Skip to main content

Geçen yıl bu zamanları hatırlıyor musunuz? Stratejiniz, hedefleriniz, KPI’larınız… Bunların ne kadarını gerçekleştirebildiniz? Geleceğin bir önceki yıla bakarak planlanabildiği eski hayatımız ne güzeldi, değil mi? Ama o gelecek maalesef geçmişte kaldı. Hani, ‘disruption’ diyoruz ya; kelimenin tam anlamıyla bir ‘disruption’ çıktı karşımıza. Artık gelecek eskiden bildiğimiz gibi değil!

Dünyada salgın ilan edildiğinden beri, etrafımızda şekillenen yeni gerçeklik algısıyla beraber, sıfırdan başlayıp giderek genişleyen yeni bir gelecek düşüncesini hep birlikte inşa ediyoruz. Mart ayının başlarını düşünün, bir sonraki gün ne olacağını bilmeden evlerimizde oturduğumuz o günleri. Sürücüsüz otomobiller , kendi kendine öğrenebilen zeki makineler icat etmiş bir dünyanın tüm olanaklarının mikroskobik bir virüse karşı çaresiz kaldığı o ilk günleri düşünün: Gelecek hakkındaki düşüncelerimiz nereye kadar uzanabiliyordu? Yeni bir güne uyanırken o günün sonunda nasıl bir dünyaya gözlerimizi kapatacağımızı kestiremediğimiz o günlerden bu yana gelecek hakkında düşüncelerimiz kökünden değişti.

Mart ayından beri, insanlık olarak her gün yaptığımız şeyler, aldığımız kararlar ve kurduğumuz hayallerle dünyanın geleceğini yeniden tanımlıyor, tasarlıyor ve şekillendiriyoruz. Alman toplumbilimci Ulrich Beck, Risk Toplumu: Başka Bir Modernliğe Doğru kitabında “Risk toplumu, felaketlerin doğurduğu siyasi fırsatlardır. Bu riskleri savmak ya da yönetmek güç ve otoritenin yeniden düzenlenmesini sağlayabilir. Böyle bir düzende istisnai durumun norma dönüşme tehlikesi vardır” diyor.

Bu şekillendirme sürecinde, bugün aldığımız kararlarla geleceği geçmişin bir benzeri olarak inşa edebilir ya da eskisinden yola çıkan fakat yepyeni bir çerçeve çizebiliriz. Bu, tamamen bizim ve diğer insanların kararlarına bağlı. Bu yüzden, nasıl bir gelecek hayal ettiğimizi ve bu gelecek için bugün aldığımız kararları gözden geçirmek hepimizin hayrına olur: Geçmişte kalan o geleceğe geri dönmeye mi çalışıyoruz, yoksa eskisinden farklı olan yeni bir geleceğe adım atmaya mı?

Geleceği eskisinden farklı şekillendirebilmek için geçmişe yeni gözlerle bakabilmeliyiz

Riskler karşısında aldığımız kararların geleceği nasıl şekillendirdiğine en basit örneklerden bir tanesi: Uzaktan eğitim istisnai bir durum iken bugün hakim trend haline dönüşüyor.  En büyük hatalarımızdan bir tanesi de bunu geçici bir durum olarak kabul etmek. Uzaktan eğitim, daha erişilebilir bir ortam sağladığı için salgın sona erse bile yok olmayacak ve büyümeye devam edecek.
Fakat uzaktan eğitimi yüz yüze eğitimin devşirilmiş şekli olarak uygulamanın yaratacağı çok büyük sorunlar var. Endüstri toplumu için tasarlanmış olan, belli konularda uzmanlaşma prensibiyle hareket eden ve yeni çağın ihtiyaçlarına yanıt veremeyen bir eğitim sistemi üzerine geleceği inşa etmenin ortaya çıkaracağı sorunları, çok değil, beş yıl içinde görmeye başlayacağız. Dünyadaki pek çok eğitim sistemi şu anda zaten problem çözme, sentezleme, sorgulama ve yorumlama gibi gelecekte en çok ihtiyaç duyacağımız becerilere odaklanmıyor. Bu sadece Türkiye’de değil, Birleşik Krallık ve ABD gibi dünyanın en ‘gelişmiş’ ülkelerinde de böyle.

Geleceği eskisinden farklı şekillendirebilmek için geçmişe yeni gözlerle bakabilmeliyiz. Çünkü böylece geçmişte göremediğimiz ayrıntılar, dikkat etmediğimiz detayları ve fark edemediğimiz bağlantıları yeniden anlamlandırabiliriz. Bir yılın değerlendirmesini yaptığımız ve 2021’den itibaren artık hayatımızın bir parçası olduğunu kabul ederek hareket edeceğimiz yeni bir dünya düzeni için plan yaparken hepimize yardımı olacak bütüncül (holistik) bakış açısı kazanabilmek için iki birbirini bütünleyen adımdan söz etmek istiyorum:

Çerçeve çiz

Albert Einstein, “Bir problemi çözmek için bir saat zamanım varsa, 55 dakikasını problemi düşünmeye ve beş dakikasını da çözümü düşünmeye ayırırım” demiş. Bu önerme iş dünyasının hiç de tasvip etmediği bir şey aslında. Çünkü agile (çevik) ve lean (yalın) gibi kavramları kutsallaştırmış ve hızlı olmayı (uzun vadeli ya da etkin olmaya kıyasla) en temel ilke benimsemiş bir iş dünyasına, problemi düşünmeye daha fazla zaman ayır, demek pek kabul görecek bir şey olmayabilir.

Durumu (problemi, soruyu, konuyu, vs.) anlamak için önce etrafına iyi bir çerçeve çizdiğimizden emin olmalıyız. Örneğin, geleceğin dijital olduğunu zamanında görebilmiş olan ama buna farklı bir gözle bakmak ve yeni bir çerçeve çizmek yerine her şeye bildiği gibi devam eden Kodak, bugün aramızda değil. Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyesi ve Bilgi Üniversitesi’nin üst düzey yöneticiliğini yapmış olan Ecmel Ayral Hocamızın deyişiyle, eğer Kodak çerçevesini ‘fotoğraf filmi üretmek’ yerine ‘görsel anıların saklanması’ üzerine kurmuş olsaydı, belki bugün apayrı bir noktada olacaktı.

Bunun güncel bir örneği Spotify için geçerli: Spotify kendisini bir müzik platformu olarak düşünürken, konunun sadece müzik değil, sesli içerikler olduğunu fark etmesiyle çerçeve birden farklılaşmaya başladı. Böylece Spotify podcast’ler, meditasyonlar, eğitim programları gibi birçok farklı içeriği de kapsayacak şekilde değer önerisini genişletmeye başladı. Bu iki örneği düşünürken, şunu unutmamak gerekir: Çizdiğin çerçevenin yeterince geniş olduğundan emin ol. Değişen koşullara ve perspektiflere göre çerçeveyi yeniden çiz.

Çerçeveyi iyi çizebilmek hiç kolay bir iş değil. Hızlı olacağız, çevik olacağız diye çabalarken büyük resmi kaçırabiliyoruz bazen. Büyük resmi görebilmek için birkaç adım geri atarak bakmak ve tekrar eden modelleri gözlemlemek bize gelecek konusunda epey farklı bir perspektif sağlayabilir. Belli bir mesafeden bakmak ile ilgili bugünlerde üzerine epey konuşulan Kuşbakışı Etkisi (Overview Effect) diye bir kavram var: Uzay yolculukları sırasında astronotlar sayesinde farkına varılmış bir durum bu. Astronotların uzaydaki çekimler esnasında önce Ay’a ve uzaya odaklanmaları ve sonra kamerayı dünyaya çevirmeleri karanlığın ortasında asılı duran küreyi ilk kez dışarıdan gören insanlığın perspektifini bütünüyle etkilemiş.

Belirsizlik dönemlerinde geleceği şekillendirmekte en etkili olan araçlardan bir tanesi bakış açısı ve perspektif. Çünkü uzaktaki belirsizlik bize doğru yaklaştıkça bakış açısına göre anlamlandırılmaya ve zihnimizde şekillenmeye başlıyor. Bu yüzden farklı bakış açıları ile yeni çerçeveler çizmek şu an yapabileceğimiz en etkili dönüşüm hareketlerinden birisi olabilir. Biz de şu an salgın öncesinde bıraktığımız dünyadan dokuz ay uzaklıktayız ve geriye dönüp nelerin tümüyle geride kalması gerektiğini düşünmek için iyi bir zaman sanki.

Döngülere odaklan

Dünya genel olarak diyalektik bir formda hareket eder. Doğu-Batı, Yenilikçi-Korumacı gibi zıtlıkların yanında zamana ve gelişmeye dair de bir ikili form var: Döngüsellik ve İlerlemecilik. İlerlemecilik, bizi bugüne kadar getiren anlayışın eseri, düz giden bir çizgi üzerinde zamanın hareket ettiği ve bu sayede aslında hep ilerlediğimizin, geliştiğimizin kabul edilmesi. Örneğin, bir sonraki yılı bir önceki yılın projeksiyonuna bakarak planlamak böyle bir bakış açısının sonucu.

Döngüsellik ise, daha çok Doğu kültürlerinin ve antik kültürlerin kabul ettiği gibi, her şeyin dairesel hareketler çizerek (helezonik veya spiral) hareket ettiğini kabul eder. Etrafınıza dikkatle bakarsanız, şu anda bu düşüncenin dünyaya yayıldığını görebilirsiniz. Örneğin, döngüsel ekonomi gibi kavramların daha sık zikredilmesi ya da en azından ana akım haline gelmiş olan yoga ve mindfulness gibi pratiklerin bu düşünceleri sık sık dile getirmesi buna birer örnektir.

Tarihin tekerrürden ibaret olduğunu Karl Marx’tan binlerce yıl önce Romalı tarihçi ve siyaset insanı Tacitus; “Her şeyde döngüsel bir kanun vardır” demiştir. ABD’deki Başkanlık seçimlerinden bir hafta önce Politico dergisinde yayınlanan, Roma dönemi üzerine uzman bir tarihçi olan Tim Elliott tarafından yazılmış olan bir makale tam olarak bu döngüselliğe işaret ediyor: Bundan 2000 yıl kadar önce, ABD’nin kendisine örnek aldığı Roma’nın cumhuriyet döneminde Sezar da ‘Roma’yı eski görkemli günlerini tekrar döndüreceğini vadederek başa gelmiş ve sonra kendisine bir imparatorluk inşa etmişti.
Makale, Trump’ın seçimlere kadar olan dönemde yaptıklarını, söylediklerini ve planlarını da bu perspektiften incelemeye çalışıyor. Ve makale Amerikalılara sonra şunu söylüyor: Ya tarih tekerrür edecek ya da geçmişten ders alıp aynı şeyleri tekrar yaşamayacaklardı. Sonuç olarak, 2020 ABD seçimleri bize tarihin aynı şekilde tekerrür etmek zorunda olmadığını göstermiş oldu. Peki, biz kendi şirketlerimiz için de aynısını söyleyebilecek miyiz?

Kısacası, dünyada yaptığımız iş ile ilgili çerçeveyi belirledikten sonra, bu çerçeve içinde tekrar eden döngülere odaklanabiliriz. Döngüler bize olayların hangi yönde hareket ettiğini ve nasıl bir model oluşturduğu hakkında fikir verir. Ayrıca, döngüler bir sistem içindeki dönüşüm noktalarını da belirler. Zira, o döngülere müdahale ettiğimizde bir şeylerin değişmesini ve farklı bir yönde hareket etmesini sağlayabiliriz.

Örneğin, birkaç yıl önce dünyanın en büyük video içerik (video on demand) platformlarından biri için yaptığımız çalışma bu döngünün kırılmasına yardımcı oldu. Bu video platformu, farklı kültür bölgeleri için benzer stratejilerle içerik geliştiriyordu ve Türkiye’ye gelince bu modelin işlemediğini fark etti. Zira, burada insanların bir prodüksiyondan bekledikleri şeyler ve o içerikle kurdukları bağ alışık oldukları bölgelerden çok farklıydı. Bu çalışmalar sonucunda geliştirilen strateji bu döngünün her yerde geçerli olmadığını fark etmelerini sağladı. Kendi marka, şirket ya da kurumlarımızda tekrar eden döngülere odaklanmayı deneyelim, bakalım uçları nereye varacak.

Riskler kararlara bağlıdır

Risk toplumu, özellikle salgın dönemiyle beraber iyice netleşmiş olan bir kavram. Bu kavramın çizdiği çerçeveye göre, yaşanan felaketler genellikle içine doğdukları sistem tarafından üretilirler ya da bu kapsamda alınmış kararların sonuçlarıdır. Buna göre 21. yüzyılın ilk yıllarını kısaca hatırlamakta fayda var. 11 Eylül saldırıları, bugün yaşadığımız salgın kadar büyük felaket doğurmamış olsa da, bütün dünyanın gidişatını etkileyen ve bugün yaşadığımız geleceği şekillendiren önemli temel etkenlerden birisi olmuştu.

Biz şu anda 11 Eylül’ün şekillendirdiği bir havacılık sistemi bünyesinde seyahat ediyoruz ve bütün güvenlik altyapılarımız bu felaket çerçevesinde şekillendi. Dünya ticaretini, hatta kültürel trendleri bile etkiledi. Mevlana hakkında kitapların ABD’de yıllarca en çok satanlar listesinde kalmasını bile 11 Eylül’ün yarattığı dalga etkiledi diyebiliriz. Şimdi benzer bir dalganın içindeyiz, ama bu sefer bu dalganın üzerine çıkıp sörf yapabilir ya da bir yaprak gibi bizi sürüklediği yöne doğru gidebiliriz. Tercih bizim.

Serdar Paktin