Skip to main content

Dijital dünya var olacak, hayatımızı değiştirecek. Bu değişime en doğal biçimde uyum sağlayanlar, tarihi, bugünü ve yarını anlayanlar, çağı ve insanları doğru yorumlayanlar bu gerçeği reddedenlerden daha kalıcı olacak.

Sanat

Dijital devrimin dokunmayacağı bir iş, bir sektör, bir süreç olmayacak. İnsanlığı tekerlek, buhar, makineler, elektrik kadar kalıcı biçimde değiştirecek. Bunda hepimiz hemfikir olsak da, bazı sektörlerin dijitalleşmeye karşı oldukça dirençli olduğunu söylemeliyiz. Örneğin sanatın birçok dalında bunu görmek mümkün.

Resmin, heykelin, tiyatronun, edebiyatın dijital dünyaya rağmen özünü koruması, dijital kirliliğe direnmesi gerektiği söyleniyor sıkça. Instagram’a kitap kapağı fotoğrafı koyanlara burun kıvrılıyor. Yeni kuşakların dijital yaşam biçiminin de etkisiyle bu sanat dallarının kıymetini eskisi kadar yürekten hissedemeyeceği, sanata değer vermediği öne sürülüyor. Halbuki gençlere eskiyi olduğu gibi anlamayı salık vermekten daha kıymetlisi, eski dünyada doğan değerlerin evrimleşmesi. Sanatın, özündeki yaratıcılığı ve duyguları muhafaza ederek, yeni değerleri özümseyebilmesi.

Deneyimler paylaşabildikçe güçleniyor
Geçtiğimiz haftalarda, yaşadığım kentte iki önemli sanat etkinliğine katılma fırsatı buldum. Birisi yaklaşık 150 yıllık geçmişi olan Kuğu Gölü balesiydi. Sadece anlattığı hikâye değil, sanatçıların yeteneği, aşkı ve duyguları ele alışı, müziği ve dansı sentezleyişiyle çağlara hitap eden bir eser. Öte yandan Dubai Opera’da Kuğu Gölü’nü izlemeye gelen binlerce seyirci için başka öncelikler de vardı. Gösteriyi kaydedip Instagram’da yayınlayabilecekler miydi? Kaç dakika sürecekti, daha doğrusu ne kadar süre çevrimdışı kalacaktık? Gösteri sürerken telefonu uçuş moduna almak mı gerekiyordu? Ya bu saatler boyunca gelen mesajları yanıtlayamazlarsa? Kuğu Gölü başlarken -birçok tiyatro ve dans gösterisinde olduğu gibi- gelen ciddi sesli anons dijital cihazları açmanın yasak olduğunu, sanatçıların bundan etkilenebileceği doğrultusundaydı. Gösteri boyunca izledim, salonun en az yarısı ara ara telefonuna yeltendi. Kimisi gizlice hikâye attı, kimisi parlaklığı kısıp mesajlarına bakmaya çalıştı, kimisi de gösteriden bir parçayı kaydetmek istedi. En şık gece kıyafetlerini giyip, aylar önceden bilet alan, yani Kuğu Gölü’nü bu kadar önemseyen insanları ciddiyetsizlikle, sanata saygı göstermemekle suçlamak işin kolayı. İnsanlar için bir deneyimi yaşamak onu paylaşabildikçe güçleniyor. Paylaşılmayan bir sanat güdük kalıyor. Sadece bale değil, müzede fotoğraf çekememek, bir içeriğin paylaşılmasının teliflerle engellenmesi bir nesil öncenin kabul edebileceği sınırlar. Yaşadığımız dünya bu deneyimi zenginleştirmeyi önemsiyor.

Diğer katıldığım diğer sanat gösterisi ise La Perle idi. Dünyanın en ihtişamlı dans ve koreografi performanslarından birisi, onlarca sanatçı, müthiş bir prodüksiyon ve milyonlarca litre su eşliğinde inanılmaz bir deneyim yaşattı biz izleyenlere. Gösterinin başındaki anons “Bu muhteşem deneyimi çekebildiğiniz kadar çok fotoğrafla kaydetmenizi öneririz” diyordu. Dijital dünyayı sanatın, sahnenin, dansın özüne ters bir parazit değil aksine bu dünyayı zenginleştirecek, kayıt altına alacak ilave bir öge olarak konumluyordu. Gösterinin içinde de müziğe, görüntüye dair birçok dijital unsur; izleyici deneyimini güçlendirdi. Kısacası, tarih boyunca bulunduğu çağın statükolarını zorlama misyonu edinmiş sanat burada da dünyayı ileri taşıyor.