1800’lü yılların sonunda benzinle çalışan ilk otomobil icat edildiğinde dünyayı bu kadar etkileyeceğini kimse tahmin edemezdi. Bugün dünyadaki binek araç sayısının 1 milyarın üzerinde olduğu OPEC ve Otomotiv Distribütörleri Derneği (ODD) verilerinden yapılan derlemelere göre 2035 yılında dünyadaki binek araç sayısının 1 milyar 875 milyona çıkacağı tahmin ediliyor. Akaryakıttan yedek parçasına kadar bu endüstrinin çevresine örülmüş sektörlerle yaratılan ekonominin hacmini ise tartışmak oldukça yersiz.
Şimdi böyle bir girişi neden yaptım? Hemen açıklayayım.
Mobil sektörün günümüzde bulunduğu nokta, Karl Benz’in yaptığı ilk motorlu arabanın icat yıllarına denk. Yani, henüz daha çok yeni, çok bakir…
Yüz elli sene önce icat edilmiş, küresel sermaye tarafından köşe taşları kapılmış bir sektörde ilk yerli otomobili yaparak rol edinebilme çabasındayız. Oysa ki, mobil teknoloji alanında verilecek yönlendirme, teşvik ve desteklerle, henüz oluşmaya çalışan bir sektörde Türkiye olarak önemli bir oyuncu olabilir, dünyaya birçok güzel global iş modeli sunabiliriz. Ülkemizde bu başarıyı sunabilecek birçok girişimci ve yazılımcı mevcut. Sözlerimden yerli otomobile ya da türevlerine karşı çıktığımız izlenimi çıkmasın. Aksine, bu tarz girişimlerde bulunmak geç olsa da gerekli. Fakat hazır şartlar elverişliyken bu fırsatın da elimizden kayıp gitmesine izleyici kalmayalım.
Girişimcilik uzaktan şut çekmeye benzer
Bazı konuşmalarımda girişimciliği neye benzettiğim sorulduğunda; “Bir futbol maçında uzaktan çekilen şuta benzer” şeklinde cevapladım. Uzaktan çekilen şutun gol olma olasılığı çok düşüktür. Ama 30-35 metreden atılan goller yıllar boyu unutulmaz. Teknolojik girişimcilik de işte böyledir. Belki gol olma olasılığı çok azdır ama gol olunca da seyri çok güzeldir. Türkiye’de her yüz girişimden belki beşi-onu hayatta kalıyor, bir tanesi de çok başarılı oluyor. Birçoğu başarısız oluyor. Bu başarısızlığın arkasında, yeteri kadar yatırım olmaması, zamanlama, piyasanın o işe ihtiyacı, uyumsuz ortaklık yapısı gibi farklı pek çok kriter mevcut.
Kendimden örnek vermem gerekirse; BiTaksi fikri, 2007 yılında ilk iPhone’umu aldığımda aklıma gelmişti. iPhone’daki Latitude programını incelerken (Arkadaşının bulunduğu yeri ve hareketini canlı olarak görebiliyordun) bunun ticarî olarak kullanılabileceğini, taşımacılıkta bu altyapıyla bir şeyler yapılabileceğini düşünmüştüm. Fakat gerek Türkiye’deki akıllı telefon penetrasyonunun az olması gerekse mevcut GSM sistem altyapısının yetersizliği bu fikri hayata geçirmek için doğru bir zaman olmadığı sonucuna ulaştırdı beni. Dolayısıyla fikri, aklımın bir köşesine park ettim. 2013 yılında mevcut şartların oluştuğu kanaatine vararak BiTaksi projesini hayata geçirdim. Oysa, belki de bir hevesle bu işe 2007 yılında hemen başlasaydım büyük bir hüsranla karşılaşacaktım.
Doğru zamanı beklemenin yanı sıra dünyadaki örneklere de bakıldığında başarıyı getiren önemli bir diğer noktanın da dönüşüm olduğunu söyleyebilirim. Mesela Airbnb. 2008 yılında kurulduğunda Airbed&breakfast olarak piyasaya çıktı ve seyahat edenlere internet sitesi üzerinden oda ve kahvaltı sunarak hizmete girdi. Ardından e-posta trafiğinin iletişimi zorlaştırması üzerine mobil uygulamasını kullanıcıya sundu ve Airbnb ismini alarak devamlı edindiği tecrübelerle sistemini dönüştürmeye devam etti. Sonucunda da ev sahiplerini seyahat eden ve konaklama arayışında olan kişilerle buluşturan dünya çapında bir şirket oldu. Bu anlamda dönüşümün en iyi örneklerinden biri de Amazon. Bugün günde milyonlarca siparişin yapıldığı Amazon, ilk zamanlarında bir evin garajından günde sadece yarım düzine kadar kitap satıyordu. Bir yıl içerisinde edindiği başarı ile online müzik ve video işine girdi, daha sonra oyuncak, elektronik ürünler ve donanım derken şimdi her şeyi satıyor. Yani özetle ben, bir start-up’ın başarılı olmasında doğru zamanın, toplumu gözlemlemenin, isteklerine ve ihtiyaçlarına devamlı dönüşerek ayak uydurmanın gerekliliğine inanıyorum.
Yorumlar