Kültür, teknoloji, insan ve ekonomi dörtlüsünde hayat bulan yerel ve küresel gelişmeleri, eleştirel ve çoksesli bir bakış açısıyla mercek altına alan Ad Hoc’un bu ayki teması ise ‘doğa’.
Adını her ne koyarsak koyalım, doğa-insan ilişkisinde farkına varılamayacak kadar hassas bir iletişim, sistem, denge mevcut. Bu ilişkiye çizgi çekip iletişimi tek taraflı sürdürdüğümüz ekolojik çöküntü çağında, alabileceğimiz en radikal karar doğanın sesine kulak vermek.
Kompleks yaşam biçimlerimizde, geçmiş zaman dilimlerinde, kültürel ya da diğer tüm sistemsel karmaşanın yarattığı yanlış seçimlerde doğanın doğallığından uzaklaştık; esas kaynağa inmek ya da onu dinlemek yerine bir bütünün parçası olma fikrinden ayrılıp, kendi elverişli hayat düzenimiz için bütün olanı parçaladık. Bütün olan evrene dönüp baktığımızda acımasızca zarar verdiğimiz tüm bu yok edişlerin bizi doğada değil, beton yığınları arasında sıkıştırdığını ancak kentin içine sıkıştırdığımız doğanın verdiği karşılıkla anladık: Yok olan nesiller, yangınlar, seller, deprem ve diğer felaketler…
Bugün insan neslinin gelişimi için odaklandığımız teknolojik, ekonomik ve politik kaygıların yerine doğayı tüm doğallığıyla ve kaldırabileceği maksimum yapaylıkla ele aldığımızda; doğa dışında hiçbir şeyin insana barınılabilir bir ortam sağlamadığını görürüz. İşin aslı, bu ayın temasında doğanın verdiği karşılıklara odaklanıyor; doğanın doğallığa ve yapaylığa verdiği tepkileri sorguluyoruz. Ne dersiniz, insanlık olarak biz olmasak da var olabilecek doğayı, bir bütünün içinde aynı değere sahip ve ilişkin olduğu tüm türlerle birlikte yeniden düşleyebilir miyiz?
Neler oluyor?
Future100, Wunderman Thompson bünyesindeki veri, araştırma, içgörü, trend ve inovasyon ünitesi Wunderman Thompson Intelligence’ın hazırladığı, her yılın tüketici davranışlarını ve “zeitgeist” değişimlerini tespit ve analiz eden raporunu yayınladı. Herhangi bir verili alanda yaşanan dalgalanmalar kendi sınırları içinde, dünyanın geri kalanında da belirli etki ve tepkimelerin oluşmasına katkı sağlayabiliyor. Peki, özellikle kültür alanında yaşananlara odaklandığımız Future100, bu yılki haritada bizlere nasıl bir rota çiziyor?
Her yıl olduğu gibi bu yılın da ilk ayında yayınlanan Ipsos’un ‘Türkiye Barometresi Yeni Yıl Özel Raporu’ oldukça dikkat çekiyor. Hazırladıkları raporu Ad Hoc için yorumlayan Sidar Gedik, kamuoyu nezdinde geçen yılın nasıl olduğu ve gelecek yılın beklentilerini memnuniyet oranlarıyla birlikte ele alıyor.
Dünya Ekonomik Forumu’nun her yıl yayınladığı Global Risk Raporu’nun 2020 bulgularına gelince; tüm dünyanın, özellikle Global Güney’in risk altında olduğunu görüyoruz. Kaliforniya şeftalisi, kısa dönemli sıcaklık geçişleri nedeniyle tehlikede; kahve ise Brezilya’da Etiyopya’ya kadar yetiştiği her yerde ihtiyaç duyduğu biyoçeşitliliğin yüzde 60’ını kaybetmek üzere.
Koronavirüs’ü, Çin Ulusal Sağlık Komisyonu’nun verilerine göre, teyitli 6 bine yakın vaka ile yayılmaya devam ederken; akıllı kentlerin teknoloji devleri, müthiş fırsatlarla dolu yaşam alanlarını test etmek için 2 bin teknopya seçkini arıyor.
Bir yandan pek çok disiplini etkileyen bu güncel haberlere devam ederken, diğer yandan yüzümüzü sokağın görünmeyen yanına ve kavramların arkasına sakladığımız endişelere çevirmeyi de ihmal etmedik.
Sokakta yaşayan çocuklar ve ‘Güzel Ölümün Öyküsü’
Her yerde olduğu gibi İstanbul’da da sokakta yaşayan çocuklar zor zamanlar geçiriyor, aile veya kurumsal bağların şiddetini azaltamayacağı koşullarda yaşıyor. Bizler evlerimizde sebep olabilecekleri şiddeti sorgularken; onlar maruz kaldıkları şiddetin üstünü kapatmak için çabalıyor. Çünkü sokakta yaşayan çocukların sözlüğünde kelimeler, bizimkilerde durduğu gibi durmuyor. Önce İstanbul’da sokakta yaşayan çocuklara sonra onların hikâyelerine odaklanmak istedik ve Güzel Ölümün Öyküsü adlı romanda sokakta yaşayan Emenike ve Kral’ın hayatını konu edinen Ayşegül Devecioğlu’yla konuştuk. Pembe bir yorgandan yola çıkan, ortak hikâyelerle birbirini tamamlayan romanın yazılış sürecini ve edebi tanımanın siyasi anlatımın ötesinde diğer insanlara neler gösterebileceğini sorguladık. Tüm sorguların vardığı nokta ise Ayşegül Devecioğlu’nun da dediği gibi, sokakta yaşayanlar ve diğerleri için ‘şehir’ tanımının hiçbir zaman aynı olmaması…
Kavramların arkasına sakladığımız endişeler
İnsan zevkini geliştiren ve yaşam kalitesindeki artışı özetleyerek yeni ve yeşil bir harekete dikkat çeken Bjarke Ingels, sürdürülebilirliğin olumsuz algısına karşı meydan okumaya devam ediyor. Zira sıkıcı ve zorunlu olmayan bir yaşam biçimi, ahlaki fedakârlığın ve ekolojik kaygının önüne geçebilir. Yeşil hareketin odak noktasında yeşile dönme hazzının yattığını düşünen Ingels de insanların sürdürülebilirliğe bakış açısında refahın düşmesi, mevcut yaşam tarzından ödün verme ve konfor alanından uzaklaşma gibi nedenlerin olduğunu savunuyor. Ingels’in hedonistik sürdürülebilirlik kavramının altında ise bütüncül tasarım paradigması yatıyor.
Brexit tartışmalarının başlamasıyla birlikte yaşanan kutuplaşma ve bu kutuplaşmanın gün geçtikçe toplum üzerindeki etkisini artırmış olması, bizi geçtiğimiz on yıla damgasını vuran iki kavrama yönlendirdi: Filter bubble ve echo chamber. Sadece sosyal medya ile ilgili olmasalar da sosyal medya platformlarının kuruluş günlerindeki naifliklerinden sıyrılıp daha rekabetçi, daha görünür ve sosyal hayatın her yanını her geçen gün daha fazla etkiler hale geldiler. Sosyal medya platformlarının aslında ticari kuruluşlar olduğunu ve dolayısıyla olabildiğince çok kullanıcıya ulaşıp bu kullanıcıların ilgisini üzerlerinde tutmaya çalıştıklarını gördük.
Sevimlilik kültürü toplumsal krize, hızlı ekonomik dönüşüme, Weber’in meşhur ifadesiyle “büyüsü bozulan” dünyaya karşı bir tepki olarak ortaya çıkar ve ‘kawaii’ adını verdiğimiz bir kavramla gelecek endişelerimize bir yenisini daha katar. Kawaii kültürü, modern dünyadan kaçışa yetişkinlikten idealize edilmiş bir çocukluğa kaçışı ekleyerek sevimliliğin metalaşmasına sebep olur.
Doğa bize neler söylüyor?
Belki biraz yabanileşmenin, doğanın dilini öğrenmenin, yerel toplulukların bilgeliğini bilim ve teknolojiyle buluşturmanın zamanı gelmiştir. Zira endüstri 4.0 sürdürülebilir bir değerler sisteminin sözcülüğüne soyunsa da, şimdiye dek neoliberal taktik ve stratejilere karşı meydan okuyamadı.
Vahşi doğa ve bakir topraklardan NEON’lara, doğal ve doğal olmayan seçilimden biyolojinin hack’lenmesine, doğa ve kadın arasındaki ilişkiden ekofeminizme, doğal güzellikten ideal güzelliğe ve dönüşen kültürel değerlere kadar; doğanın tüm doğallığıyla çıkardığı sese kulak verdik. Kurtarılması gereken bir değer olarak gördüğümüz doğayı yeniden keşfetmek ve insana, ekonomiye, teknolojiye, kültüre yansıyan gelişmeleri incelemek için Ad Hoc’un Şubat sayısında görüşmek üzere…
Yorumlar