Bu başlığı okuduğunuzda benim için “Hah! Zaten kafayı kırmaya meyilliydi, sonunda sigortaları yaktı” diye düşünenler olabilir. O vakit ben de, “Demek ki, şaşırtmayı başarabiliyorum” diye umutlanırım. “Ne zaman işimize yarar yeni bir yöntem çıksa onunla ilgili eleştirel bir makale yazıyorsun” diye serzenişte bulunan da olabilir. “Demek ki, farklı açılardan baktırmayı sağlayabildim” diye mutlu olurum. “Yazılarını okuduğumuzda kafamız karışıyor. Tam anlamaya çalışırken, tekrar sorgulamak zorunda kalıyoruz” diyenler varsa işte o zaman, işimi gerçekten de doğru yapmaya başladım diyebilirim.
Cümle içerisine eklendiğinde tüm bileşenleri “sihriyle” kontrol altına alan Design Thinking, bu yazımızın konusu…
Yazarı anonim, ilk versiyonu 1720’lerde Fransız yazar Madame de Noyer tarafından “Soupe au Caillou” ismiyle kaleme alındığı tarihe not düşülmüş olan Taş Çorbası anonim hikâyesinin, Design Thinking ile olan muhteşem bağını ise işlerini, araştırmalarını ve makalelerini severek takip ettiğim User Interface Engineering (UIE) kurucusu Jared Spool 25 Ocak’ta yazdığı bir makalede ustalıkla gerçekleştirdi: “Şşş! Onlara Design Thinking’de aslında hiçbir sihrin olmadığını söylemeyin!”
Oldukça uzun bir süredir daha yeni (!) yaklaşım, daha havalı isimli (!) metodoloji, telaffuzu daha da zor jargon (!) bombardımanı altında olan “tasarım”, IDEO’nun kurucuları Tim Brown ve David Kelley’nin Design Thinking yaklaşımını popüler kültürün kucağına bırakmalarının akabinde nur topu gibi bir “Şimdi bu nereden çıktı? Tam kendime, ‘diğerlerini yeni öğrendim’ diyordum, başa sarıp bir de Design Thinking’i mi anlamam gerekecek,” sorunu bıraktı.
Jared Spool’un makalesini okuyana kadar, Türkçeleştirdiğimiz vakit, “Tasarım odaklı düşünme” gibi oldukça anlaşılabilir bir karşılığı olan Design Thinking, “Nasıl oldu da bu kadar hızlı yayıldı,” ve daha da önemlisi “Nasıl oldu da bu kadar çabuk sonuç vermeye başladı,” diye iç sesimle sohbet ededuruyordum. Makale, sohbeti bıçak gibi kesti. Aradığım yanıtı, bulmamı sağladı.
Taş çorbası yapan gezginin hikâyesi
Taş çorbasının hikâyesi, bir gezginin seyahatinde uğradığı bir köyde geçiyor. Uzunca bir mesafe yol kat etmiş olduğu için aç ve susuz olan gezgin, köye girdiğinde karşısına gelen ilk hanenin kapısını çalıyor ve “Tanrı misafiriyim, hem de oldukça aç bir misafir. Benimle yemeğinizi paylaşabilir misiniz,” diye soruyor. Tanrı misafirlerini reddetmek geleneğe aykırı olsa da ev sahibi köyün oldukça kurak günler yaşadığını, evdeki yiyeceklerin ancak kendi ailesine yeteceğini söyleyerek gezginin talebini geri çeviriyor.
Gezgin teşekkür edip, bir sonraki hanenin kapısını çalmak için ayrılıyor. Bir sonraki ve hatta daha sonraki tüm denemelerinde, ev sahiplerinden aynı yanıtı alıyor. Hava kararıp, ümidi de tükenmeye başlayan gezgin, köyün meydanına gelip, bağdaşını kurup oturuyor. Çantasından bir kâse çıkarıyor, birkaç çalı çırpı topluyor, ateşini yakıyor ve ateşin üzerine kâsesini yerleştiriyor. Çevresindekiler “Adam boş kâseyi ateşe koydu, deli midir nedir,” diye bakadursunlar, elini yine çantasına atarak çantasından bu defa alelade bir taş çıkartıyor ve ateşin üzerindeki kâsenin içerisine atıveriyor. Meraklı bakışların sayısı artmaya başlarken, yerden aldığı bir dal ile kâseyi karıştırmaya başlıyor.
Yanına yaklaşan ilk meraklı köylü, “Hayırdır gezgin? Burada ne yapıyorsun,” diye soruyor. “Taş çorbası yapıyorum” diye yanıt veriyor gezgin, kendinden oldukça emin bir ses tonuyla. Aldığı yanıtla dumura uğrayan meraklı köylü “Taştan çorba mı yapılırmış,” diye sormaktan kendisini alamıyor. Meraklı köylünün şaşırmış yüz ifadesine aldırış etmeyen gezgin gözü ateşte, bir yandan çorbayı kavuruyor bir yandan da “Hem de çok güzel yapılır. Keşke içerisine katabileceğimiz biraz da suyumuz olsaydı. Su ilave edince tadından yenmiyor” diye yanıt veriyor. Meraklı köylü kontenjanına kaynak yapan 2. köylü “Benim evin orada bir kuyum var. İstersen hemen bir kova su kapıp gelebilirim” diye sohbete atlıyor. Sonra yanıt bile beklemeksizin bir koşu evine gidiyor, bir kova suyla geri geliyor. Gezgin, suyu kâsenin içerisine döküyor ve karıştırmaya devam ediyor.
Ateşin başı hızla kalabalıklaşırken, güruh içerisinden bir ses yükseliyor: “Nasıl olacakmış bu taş çorbasının tadı?” Gezgin istifini hiç bozmadan “Aslında doğruyu söylemem gerekirse, taş çorbasına asıl tadı veren, içerisine eklenen havuçlardır. Keşke biraz havucumuz olsaydı” diye soruyu yanıtlarken, emri almış asker edasıyla gruptaki bir diğer köylü hızla kaybolup, aynı hızla elinde üç havuçla geri dönüyor ve havuçları gezgine uzatıyor. Gezgin havuçları doğrayıp çorbaya katıyor ve sohbet bu defa sorularla değil “Benim evde de biraz yeşillik vardı, getireyim mi,” ve “Biraz da et eklesek çok daha güzel olmaz mı,” gibi proaktif önerilerle seyrini devam ettiriyor. Ta ki meydandaki tüm köylüler ve onların haber saldıkları diğer köy sakinleri, evlerinde ne var ne yok meydana getirip, çorba içerisine katana kadar. Gezgin ve köy ahalisi, ateşin başında devasa bir halka oluşturmuş, bir yandan sohbet eder, bir yandan da çorbanın pişmesini beklerken geçen dakikaların hesabını bile tutmuyor, uzun süren açlık ve sefillik dolu günlerin sıkıntılarını kısa süreyle dahi olsa unutmuş görünüyorlar.
Nihayet gezgin çorbanın kıvama geldiğine karar veriyor ve aşını etrafındaki tüm köylülerle paylaşıyor. Oldukça keyifli bir sohbetin ardından gece sonlanırken gezgin tüm köyün odağının kendisinde olduğundan emin olduğu o anda dönüp “Bu gece sizler olmasanız taş çorbası bu kadar lezzetli olamazdı. Minnettarlığımı ifade edebilmem ve benden sizlere bir anı olması için kâsenin dibinde kalan bu taşı sizlere hediye etmeme izin verin. Ne zaman bir kuraklık olur, yemek bulmak zorlaşır, o zaman bir araya gelir, taşı bir kâseye koyar sonra da her birinizin evlerinden getirecekleriyle bugün hep birlikte afiyetle yediğimiz taş çorbasını yapar, beni anarsınız” diye sesleniyor. Taşın ve gezginin anlamlı sözleriyle büyülenen köylüler çılgınca alkışlıyor ve oldukça mutlu, umutlu bir şekilde gezgine köyün çıkışına kadar eşlik ederek onu bir sonraki macerasına uğurluyorlar. Köyden az biraz uzaklaşan gezgin, yerden bir taş görüyor ve durup, gülümseyerek, taşı yerden alıp, çantasına atarak yoluna devam ediyor.
Design Thinking için cepleri taşlarla doldurmanın zamanı
İşte, Design Thinking benim için, o taş. Tüm köyü ortak bir sorunu çözebilmek adına bir araya getirebilmeyi ve çözümü tasarlarken de birlikte çalışmaktan zevk alabilmeyi mümkün kıldıran taş. Taşta bir sihir olduğunu, düşünmeyin. Onun sayesinde ortak bir payda yaratıp, çözüm üzerine odaklanabiliyoruz. Onun sayesinde sonunda ne olacağından çok, adım adım süreçten tat alabiliyor, birbirimizin görüşlerini dinliyor, fikir alışverişi yapıyor, kimse bize bir şey dayatmadan, gönüllü bir şekilde “tasarıma katkıda bulunabiliyoruz.”
Yıllardır tasarımı dekorasyondan ibaret gördük. Artık önce problemi tespit edip, sonra çözüm süreci hep birlikte adım adım tasarlıyor, kendimizi ortaya çıkarttıklarımızı bir parçası olarak görebiliyoruz. Birlikte düşünüyor. Birlikte tasarlıyoruz.
İşte hepimiz eğer ki buna “Design Thinking” diyorsak, ceplerimizi taşlarla doldurup yola çıkmanın zamanıdır.
Yakup Bayrak
SHERPA Kurucu Başkanı
Yorumlar