Son 500 yılda, nefes kesici bir dizi devrime tanık olduk. Dünya, tek bir ekolojik ve tarihsel alanda birleşti. Ekonomi katlanarak büyüdü ve bugün insanlık, eskiden sadece masallarda geçen zenginliğin tadını çıkarıyor. Bilim ve sanayi devrimleri, insanoğluna süper güçler ve neredeyse sınırsız enerji verdi. Sosyal düzen, politika, günlük yaşam ve insan psikolojisi gibi tamamen değişti.
Peki, daha mutlu muyuz? Tarihçiler nadiren böyle sorular sorarlar. İş insanlarının da odağı bu değildir, hatta gerçek mutluluk mevcut ekonomik düzenin en büyük rakibidir. Ekonomilerimiz, geçici bir süre için daha mutlu hissetmek için bir şeyler satın almak ve kullanmak isteyen insanlara bağlıdır, böylece müşteriler tekrar gelir, daha fazla zaman ve para harcamaya, veri paylaşmaya ve reklam izlemeye devam ederler. Doyumlu sosyal ilişkileri ve tatmin edici kişisel yaşamları olan gerçekten mutlu insanların, sosyal medyada başkalarının hayatlarına bakıp, daha fazla beğeni açlığıyla saatlerini geçireceğini düşünüyor musunuz? Tabii ki hayır. Hayatlarımızı nasıl yaşayacağımızla ilgili soruları soracak olan da cevaplayacak olan da biziz, Facebook, Google gibi platformlar değil. O halde gelin temel bir soruyla başlayalım: Mutluluk nedir?
Cesur Yeni Dünya’nın yazarı Aldous Huxley, mutluluğun hazza eşit olduğu biyolojik varsayımına dayanan romanında çaresiz, distopik bir dünya sunuyor. Kurgusunda mutlu olmak, hoş bedensel duyumları yaşamaktan başka bir şey değildir. Biyokimyamız, bu duyumların hacmini ve süresini sınırladığı için, insanların uzun bir süre boyunca yüksek bir mutluluk düzeyine sahip olmalarını sağlamanın tek yolu, biyokimyasal sistemlerini manipüle etmektir.
Mutluluğun önemli bir bilişsel ve etik bileşeni var; değerlerimiz
Mutluluğun bu zevk tanımı bazı bilim insanları tarafından tartışılmaktadır. Nobel Ödülü’nü kazanan Daniel Kahneman mutlulukla ilgili çalışmasında, insanlardan tipik bir çalışma gününü anlatmasını ve her an ne kadar keyif aldıklarını veya o anı ne kadar sevmediklerini değerlendirmelerini istedi. Çoğu insanın hayatında bir paradoks gibi görünen şeyi keşfetti; insanlar kötü gibi görünen deneyimleri çok olmasına rağmen bazı konularda kendilerini mutlu hissettiklerini söylüyorlardı, örneğin çocuk yetiştirirken. Kötü deneyim anlarını sayarsanız, insanlar çocuklarını mutluluğunun baş kaynağı olarak nasıl görebilirlerdi? Belki de mutluluk, hoş olan anların hoş olmayanlara sayıca fazla olması değildi. Özetle mutluluk, kişinin hayatını bütünüyle anlamlı ve değerli olarak görmesinden ibarettir. Mutluluğun önemli bir bilişsel ve etik bileşeni var; değerlerimiz. Değerlerimiz, örneğin çocuk yetiştirirken kendimizi bir diktatöre hizmet eden mutsuz bir köle olarak mı yoksa yeni bir yaşamı sevgiyle besleyen şanslı ebeveynler olarak mı gördüğümüzü belirliyor.
İş dünyasında gerçek mutluluk bir performans kriteri değil, değerlere ve anlama dayanan mutluluğu sunmaya odaklanmak yerine, genel olarak yüzeysel ve bağımlılık yapan sahte bir mutluluğa, dopamin bağımlılığına oynuyoruz. McDonald’s’ın Happy Meal’ı 21. yüzyılın en büyük hastalığı çocuk obezitesinden bahsetmez. Sodalı içecekler mutlu insanların olduğu reklamlarında dünyamız için iklim değişikliği kadar yıkıcı olan plastik kirliliğine her bir şişeyle nasıl katkıda bulunduğumuzu veya içerikleriyle sağlığımızla nasıl oynadığımızı göstermez, odakları sadece anlık hazlarla bizleri bağımlı tutmaya devam etmeye odaklıdır. Artık sadece reklam ya da tat, koku değil, servislerde yaşadığımız deneyimler de dopamin bağımlılığını artırmak için tasarlanıyor. Yani artık düşüncemiz de, zamanımız da bizim değil. Tehlikenin büyüklüğünü merak ediyorsanız sadece çocukların artan sosyal medya bağımlılıklarını, patlayan obezite, depresyon ve odaklanma sorunu gibi yeni ortaya çıkan hastalık oranlarını ve 6 yaşından küçüklerin nasıl aşırı ilaçla uyutulduğunu inceleyin.
Her şeyin inovasyonuna cesaretimiz ve gücümüz varsa, neden cennet gibi yaşamlar yaratmıyoruz? Neden iş modellerimizi kendimizin ve insanlığın iyiliği için inove etmiyoruz?
Kaçıncı yüzyılda düşünüyorsunuz?
Delphi’deki Apollon tapınağının girişinde şu yazar: Kendini bil. Bunun anlamı, ortalama kişinin gerçek benliğinden habersiz olması ve dolayısıyla gerçek mutlulukla ilgili cehaletimizdir. Özetle, öznel iyi oluşluk anketleri, refahımızı çoğunlukla analiz edilmemiş düşüncelerimize dayanan öznel duygularımızla özdeşleştirmektedir. Belirli duygusal durumların peşinde mutluluk arayışını tanımlama eğilimindeyiz. Çoğu insan, kendilerini duyguları, düşünceleri, sevdikleri ve sevmedikleri şeylerle yanlış tanımlamaktadır. Öfkelendiklerinde, “Kızgınım” diye düşünürler. “Bu benim öfkem.” Sonuç olarak hayatlarını aynı türden duygulardan kaçınarak ve başkalarını takip ederek geçiriyorlar. Hiçbir zaman onların duyguları olmadıklarını ve belirli duyguların acımasızca peşinde koşmadıklarının, onları sefalet içinde ya da en iyi ihtimalle potansiyelinden daha az bir hayat yaşama kapanına kısıldıklarını fark etmezler.
17. yüzyılda Thomas Hobbes’un felsefesiyle, insanın özünde, bencil yaratıkların var olduğunu varsaydık, böylece birbirimizden korkmayı öğrendik. Ekonomik ve politik sistemlerimiz esas olarak bu inançlara dayanmaktadır. 18. yüzyılda, Jean Jacques Rousseau insanın doğada iyi olduğunu iddia etti, hiçbir polise ya da güce ihtiyacımız olmadığını, ama organize olmamız gerektiğinin altını çizdi. Bugün her zamankinden daha fazla işbirliği yapmalı ve örgütlenmeliyiz. İnovasyonda çok daha hızlı gidebiliriz, ancak hâlâ çok fazla korkumuz var. Dünyayı kendimizi değiştirmeden değiştiremeyiz. Mutlu inovasyon, mutlu inovasyon lideri ile başlar.
Mutlu inovasyon pusulası: Önce Çocuk Dünya Tasarımı
Üstel teknolojilerle toplumun geleceğini yeniden düşünmek için kendinin ve etkisinin farkında olan bilinçli liderlere ihtiyacımız var. Mevcut bağımlılık yaratan hizmetler ve ürünler, çok akıllı ve yetenekli tasarımcılar, kodlayıcılar, psikologlar, nörobilimciler ve iş adamları tarafından planlanıyor ve tasarlanıyor. Şimdi o aklı ve yeteneği üstün bilincimizle değerlendirmeliyiz. Bizler hikâye yaratıcılarıyız, bugün düşündüklerimiz ve hissettiklerimizle verdiğimiz kararlar, çocuklarımızın hikâyeleri olacak.
Bilinçli liderler, dünya çapında bir işbirliği için yaşamlarımızın çeşitliliğini tehdit etmeyen ortak bir motivasyon bulmalıdır. Bu yeni kozmik hikâyemizdir, her insan için geçerli olan birleştirici vizyondur. Herkes, bilimsel, dini, sosyal ve kültürel arka planı ne olursa olsun, bu hikayeyi ve kişisel rolünü kavradıktan sonra kendi perspektiflerini genişletebilir. Dünya-doğal zekâlı yaşamda gelişen kozmik olarak nadir ve paha biçilmez fenomeni korumak için bizi motive edebilir, bu ortak hazine gelecek nesillerimiz, çocuklarımızdır. İşte bu yüzden, çocukların tüm kararlarda öncelikli olduğu, çocuklarla birlikte inovasyon tasarımlarını yaptığımız ve birlikte öğrendiğimiz “Önce Çocuk Dünya Tasarımı” yaklaşımını tüm inovasyon liderleri için harika bir pusula olarak görüyorum.
Canay Atalay, humanworks.design Kurucu Ortağı
Yorumlar