Skip to main content

Dijitalleşme ile temel hak ve özgürlüklerin ilişkisine dair tartışmalarda çok farklı görüşler dikkat çekiyor. Kimi uzmanlar, fizikî dünyada olduğu gibi dijital dünyada da temel hakların koşulsuz şekilde koruma altında olması gerektiğini savunurken; bazı görüşler, dijital dünyanın kendi özgün yapısına göre, yeni temel hakların belirlenmesi gerektiğini vurguluyor.

Dijitalleşmenin ve teknolojik tüm dönüşümlerin hayatlarımızı en merkezinden etkilemeye başladığı bir dönemde halen daha çözemediğimiz, tam oturtamadığımız mevzular var. Bu mevzular daha çok insanın onuruna, insanın özgürlüklerine dair… Yani, ciddi ve çok katmanlı. Dijitalleşmenin çok katmanlı ve ciddi boyutlarına ise kısa vadede, geniş kabul gören çözümler getiremeyeceğimiz gibi; bunları tartışmaktan da geri durmamak lazım.

Dijitalleşme ile temel hak ve özgürlüklerin ilişkisine dair tartışmalarda çok farklı görüşler dikkat çekiyor. Kimi uzmanlar, fizikî dünyada olduğu gibi dijital dünyada da temel hakların koşulsuz şekilde koruma altında olması gerektiğini savunurken; bazı görüşler, dijital dünyanın kendi özgün yapısına göre, yeni temel hakların belirlenmesi gerektiğini vurguluyor. Bütün tartışmalar bir yana, kişi özgürlüğüne, onuruna dair iki boyutun her şartta garanti altına alınması gerektiği, tüm çevrelerce kabul görüyor: bir yandan gizlilik, kişisel verilerin korunması, diğer yandan ifade özgürlüğü.

Çoğu zaman ifade özgürlüğü ile yarışan haklar statüsündeki gizlilik/kişisel verilerin korunması fenomenine ilişkin, özellikle Snowden ifşaları, PRISM skandalları ve AB ülkelerinde siyasî figürlerin, vatandaşların dinlendiği yönünde yoğun söylencelerin etkisiyle dijital dünyada korumacılık eğilimi yükseliş gösterdi. Dolayısıyla özelikle “yoğurdu üfleyerek yeme” gayesindeki AB ülkeleri ve AB kurumları; AB vatandaşlarının kişisel verilerinin net şekilde korunması gayesiyle, önemli mevzuat hamleleri gerçekleştirdi. Digital Age dergisinin önceki sayısında gündeme tekrar taşınan GDPR da (Avrupa Birliği Veri Koruma Yönergesi ) bu çabaların en somut ve güncel sonucu. Dijital dünyayı, kişisel verileri koruyacak şekilde düzenleme eğilimi özellikle AB çevrelerinde dikkat çekerken, terazinin diğer tarafında yer alan ifade özgürlüğünü düzenlemek, dijital alanın sonsuz ihtimallere ve sonsuz iletişim araçlarına gebe yapısı dikkate alındığında hiç ama hiç kolay değil.

Neticede, önümüzdeki dönemde tüm paydaşların tartışması gereken bir takım sorular dikkat çekiyor; dijital alanda ifade özgürlüğü sınırsız mıdır? Sınırı koyacak aktörler devletler midir yoksa hizmet sağlayıcılar mıdır? Bunlar ve benzeri soruların yanıtı oldukça zor olsa bile, şunu basitçe ifade etmek mümkün; nefret söylemi kabul edilen hiçbir ifade, ifade özgürlüğü kapsamında değildir. Böylesi bir yargı, dijital alan için de geçerlidir. Konunun hassasiyeti bir yana, AB’nin dijital dünyada ve özel olarak sosyal medyada nefret söylemini sınırlandırmaya yönelik hamlesi, konuya ilişkin gündeme taşınabilecek, tartışmalara boyut katabilecek önemli bir örnek.

AB’den çevrimiçi nefret söylemiyle mücadele denemesi

Mayıs 2016 tarihinde, pastada en büyük paya sahip ve sosyal ilişkilerin en odağındaki dört teknoloji devi; Facebook, Twitter, YouTube ve Microsoft; çevrimiçi ortamda nefret söylemini engellemeye yönelik AB çapında geçerli Davranış Kurallarını (Code of Conduct) imzalamıştı. Davranış Kurallarının, yukarıda adı geçen 4 teknoloji devine yüklediği temel yükümlülük gereği; platformları üzerinde nefret söylemi gerçekleştiğinin ihbar edilmesi halinde, bu şirketlerden ilgili söylemi değerlendirmeye almaları ve gerektiğinde 24 saat içerisinde nefret söylemi içeren girdiyi ortadan kaldırmaları veya o içeriğe erişimi engellemeleri bekleniyordu. Davranış Kurallarının imzalandığı tarihten bu yana üç ayrı gözetim süreci gerçekleştirildi ve düzenlenen bu kurallara ne kadar uyulduğu tespit edildi.

Ocak 2018’in sonunda, 6 Kasım-16 Aralık 2017 tarihlerini kapsayan döneme ilişkin yayımlanan ve bu sitelerde nefret söylemi içeren girdilerin ne kadarının Davranış Kuralları çerçevesinde ele alındığını değerlendiren üçüncü gözetim sürecinin sonuçları ilgi çekici. AB genelinde nefret söylemi niteliği taşıdığı belirlenen içeriğin yüzde 70’i, bu teknoloji şirketleri tarafından uygulamalarından kaldırılmış durumda.

Böylesine yeni bir konseptin ortaya atılması, inovatif ve çağımıza yakışan nitelikte bir hamle olarak kabul edilse de, taşıdığı bilinmezlikler ve felsefî boyutlar tartışmalara yol açtı. İnternet üzerindeki içeriği 24 saat içerisinde kaldırmayı öngören ve başarısının yüzde 70’lere ulaştığı değerlendirilen böylesi keskin bir uygulamanın sansüre hatta oto sansüre yol açıp yol açmayacağı tartışılıyor. Nitekim burada Komisyonun tutumu çok açık: Davranış Kuralları, halihazırda mevcut yasal mevzuat çerçevesinde zaten hukuk dışı sayılmayan hiçbir içerikle ilgilenmiyor. Dolayısıyla söylemin çevrimiçi veya çevrimdışı niteliği AB kurumlarına göre fark yaratmıyor. Çünkü aslında Davranış Kuralları, hukuk kurallarına dayalı olarak, teknoloji şirketlerini ve AB kurumlarını işbirliğinde buluşturan bir aygıt.

İrdelenmesi gereken mesele, nefret söylemi gibi cezaî yaptırımlara gebe ve doğrudan daha ileri suç fiillerine yol açabilecek bir kavramın; ulusal yargı mekanizmalarının bulunduğu düzlemde teknoloji şirketlerinin insafına mı bırakıldığı sorusudur. Uygulamaya eleştirel yaklaşan çevreler, önümüzdeki dönemde benzer uygulamaların şirketler tarafından keyfiyetle ele alınmasının, ifade özgürlüğünü sarsabileceği bununla birlikte hukukun üstünlüğünü de zedeleyebileceği görüşünde. Diğer yandan küresel sistemde uluslararası teknoloji şirketlerinin her geçen gün artan ekonomik, siyasî ve sosyal gücünün bu şirketlere, kar amacı güden sıradan tüzel kişiliklerin ötesinde görev ve sorumluluklar yüklediğini değerlendirenler de bulunuyor. Neticede, klişe ama güvenli bir değerlendirmeyle bu yazıyı sonlandırmak mümkün. Gerçekten de her şeyin başı eğitim. Günümüzde nefret söylemine başvuran yaklaşımların büyük ölçüde eğitim eksikliğine dayandığı; internet üzerinde bu ve benzeri durumların önüne geçilmesi için herhangi bir filtreleme yönteminin ötesinde, etkin internet okuryazarlığının toplumsal olarak benimsetilmesi, öğretilmesi gerektiği çok açık.

Ahmet Ceran, İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV) Uzmanı