15. yüzyıl Alman demircileri hakkında pek az bilgiye sahibiz. Ama en azından biri için durum farklı. Johannes Gutenberg, tarihin en meşhur demirci ustası zira. Matbaanın mucidi olarak hafızalarımıza kazınan Gutenberg, tam olarak matbaanın değilse de, bugüne kadarki en yaygın ve verimli formunun fikir babası. Yoksa, kendisinden 600 yıl önce dahi bugünkü Çin ve Kore dolaylarında baskı makineleri kullanılıyordu. Fakat o dönem kullanılan teknik (bugünkü damga ve kaşelerdekine benzer şekilde) baskıyı kalıp plakalarla gerçekleştiriyordu. Dolayısıyla birkaç basımın ardından yenilenmeleri gerekiyordu. Ne var ki -yine- Çin, Gutenberg’den 300 yıl kadar önce her harf için ayrı bir kalıp kullanarak sayfaları dizgi sistemiyle basmayı da keşfetti. Gel gelelim binlerce sembol içeren alfabelerinde bu da başlı başına bir dertti.
İşte Gutenberg’in sırrı, bu tekniği metal karakterle uygulamayı akıl etmesiydi. Temel ilhamı şarap ve zeytinyağı için üzüm ve zeytin sıkan preslerden almıştı. Çin’e kök söktüren bu teknik, çok daha az harfe sahip Latin alfabesinde kusursuz bir çözüme dönüştü. Yaygın kanının aksine İncil, Gutenberg’in bastığı ilk eser değildi.
Mesele matbaa değil, onunla hayatımıza giren kitaplar; yani ‘bilgi’ydi
Bir diğer yanlış bilgiyse Gutenberg’in matbaası sayesinde İncil’in ucuzlayıp yaygınlaşmış olması. Matbaa baskısı kitaplar el yazmalara kıyasla daha düşük maliyetli olmakla birlikte sıradanlar için henüz ulaşılmaz seviyedeydi. Bu yüzden basılı İncil ilk yayılımını kilise, manastır ve üniversitelerde gerçekleştirdi. Yine de günün sonunda Gutenberg esas başarısını bugün kendi adıyla anılan o İncil’i basmaya borçlu.
Günün sonunda bilgiyi bu denli hızlı ve düşük maliyetli yayma gücü, demokratikleştirici etkisiyle Rönesans ve Aydınlanma Çağı’nı tetikledi, insanlık tarihini değiştirdi. Fakat hepsi bir yana; bu tanıdık hikâyede gözden kaçırdığımız çok önemli bir ayrıntı var: Mesele matbaa değil, onunla hayatımıza giren kitaplar; yani ‘bilgi’ydi.
1400 yılında doğup 40 yaşında matbaayı icat eden Gutenberg’in bugün mezarının yeri bile belirsiz. Hafızamıza kazınan o meşhur portresi dahi ölümünden 99 yıl sonra çizilen hayalî bir tasvirden ibaret. Hikâyenin benim için en ilginç ayrıntısı ise çok başka. Johannes Gutenberg matbaayı buldu; yayıncılığı değil. Dolayısıyla icadından maddî anlamda nasiplenen çok farklı bir kesim oldu.
İcatlar tarihi benzer nice örneklerle dolu
Örneğin yine matbaa sayesinde bilginin fizikî (kitap, dergi, gazete gibi) bir formda uzaklara taşınarak yaygınlaşmasında büyük rolü bulunan uçakları düşünün.Yarıda bıraktıkları okulun ardından kendi matbaalarını işletmeye başlayan Wilbur ve Orville Wright kardeşler uçma hayalinin peşine düştüklerinde, bir dönem üstünde çalıştıkları bisiklet modellerinden ilham alarak denemelere başladılar. Bu yazıda değinemeyeceğim nice çaba, deney ve hayal kırıklığının ardından 17 Aralık 1903 tarihinde dünyanın ilk motorlu uçağıyla sadece 37 metrelik uçuşu gerçekleştirdiklerinde insanlık tarihini değiştiren bu ana (yine kendi ekiplerinden) sadece beş kişi şahitlik ediyordu. Çünkü yatırımcıları bir yana; basın dahi süregiden başarısızlıklarının ardından onlardan yana heyecanını yitirmiş, ümidini kesmişti. Gazetede haber olabilmeleri için üç yıl beklemeleri gerekti.
Ve yine ilginç bir ayrıntı olarak Wright Kardeşler motorlu uçağı icat etti fakat havacılık sektörü başkalarının eseriydi. Belki yatırımcılarının baskısına boyun eğip (aynen telefonun mucidi Alexander Graham Bell’in yaptığı gibi) patentlerini kullanarak uçak imalatını kendi tekellerine alsalardı işler değişirdi. Fakat -neyse ki- buna meyletmediler. Aksine bütün patentlerini 1915 yılında New Yorklu yatırımcılara 250 bin dolar karşılığında (bugünün karşılığıyla 6,2 milyon dolar) satarak sektörden tamamen çekildiler.
İnternetin başında bir süredir kara bir bulut dolaşıyor
Uzun lafın kısası, mucit ile girişimci ruhunun tek bedende karşılık bulması sandığımızın aksine çok nadir gerçekleşen bir durum. İnternet ve onun üstünde yürüyen World Wide Web de bu listenin bir başka satırı. Web’in mucidi Sir unvanlı Tim-Berners Lee, hiçbir dönem internet zenginleri listesinde görünmedi. Çünkü aynen Gutenberg ve Wright Kardeşler gibi onu da başka şeyler heyecanlandırıyordu.
Bugünlerde Lee evladının derdine düşmüş bir baba gibi çırpınıyor, dert yanıyor. 1989’da can verdiği bu sarmaşığın olmadık aşılamalar ve genetik mutasyon sonucunda vahşi bir bitkiye dönüşmesini kabul edemiyor. Açgözlü internet girişimleri ve baskıcı devletlerin su yolundaki gidişatı durdurmak için eline geçen her fırsatta kamuoyunu bilgilendirmeye çalışıyor. Bir yandan da girişimcilerin sınırsız iştahını dizginlemek için yeni girişimlerde bulunuyor.
İnternetin başında bir süredir kara bir bulut dolaşıyor. Google’ın eski CEO’su Eric Schmidt, geçtiğimiz ay San Francisco’da düzenlenen bir toplantıda durumu şöyle özetledi: “Çok yakın bir gelecekte internet ‘Çin ve dünyanın geri kalanı’ olarak ikiye bölünecek”.
Devletin kontrolü, takibi ve sansüründe, paralel bir internet doğuyor. Ve bu sistem dünyanın en kalabalık internet nüfusuna sahip Çin’de denenerek kusursuzlaştırılıyor (Bir başka garabet olarak bizzat Google’ın da Çin’de hizmetlerinin sansürlü sürümlerini hayata geçirmek üzere çalıştığını hatırlayalım). Üstelik Çin bu teknolojiyi kendi sınırları dışına yaymak için elinden geleni yapıyor. Asya ve Avrupa’da 60 ülkeyi kapsayacak, 8 trilyon dolar maliyetli ‘Belt and Road Initative’ adlı yeni İpek Yolu projesini ve Afrika’ya bedelsiz pazarladığı yapay zekâ destekli takip sistemlerini araştırın derim.
Sizi bilmem fakat ben ‘internet olmadan nasıl yaşanıyordu,’ sorusunun cevabını verebilecek kuşaktanım. ‘Özgür internet çağı nasıl bir şeydi’ sorusu için de aynı şeyi söylemek istemiyorum. Batı’da ağ tarafsızlığından tekelleşmeye, Doğu’da ise sansürden devlet takibine kadar onlarca derdi sırtlayan internet, içinde bulunduğumuz bu dönemde küreselleşme çağının en büyük sınavını veriyor. Her birine ayrıca bakacağız.
Yorumlar