Skip to main content

Bu oyun incelemeden ziyade, Last of Us 2’yle kurulan duygusal bağ sonrası yazılmış bir aşk mektubudur.

İşin teknik detaylarına, oynanış mekaniklerine çok fazla girmeden oyunun bende yarattığı manevi etkiyi, seyir zevkini ve oynarken / yaşarken hissettiğim keyfi anlatmaya çalışacağım. Çünkü bence Last of Us 2, oyundan ziyade muhteşem bir deneyim. Evet sapına kadar derler ya, sapına kadar post apokaliptik bir oyun olmasına rağmen o oyunun içine bu kadar sizi sokan, bir filmi sadece izlemekle yetinmeyip onun içine girmemizi sağlayan müthiş bir deneyim.

Last of us 2 [İnceleme]

Sinema benim işimin bir parçası. İşimin, hayatımın bir parçası. İyi bir hikayeyi izlemeyi, okumayı, dinlemeyi her zaman sevmişimdir. Bu hikaye anlatımı sinema gibi, resim gibi, müzik gibi, kitap gibi farklı medyumlarda olabilir. Mecrası hiç fark etmez. İyi bir hikaye anlatımından her zaman keyif almışımdır. Hatta hikayeleri janrların ötesinde değerlendirmeyi severim. Sevdiğim bir janr yok, sevdiğim hikayeler var. Sinema, müzik, roman vs. bu sanat dallarında hikayeyi dinleyen taraf oluruz, bazen duygusal tecrübelerimiz, bazen ruhsal durumumuz o hikayeyle bütünleşmemize olanak sağlar. Oyunların çoğunda ise, hikaye sadece oyunu oynarken vakit geçirmek için konulan eklentilerden ötesi olmuyor. Amaç hikaye anlatımından ziyade, “bu hikaye senin canavarları öldürmen için bir bahane” mantığı geçerli. Bu gayet uygulanabilir bir gerekçe. Ben de kafa dağıtmak için bu tarz oyunlar oynuyorum. Ama iyi bir hikaye dinlemek, izlemek istediğimde de mesela God of War, Fahreneit: IndigoProphecy, Witcher 3 vs oynuyorum. Üstelik sinemanın ya da romanların sana pek vaad edemediği bir şeyi vaad ediyor bu oyunlar, dinlediğin hikayeyi tecrübe etmek. İşte Last of Us 2 bu kategoride bir hikaye anlatımına sahip. 1 dakikasında bile sıkılmadığım, hep bir adım sonra ne olacak diye merak ettiğim, karakterleri gerçekten önemsediğim bir oyun olmuş Last of Us 2.

Last of Us 2’yi, ilk oyundan daha çok sevdim. Oynanışta yüzme, zıplama gibi mekanikler ve birkaç yenilik dışında farklı bir şey yok. Peki, ilk oyunda olmayıp da bunda olan ne var? Hatta cümleyi şöyle açıyorum, diğer oyunlarda olmayıp da bunda olan ne var? Bu sorulara cevap verebilmem için hikayeyle ilgili bazı aşamaları anlatmam gerekiyor, o yüzden küçük spoilerlar yiyebilirsiniz. Oyunu oynamadıysanız, yazının bundan sonrasını okumamanızı öneririm.

Last of Us 2, ilk oyunun 7 yıl sonrasında geçiyor. İlk oyunda Joel’ü yönlendiriyorduk biliyorsunuz, bu sefer Ellie ana karakterimiz. Küçük bir bölümde de, hemen sonrasında nefret edeceğimiz bir karakter olan Abby’i kontrol ediyoruz. Abby. Bir oyunda, bu kadar nefret ettiğim çok az karakter olmuştur. Neyse, oraya geleceğim. Bizim küçük, kırılgan Ellie’miz büyümüş, kocaman bir kız olmuş. Joel’den ve Tommy’den nasıl hayatta kalınacağını öğrenmiş. Bazen flashbacklerle yüzmeyi, dürbünlü tüfek kullanmayı öğreniyoruz. Hatta flashbackler o kadar güzel kurgulanmış ki, hikayenin katman katman açılmasını sağlıyor. Joel’e kızgınlığımızın sebebini öğrendiğimiz sahne mesela, usta bir yönetmenin eli değmiş bir film sahnesi adeta.

Hikayeye giriş yapmam lazım. hikayenin aşamalarını anlattıkça nelere aşık olduğumu da aralara sıkıştırmaya çalışayım. Öncelikle Last of Us 2, olağanüstü bir hikaye anlatımına sahip. Senaryosu daha önce duymadığımız, görmediğimiz, devrim yaratan bir senaryo tabi ki değil. Ama Last of Us’dan sonra hikayeninböyle bir noktaya taşınması, radikal bir anlatım tercih edilmesi bana inanılmaz geliyor. Joel, Ellie’nin bağışıklığı sayesinde aşı üretilebileceğini, ama bunun Ellie’nin ölümüne sebep olacağını öğrendiğinde Ellie’yi kurtarmak için hastanedeki herkesi öldürüyor ve O’nu kaçırıyor. Seneler geçiyor. Ellie, bunu öğreniyor. Joel’e tavır alıyor. Araları bozuluyor. Bu kısımlar hikaye ilerlerken araya serpiştirilen oynanabilir ya da sinematik sahnelerle bize sunuluyor. Bir gün, Joel’den intikam almak isteyen bir grup tesadüf eseri Joel’le karşılaşıyor ve O’nu öldürüyorlar. Ellie’nin gözünün önünde, bizim gözümüzün önünde. Joel’e işkence ederek öldürüyorlar. Ellie, Abby denen kadından ve O’nun bağlı bulunduğu topluluk olan Washington Kurtuluş Cephesi’nden intikam almak için Jackson’dan çıkıp, yola koyuluyor. Yanında sevdiği kadın olan Dina ile birlikte. Bu giriş kısmında, hikaye anlatımı o kadar güçlü ki, Joel gibi duygusal bağımızın güçlü olduğu bir karakterin gözümüzün önünde, hiç beklemediğimiz bir anda ve şekilde öldürülmesi beni şoka uğrattı. Oyunu durdurup bir 5 dakika kadar kendime gelmeye çalıştım. Bu bölümde hikaye anlatımını destekleyen sahneler, müzikler, konuşmalar müthiş bir matematikle kurgulanmış. Oyun, Ellie’nin nefretini içimizde hissetmemizi ve bunun kişisel bir meseleye dönüşmesini sağlıyor. O dakikadan itibaren karşımıza çıkan her düşmanaJoel’ü düşünerek saldırıyoruz. Ben o intikam hissini iliklerime kadar hissettim. Evet, bu iliklerime kadar hissetme durumu ilk oyunda yoktu. God of War’dan beridir hiçbir oyunda da hissetmemiştim. Last of Us 2, karakteri benimseme durumunu hikaye anlatımıyla çok üst seviyelere çıkartmış. Ama bu kesinlikle sinematiklerin fazlalığı, duygusal sahnelerin çokluğu, ilk oyundan sevdiğimiz karakterin ölümünü görmemiz gibi basite indirgeyebileceğimiz bir durum değil. Belki hepsinin ve daha fazlasının oluşturduğu bir bütün.

Ellie ve Dina’nın, Ellie ve Joel’ün ilişkilerini oyun ilerledikçe daha iyi anlıyoruz. Ellie, gibi görünürde basit bir karakterin iç dünyasını, özel olma durumunun verdiği yükü, bunu saklama gereğini, saklamama gereğini, sevgisini, nefretini, hayal kırıklığını, hüznünü, mutluluğunu en ince ayrıntısına kadar anlıyoruz. Post apokaliptik filmlerde, bir çok yönetmen filmin dünyasını öne çıkartmaya çalıştıkça karakterlerini zayıflatmıştır. O dünyanın görkemi, karakteri zayıflatır. Mad Max gibi sayılı örneklerde bu denge kusursuz işlemiştir. Oyun dünyasında buna tek bir örnek var, o da Last of Us 2. Berbat bir gelecekte, müthiş ayrıntılarla süslü bir dünyada bir karakterin hikayesini anlatmak, üstelik AAA klasmanında bir oyunun bu riske girebilmesi takdire şayan.

Özetle, ben Last of Us 2’yi beklediğimden daha çok sevdim. Çünkü, böyle bir deneyimle karşılaşabileceğimi hiç düşünmüyordum. İlk oyunun üzerine böyle bir devam oyunun gelmiş olması inanılmaz. Herkes sever mi peki? Buna bir şey diyemem. Çok iyi filmlerin bile, nefret eden bir kitlesi mevcut. Ama şunu diyebilirim ki, bu oyunu sevmeyenler kişisel sebeplerden dolayı sevemez. Bu arada oyunu Türkçe dublajlı da oynadım, Türkçe altyazılı da. Dublaj müthiş. Hiç sırıtmıyor. Zaten PlayStationexclusive oyunlarında bunu o kadar iyi beceriyor ki, son 20 senedir Türkçe dublaj film izlememiş benim bile Türkçe dublajlı oyun oynamama sebep oldu.