Skip to main content

” “Evet arkadaşlar, başlayalım mı?”. Bu en sevdiğim an. Robotlarla insanların neo-kapitalizme hizmet eden dansı. Yaratım süreci son 50 yılda yapay zekanın şaha kalkmasıyla o kadar değişti ki. “

Eskiden VR gözlük deniyordu bunlara. İlk prototipleri insanın başına bir 128K Macintosh bağlamış gibi duruyordu, burun köprüsü çimentodan olsa dayanılmaz ağırlığına. Şimdilerde göz çukurlarına kendi adapte olan bio-poliüretan bir malzemeden yapılıyor neyse ki. X-LED bükülebilir ekranı, 360 Dolby MultiVerse ses deneyimi ve gerçek zamanlı 4D Haptic-Touch teknolojisiyle Apple Glass Pro çok sükse yaptı geçen Eylül. Sağ olsunlar tüm “creator”lara ön sipariş vermişler. Dün sabah UPS Drone-Delivery ile geldi benim haneme.

Geleceğin “biletişim” sektöründe sıradan bir salı

Milenyal Türkçe’den günümüze kadar hayatta kalmayı başarabilmiş bir kelimedir “hane”. Ev değil, ofis hiç değil, hane. Acaba kelimenin kökeni aa— saat on olmuş kaçtaydı bizim brief? 10! Foton hızıyla sterilize edilmiş paketi açıp uyduma tanıttım yeni gözlüğümü. Reboot etti. Hadi hadi, retina tarama ok. BRIEFING IN PROGRESS… Tamam, anladık.

6 dakika geç kalmışım toplantıya. 6 bonus krediyi çatır çatır yedik demektir. Geçmişte trafikte kaldık, araç bozuldu, hatta hastayım gibi mükemmel bir bahaneler cenneti varmış yaratıcıların emrinde. Şimdi insanın kakası bile analiz edilip yükleniyor şirkete. En kötü “bankada bir işim var” derdik. Neyse.

“Evet Levera, 4-5 saate sunmuş oluruz kampanyayı.” diyorum istemsizce. 2 gün çok bile. Levera Unilever’in botu bu arada. Gerçek zamanlı sosyal ticaret eğilimlerini analiz edip ajansları brief’liyor. Sırf bu da değil; tedarik zinciri, psiko-pazarlama, belli ürünlerin antropolojik olarak formüllenmesi gibi şirketin birçok alanından sorumlu. İlk başlarda çok yazılıp çizildi, “insan faktörünü öldürüyor, otonom-pazarlama teknikleri kullanıcıları yanıltıyor” diye ama ben, en azından üretim tarafında yaptıkları eko-inovasyonlar için minnettarım. Dünya tabiatı artık insanlara bırakılmayacak kadar hassas. Hoş, üç beş kredi biriktirip olmadı atlar Mars’a gideriz, nedir yani? İnsanoğlu, pardon, insan türü kuş misali diyorlardı, öyle değil mi?

“Buradayım, buradayım, bir uplink problemi vardı dondum bir an”. Her şeye çare buldular, şu odaklanma sorununa organik bir çözüm bulamadılar daha. Bulunduğumuz sanal odada beş altı ajans vardır herhalde, sürekli değişen avatarlardan kestirmek zor. Kim müşteri kim değil sunuma kadar belli olamıyor maalesef. Bir tek Levera üniformalı. Onun da vücut ölçüleri ve ten rengi değişiyor arada malum sebeplerden dolayı. Ya o değil de neyi özlüyorum biliyor musun? Gençliğimizde insan gibi bir odaya girerdik, bir çay gelirdi arada. Sıcacık bir niyetti en azından. Şimdi hane dispanserine 1 (yazı ile “bir”) içecek kredisi yüklüyorlar. Data ikram ediyorlar bir bakıma. Sağ olsunlar.

Toplantı bitti neyse ki, Unilever simülasyonu (Frank Gehry’nin AI klonuna tasarlattılar zibilyon dolara daha yeni) yerini ajansa bırakıyor. Aradaki şu yükleme ekranına 3 saniyelik bir tanıtım girer mi acaba? Medyacılara soralım bunu. “Notunu ilettim, iki yüz bin kişi çapında küçük bir ön araştırma yapıldı. Sonuçlar bu önerinin “itici” olacağını gösteriyor, önermem Selim” diyor Siri’m. Bunun da ilk versiyonu anca ajandaya toplantı koyuyordu, artık onsuz yaratım düşünemiyorum. Her ne kadar bazen çok bilmişlik taslasa da.

“Evet arkadaşlar, başlayalım mı?”. Bu en sevdiğim an. Robotlarla insanların neo-kapitalizme hizmet eden dansı. Yaratım süreci son 50 yılda yapay zekanın şaha kalkmasıyla o kadar değişti ki. Oturup fikir düşünmüyoruz. Yani aslında düşünme kavramı çok değişti. Tarih boyunca içe dönük bir yolculuktu, şimdilerde ters yüz edilmiş bir kazak gibi tüm içi açıkta, dışarıda. Tek yaptığımız fikir yaratım kanallarını soru ve isteklerle yönlendirmek oluyor. Sonuçta ne çıkacağını ne biz biliyoruz ne de akıllı yardımcılarımız. Sanırım değişmeyen ve en güzel tarafı da bu. Sürekli akan bir yaratıcılık pınarı var, her şey her an her şeye dönüşmeye müsait. Her olasılık olası. Ve her olasılık oluyor da. Bilgiler, araştırmalar rüzgar sanki, siz de düşünceler üstünde sörf yapıyorsunuz. İnanılmaz bir his bu. Hele ki insanları etkileme fırsatımız olan bu tarz işlerde.

Bugünlerde brief’ler daha teknik ve makinelerin satınalma algoritmalarını etkilemek için veriliyor. İnsanlar satınalma ve kiralama işlemlerini neredeyse tamamıyla sistemlere devrettiler. İzledikleri içeriklere verdikleri kalp hızı değişimleri, bio-kimyalarındaki nano değişimler bu sistemdeki ürünlerin çeşitliliği ve türünü yönlendiriyor. Precision-marketing artık insanları, insanların kendilerini tanıdığından daha iyi tanıdığını iddia edebilir konuma geldi.

“Hayır. Geri al.” diyorum birden. Gözümün önündeki sanal video şeridi durmadan şekil değiştiriyor. Görsel olarak alışmak kolay olmadı bu arada. Çok kusmuşluğumu bilirim. Akıl uçuklatan bir hızla farklı akslardan akan görüntüleri bir araya getiriyoruz ekibimle. Ama artık sıradan bir Salı.

“Duygusal temayı daha dramatik yapar mısın?” İnsana konuşur gibi konuşmak daha hoşuma gidiyor. Ekibimdeki bazı yaratıcılar daha fonksiyonel komutları tercih ediyor. Mesela bu işlem için “Duygusal tema. Dramatik” de diyebilirdik.

“Biraz daha sıcak renkler kullanalım” der demez algoritma ona öğretilmiş, bize yutturamayacağı bazı yerlere çekmeye çalışıyor ama bu dansı tek kişi yönetiyor dostum.

“Duygusal temayı “samimi” olarak değiştirmemi ister misin, Selim?”

“Hayır.” Bir de adımla hitap ediyor, ayar oluyorum. Ama kızamıyorum. İsimli hitap geri bildirimlerinin daha yüksek olduğunu öğrenmişler bir kere. Yapacak bir şey yok.

Sesli ve dokunsal komutlarla 13-14 dakika içinde bir film yapısı bitiriyoruz. Bir film yapısını bitiriyoruz dediğim aslında sayısız olasılık üstünden iyi kötü bir karar vermiş oluyoruz. Aldığımız brief’i sistemde aynı anda aldığı için ajansın veri-tabanında bulunan yüzbinlerce farklı projeyle karşılaştırıp, bizi iyi bir görsel havuzla başlatıyor. İlk editi orijinallik plug-in’inden geçirip sözüm ona benzersiz bir görüntü elde etmiş oluyoruz. Dilediğimiz ses efektlerini “hani şu filmde şöyle bir ses yaklaşımı vardı” kadar kavramsal ya da “çocukluğumda Yeşilyurt’ta sıkı bir kar yağmıştı, o karların arasında gece yürürken bir kuş sesi duymuştum. Nedense karla bağdaştıramamıştım ve çok ilgimi çekmişti. O kuşun sesini koy” kadar tanımlı yönlendirmelerle tamamlıyoruz.

Bir de beta-testte olan otonomi modu var. Burada Apple’ı kutlamak lazım, Adobe satınalmasından sonra yaratım konusunda kayda değer bir atılım gerçekleştirdiler. Siri entegrasyonuyla da birlikte bambaşka bir dönem başladı. Dedim ya şöyle mi olsa, bir de şöyle bir şey vardı diye film mi yapılır. Yapılıyor işte. Bize zulm edilen hıza başka türlü yetişemezdik zaten. Aşağı yukarı son 8-10 yıldır çekim yapılmıyor. Hayaller “render”lanıyor. Biletişim sektöründen bahsediyorum tabii. İnsan gözü farkı göremediği için ben barışmayı öğrendim. Eğlence sektöründe tanınan yüzler iyi aktörlerin yüzlerine yerleştiriliyor. Deep-fakes’in beklenilebileceği üzere çok gelişmiş bir hali olarak düşünebiliriz.

Eski adıyla “kampanyayı 360 derece örmek” aylık 12 kredi ödediğiniz, ya da ajansınızın sizin adınıza ödediği bir app’i açıp brief’i ve yaptığınız çalışmaları yüklemek kadar kolay. Bunun ne kadar efektif olduğunu hesaplamakla ya da çıkan işleri kontrol etmekle de vakit harcamıyoruz. Onu da yapan app’ler var. Bahsettim mi hatırlamıyorum, 2087 yılında modern toplumda yaşayan herkes bir bakıma celebrity. Herkesin dijital bir menajeri var. Pazarlıklar ve anlaşmalar kişilerin görevlendirdiği algoritmalar tarafından saniyeler içinde yapılıyor. Bazı kampanyaların ömrünün sadece birkaç dakika olduğunu düşünürsek, çok da mantıksız değil aslında.

Ah! Yayındayız! Anlaşılan bizim yaratımımız seçilmiş. Sunum yapmıyoruz. Sistem tüm yaratımları anlık olarak hem makine hem insan testlerine sokuyor. Gerçi insan testleri bir şehir efsanesi bence. Yazılı, görsel ve işitsel içeriklerin insan mı makine mi olduğunu anlama eşiğini çoktan geçtik. Retinalarımızın önüne gelen dijital bir şampanya patlama videosundan anlıyoruz seçildiğimizi. Levera bir tebrik mesajında bize tam da duymak istediklerimizi söylüyor.

Endorfin, serotonin ve yüklenen kredinin çling sesi istemsiz bir gülümseme biçiyor yüzüme. Burnuma gelen güzel yemek kokusuyla gözlüğümü çıkarıyorum. Vücut sinyallerimden acıktığımı bilen Arçelik MoodFak en sevdiğim yemeği hazırlamış. Bu Salı da doyduk anlaşılan.

Selim Ünlüsoy,
Ogilvy İstanbul Yönetici Kreatif Direktörü