan kaldırma ya da bozulmuş peyniri yeniden eritip margarinle karıştırıp kaşar üretme gibi hevesleri yok. Bunlar bizim ırkımıza has arızalar. Yani, bizi korkutan aslında kendi zekâmız.

Fakat şu soruyu da sormak hakkımız: Bu yapay zekâlar kimin zekasına hizmet edecek? Algoritmalarındaki parametreleri kim belirleyecek? Hedef olarak ne tanımlanacak?

Dolayısıyla teknolojinin yükseleceği önümüzdeki dönemde insanî vasıflarımız her zamankinden daha çok belirleyici olacak.

Bu yıl da geçmiş yıllar da olduğu gibi moderatörlüğünü üstleneceğiniz Digital Age Summit’te 2018’in teması da “güven” bildiğiniz gibi. Dijital çağda güven konusunu konuşacağımız ve tartışacağımız bu yılki etkinlik için neler söylemek istersiniz?

Digital Age Summit, yıllardır hem konuları hem de konuklarıyla hem Türkiye’nin hem de dünyanın dijital gündemini, nabzını tutmayı başaran bir etkinlik oldu. 2018’in de bu anlamda istisna olmayacağına eminim. Umarım, katılımcılar adına da aynı şekilde zihnen besleyici bir süreç olur.