Yazıya tam olarak nereden başlayacağıma karar veremedim. Cümleye birkaç kere başladım ama yazıp yazıp sildim. Çünkü Horizon: Zero Dawn’la ilgili hislerimi en doğru nasıl ifade etmeliyim tam olarak emin olmak istiyorum. Horizon, benim hayatta en çok sevdiğim şeylerin bazılarını barındıran ve bu sebepten de belki uzun zamandır en çok beklediğim oyundu. Kıyamet sonrası yok olmuş modern bir dünya –klasik kıyamet sonrası çöle dönmüş şehirler konseptinden uzaklaştırılmış hem de yeniden yorumlanmış bir Taş Devri, dinozorlar, robotlar, robotlar, robotlar…
Guerilla Games, Horizon için olağanüstü bir dünya yaratmış. Keşfetmesi oldukça keyifli, her köşe başından yeni bir şeyler çıkan, iyi yazılmış karakterlere ve yan öykülere sahip, ikna edici ve merak uyandırıcı bir dünya. İlk olarak şunu söyleyeyim, Horizon’un senaryosu ve bu senaryoyu anlatış biçimi kusursuz. Oyunun başında bizi bir gizemin içine sokan Guerilla Games, daha sonra hikayesini katman katman açıyor. Hiçbir şeyi aceleye getirmeden, her ana görevde sanki kaliteli bir televizyon dizisi bölümü izliyormuşçasına hikayesini sunuyor Horizon. Ama burada bahsettiğim; hikaye çok orijinal, inanılmaz farklı şeyler görecekseniz gibi şeyler değil kesinlikle. Evet, orijinal bir hikaye var ama bu hikaye bize gördüğümüz şeyleri ilk kez görüyormuşuz hissi de yaratmıyor. Bu kadar iddialı bir proje için dezavantaj belki de. Horizon’da gördüğümüz bir çok şeyi daha önce de gördük. Ama Horizon, bu daha önce gördüklerimizin kusursuz bir kolajı adeta.
Daha önce gördük demişken, bu konuyu biraz daha açayım. Horizon, Far Cry Primal’i fazlasıyla andırıyor. Hikaye, her ne kadar uzak bir gelecekte geçiyor olsa da, Horizon’un dünyası sanki Taş Devri’nde, medeniyetin ilk zamanlarında geçiyor hissi veriyor. Bunda ‘medeniyet’ dediğimiz şeyi, insanların yavaş yavaş tekrar kurmaya çalışması ve bunun sosyal, yerleşik, inanç ve iletişim açısından emekleme aşamasında olmasının etkisi tabi ki de var. İnsanlar, yok olan modern toplumdan sonra yepyeni bir medeniyet kurmuş. Bu ilk çağ medeniyetine benzer yapının da inanç ve toplumsal öğeleri, Far Cry Primal’deki kabilelerinkine fazlasıyla benziyor. Crafting ve ok ağırlıklı silah sistemi de yine Far Cry Primal’e benzettiğim diğer öğeler. Ama Horizon, Far Cry Primal’den daha kompakt bir oyun. Primal, bence keyifli bir oyundu ama dünyası beni ikna etmiyordu. Horizon’da ise bu durum tam tersi, yaşayan ve var olabileceğine inandığın bir dünya mevcut. Hem de ‘Dinozor Robotlar’ gibi fantastik öğeler olmasına rağmen. Horizon, yine bana Tomb Raider’ın son iki oyununu da bol bol anımsattı. Hatta, Aloy’un karakteri ve fiziksel görünüşü için de Brave animasyonundan esinlenildiğine de inanıyorum (Bknz: Oyundaki ‘brave’ muhabbeti). Evet, Horizon’daki birçok şeyi daha önce gördük belki ama, bunların hepsinin toplamını en iyi şekilde Horizon’da görüyoruz.
Horizon: Zero Dawn, Aloy’un hikayesi. İlk sinematikler girdiğinden ya da Aloy’u daha 5 yaşlarındayken ilk kontrol etmeye başladığımız andan itibaren adeta ona bürünüyoruz. Onunla güçlü bir bağ kuruyoruz. Onun hayatta kalışına, hırsına, hemen herkes tarafından dışlanışına ortak oluyoruz. Tam kıvamında kullanılan RPG öğeleriyle de bu kıvam daha da güçlü hale geliyor. Aloy dışındaki karakterler de o kadar iyi yazılmış ve modellenmiş ki, her etkileşime girdiğimiz kişiler bize yeni bir dünya vaat ediyor. Özellikle Rost karakteriyle olan baba – kız ilişkisi o kadar güçlü ki, etkilenmemek mümkün değil.
Karakterler ve tasarımlar demişken, oyundaki her şey mükemmel gözüküyor. Sanat tasarımından, mekanlara, karakter animasyonlarından ve modellemelerinden, doğal döngüye ve de robotlara kadar her şey çok güzel gözüküyor. Robot tasarımları o kadar ayrıntılı ve iyi ki; mesela oyun yayınlanmadan önce yayınlanan trailer’ları izlerken bu kadar iyi olabileceğini tahmin etmemiştim. Ya da karakterlerin diyaloğa girdikleri zaman çıkan animasyonlar. Her karakterin duygusunu, olaylara verdiği tepkiyi yüzlerinden, mimiklerinden, jestlerinden anlayabiliyorsunuz. Üstelik, bunu ‘önceliği karakterlerdeki mimikler’ olmayan bir oyun başarıyor. Bunu sadece grafik açısından irdelememek gerek. Oyunun görsel dünyası çok güçlü. Bu gücü de işte böyle küçük ayrıntılardan alıyor.
Oyunun oynanışına gelirsek. Öncelikle belirtip aradan çıkartayım hemen; Horizon’un birkaç kamera açısı sıkıntısı dışında, oynanışı kusursuza yakın. İster gizliliğe önem vererek oynayın, isterseniz direk olarak aksiyonun içine dalın, kontroller akıyor. Oyunda iki şekilde ilerlemeniz de mümkün, gizlilik ve ‘action’. Ağırlıklı olarak gizliliğe önem vererek oynamanızı öneririm, malum savaştığımız düşmanlar genelde robot dinozorlar oluyor. İnsan düşmanlarımız da var ama bu konuda ayrıntıya girip, sürprizleri bozmak istemem. Her robotun, zayıf yönü ve o robotu yok etmeye çalışırken izleyeceğimiz yollar farklı oluyor. Ortalıkta dolaşan ‘watcher’ adı verilen küçük robotlar (küçük dediğimiz robotlar bile Aloy’dan büyük bu arada) ya da zararsız robotlar dışındaki tüm büyük robotları yok etmek için ekstra efor sarf etmemiz gerekiyor. Yani ‘Ya Allah’ diyerek saldırdığımızda, ölme ihtimalimiz çok yüksek. Herhangi bir robotun basit bir saldırısı, yarı gücümüzü götürmeye yetiyor. Ama bu zorluk Dark Souls, Bloodborne ya da Nioh tarzı bir zorluk değil. Daha rafine edilmişi diyebiliriz. Dediğim gibi, her robotun güçlü ve zayıf yönleri değişim göstermekte. Mesela, ateşe karşı zayıflığı olan bir robota elektrikli oklarla verdiğiniz zararlar çok küçük miktarda oluyor. Ya da hassas noktalarına zarar vermediğiniz sürece, oklarınızın hiçbir etkisi olmuyor. Savaş ve oynanış mekaniğiyle alakalı söyleyeceğim son söz ise robotlarla ya da insanlarla savaşmak (gerek okla, gerekse mızrakla) inanılmaz eğlenceli.
Oyunda en sevdiğim şeylerden biri de can sistemi oldu. Bir can barımız mevcut ve hemen altında bir bar daha var. Alttaki barda, etraftan topladığımız ot, çiçek gibi şifalı bitkilerin seviyesini gösteriyor. Sağlık barımız azaldığında, gamepad’imizde üst tuşuna basıyoruz ve canımızı o bardan alıp dolduruyor. Hem oldukça kullanışlı hem de keyifli bir yol bulmuşlar bu konuda. Ayrıca, envanterimizdeki ıvır zıvırlara da yine çok kolay bir şekilde ulaşıyoruz. Hiçbir kafa karışıklığı yaşamadan ulaşabilmemiz için sağ ve sol tuşları kullanarak, ihtiyacımız olan şeyi seçip ‘aşağı’ tuşuna basarak seçebiliyoruz. Özellikle aksiyon içerisindeyken, hayat kurtaran bir kolaylık olmuş bu.
Silahlar, yetenek ağacı, RPG öğeleri, karakter etkileşimleri vs daha anlatacak birçok şey var Horizon’la ilgili. Ben daha çok Horizon: Zero Dawn oynarkenki deneyimlerimde yaşadığım hissiyatı anlatmaya çalıştım. O ayrıntıları oynadıkça görebilirsiniz. Horizon’u ilgimi çeken çeşitli özelliklerinden ötürü zaten uzun zamandır bekliyordum. Beklediğimden iyi çıktığını rahatlıkla söyleyebilirim. Beklentim görsel dünyası güçlü, iki üç değişik robot öldürebileceğimiz, güzel bir eğlencelikti ama Guerilla Games beni ters köşeye yatırıp, muhteşem bir senaryoya sahip, dünyasıyla mest eden bir yapıma imza atmış. Eksikleri elbette var ama inanın umurumda değil. Bana bir oyundan beklediğim her şeyi fazlasıyla verdi. Eğer PlayStation 4’ünüz ve tek bir oyun alma hakkınız varsa, şuan için en doğru seçenek Horizon: Zero Dawn.
Yorumlar