Skip to main content

Bugünlerde tersine beyin göçü için yüksek ücretler ödenmesi gündemde. Keşke gidenlerin çoğunun para için değil, biraz da huzur için gittiğinin farkında olabilsek.

Beyin göçü korkutuyor

Türkiye’de en çok beyin göçü verdiğimiz alanlar yazılım ve mühendislik. Bunlar, Türkiye’nin daha çok kalkınabilmesi, ithal ürünlere ve hammaddelere olan bağımlılığın azaltılması ve yüksek teknoloji üretilmesi için tam da ihtiyaç duyulan meslek grupları.  Elbette bu beyin göçünün birçok sebebi var, en başta ekonomik sebepler olmak üzere, siyasî ve sosyal sebepleri de sıralamak gerekiyor. Üniversitelerin, fakültelerin ve üniversiteli öğrencilerin sayısı popülist politikalarla hızla artıyor ama kalitesi gitgide düşüyor. Yeteri kadar akademisyen yok, üniversiteler gittikçe siyasî bir hareket alanına dönüştü. Profesyonel meslek insanları yetiştirmek kadar bilim de üretmesi gereken üniversitelerin aynı zamanda özgür ve özerk olması da gerekiyor. Üniversitelerin, liyakat sisteminden sadakat sistemine dönmesi beyin göçündeki en büyük etmenlerden birisi.

Bilişim sektöründe ve de özellikle yazılım sektöründe işler çok iyi gitmiyor. Yanlış anlaşılmasın, henüz cirolar ve kârlılıklar iyi sayılır, işlerin iyi gitmediği alanlar yeni yatırımların, yeni girişimlerin ve yeni fikirlerin olmaması, fikirlerin oluşmadan kendi kendine yok olması. Uzun vadeli yatırımlar yerine kısa zamanda çok gelir getiren alanlara (kira ve faiz geliri gibi) yatırım yapma kültürü devam ediyor. Teknoloji girişimciliği denilince akla halen e-ticaret sitesi açmak ya da e-ticaretin yardımcı sektörlerinden klonlanmış projeler geliyor. Halen, tarımı, gıdayı, enerjiyi verimli kullanmaya yönelik, finans, sağlık ve eğitim teknolojilerini geliştirmeye yönelik dişe dokunur projeler üretemiyoruz. Üretilen projeler ise yurtdışında başarılı olmuş teknolojilerin uyarlanmasından ibaret.  Ar-Ge ve inovasyon alanlarına yönelmiyoruz, çünkü kısa vadede para kazandırmıyor. Bu işler, uzun soluklu ve sermaye isteyen işler. Türkiye’de uzun soluklu ve sabırlı yatırımcı da yok, herhangi bir siyasî angajman olmadan alınabilen bir devlet desteği de yok.

Ekosistem çok önemli
Ekosistem, sadece üniversitelerle ve şehirle iç içe olmak değil, iş kültürü ve bilgi paylaşımının içinde olabilmek, sosyal hayata katılabilmek, iş dünyasıyla ve STÖ’lerle etkileşim sağlamak, birlikte toplanabilmek, hatta birlikte eğlenebilmek anlamına da geliyor. En önemlisi ise gelişmiş bir hukuk sistemi içinde, herkes için eşit uygulanan adalet sistemi ve tabii ki adil rekabet koşulları içinde bulunmak gerekiyor. Türkiye’de İstanbul haricinde bir ekosistem olduğunu söyleyemeyiz, hatta girişimciler için adil rekabet koşullarının olduğunu da. Birçok inovatif girişim ya bürokrasiye, ya geleneksel yapıların direnişine, ya da mevzuata takılıyor.

Yerleşik iş kültürü ayrı bir önemli etmen. Girişimciler vergi yüksekliğinden, vergi ve masraf çeşitliliğinden şikâyet ederken, çalışanlarda iş bulmak bir sorun, hak ettiği ücreti almak, işinde kalabilmek ve yükselmek bir başka sorun. Ortaklık kültürü ve ortak bilgi paylaşımı yayılamadı. Kamu dâhil kimse verilerini paylaşmıyor ve sistemler birbirine entegre edilmiyor. Hepsini geçtik, millî ve yerli olmayanın veya böyle olmasa bile bunu iddia etmeyenin ötekileştirildiği bir ortamdayız.