Skip to main content

“Pilim yüzde 30 sokağa çıkıyorum ya biterse” diyoruz randevumuza geç kalmak pahasına yarım saat daha evde, işte kalarak şarjımız bari yüzde 70 olsun kafamız rahat etsin kafasıyla işimizi gücümüzü yapamaz hale geliyoruz. Arkadaşlarımızı bekletiyoruz, annemizi babamızı sokaklarda süründürüyoruz. Bu bağımlılıktır.

“Teknoloji bağımlılığı” dediğimiz şey genellikle teknolojinin kendisi değil aslında. Şöyle anlatmaya çalışayım: Aslında bluetooth teknolojisine bağımlı değiliz, aslında telefonumuzun yüksek teknolojiye sahip ekranına bağımlı değiliz, aslında telefonumuzun kamerasına bağımlı değiliz. Aslında bağımlısı olduğumuz teknolojinin imkânlarıyla geliştirilen uygulamalar ve onların alt uygulamaları. Yani, aslında biz teknoloji yancısı olmaya bağımlıyız. Facebook, Instagram, YouTube, Twitter, Tinder, bilimum basit oyun vs say say, bitmez. Biz onların bağımlısıyız. Yani, koskoca eko sistemin içerisinde üretmeden, sadece tüketerek var olmaya çalışıyoruz. Üstelik orada görünmezsek, “bittik!” gibi de bir kafa yapımız var ki, arızaların başlangıç noktası buraya dayanıyor. “Pilim yüzde 30 sokağa çıkıyorum ya biterse” diyoruz randevumuza geç kalmak pahasına yarım saat daha evde, işte kalarak şarjımız bari yüzde 70 olsun kafamız rahat etsin kafasıyla işimizi gücümüzü yapamaz hale geliyoruz. Arkadaşlarımızı bekletiyoruz, annemizi babamızı sokaklarda süründürüyoruz. Bu bağımlılıktır. Kimse inkâr etmesin. “Eskiden telefon mu vardı,” klişesi işte tam buraya gider diyerek şuraya yazayım. Asıl sorun ne biliyor musunuz? Sokakta yarım saat bekleyen arkadaşımıza, “Telefonumun şarjı yüzde 30’du onu biraz şarj etmek zorundaydım” dediğimizde onun tepkisi, “Ha, iyi etmişsin o zaman ben de olsam şarj eder çıkardım” diyor olması inanılmaz! Bu tutsaklaşmadır. Başka bir açıklaması yoktur. Bu ve benzeri sorunları okurken gözünüzde eminim canlandırdınız. Etrafınızda evinizde böyle insanlar var. Hatta, belki zaten siz böylesiniz. Yapmayın!

Şimdi işin bir diğer tarafına geçiyoruz. Burada iş biraz çetrefilleşecek. Profesyoneller.
Evet, profesyonel dijital insanlar. Yani, ben gibiler. İş burada ikiye ayrılıyor. Ben kendimi bilinçli ve etik kalmaya çalışanlar tarafında tutmaya inanılmaz bir gayret sarf ediyorum, baştan söyleyeyim.
Bu alanda üretmeden tüketenler diye yukarıda bahsetmiştim. Şimdi kendisi için üreterek tükettiren, başkası için üreten ve tükettiren, kendi üzerinden başkaları için üreten ve tükettirenler var. Kim bunlar? Niye bu işi yapıyor?
Yine kendim üzerinden örnekleyeceğim ki, kimse rahatsız olmasın.

Ben dijital dünya için kendi kendime ürettiğim özgün içeriklerim ile takipçilerimle etkileşim içindeyim. Bu en keyifli olan kısmı. Ben zaten o içerikleri üretirken keyif alıyorum, tek farklı durum paylaşıyor olmam. YouTube, Instagram, Facebook ve Twitter üzerinden çeşitli paylaşımlar yapıyorum. Bireysel olarak yaklaşık aktif 300 bin kişi ile etkileşim halindeydim. Bu benim için büyük bir rakam. Yavaş ve sağlıklı bir şekilde bu sayı her geçen gün artmaya devam ediyor. Dikkat edin, “yavaş” dedim. Hızlı artıyorsa işin içerisinde benim kontrolümde olmayan yanlış giden bir şey var demektir. Bilinçli, etik, dürüst olduğunuzda hızla milyonlarca takipçi sayısına ulaşmanız pek mümkün değil. Mümkün tek bir tarafı var ama onun için ağır bedeller ödemeniz gerekebilir. Burada saygınlık devreye giriyor. Sabun köpüğü içerikler üreterek büyük kitlelere ulaşmak mümkün. Bunun sonuçlarına sabun köpüğü gibi oluyor. Yani, o tarz içerikleri üretmeyi bıraktığınız an tüm etkileşim balonunuz sönüveriyor. O yüzden yavaş, etik, bilinçli ve saygın olmak önemli. Bunun için çok güçlü durmak gerekiyor. Kesinlikle çok güzel bir karşılığı da var.

Kendi üzerinden başkaları için içerik üretmek

Bunu ben de yapıyorum. Elbet gelir etmek zorundayız. Bu da artık bir iş alanı. Bunu çoktan kabul ettik. Bu alanda çatırdama başlıyor işte. Bir grup var ki, korkunç. Parayı vererek istediğiniz gibi içerik ürettirebiliyorsunuz. Bu çok büyük bir kâbus işte. Bir yazımda YouTuber’ların bir mecra olduğunu kanalın sahiplerinin de medya patronu olduğunu yazmıştım. Evet, bu çok doğru o kanalın sahibi de biziz, çalışanı da. Bu kanal için üretilen tüm içeriklerden de sonuna kadar biz sorumluyuz. Yani, her parayı veren için istediği içeriği üreteceğimiz anlamını çıkartmamak gerekiyor. Bazı ajanslar, markalar, kanal sahipleri bu alanda ciddi hatalar yapıyorlar. Büyük markalarımız ve büyük ajanslarımızı bu konunun içinden çıkartıyorum. Onlar etik değerler konusunda gerekli gelişimi tamamladıkları için yanlış yapmıyorlar. En azından yanlış yapmamak adına hassasiyet gösteriyorlar diyelim. Büyük sorun merdiven altı ajanslar, markalar ve içerik üreticileri arasında dönüyor. Bastır parayı al içeriği, üstelik satılmak istenen ürün ile ilgili en ufak bir fikri bile olmayan, Sağlık Bakanlığı veya Tarım Bakanlığı’ndan onaylanmamış belki kaçak olarak piyasa sokulan ürünler var. Matah bir şeymiş gibi içerik üreticisi öve öve bitiremediği ürünü nereden alacaklarının linkini paylaşıyor. Sonra, gelsin satışlar. Hatırlarsanız, uydu kanalları bir ara coşmuştu. Tankerle bal, sağlık ürünü, makyaj ürünü vs satışları olurdu. Mağduriyet tavana vurunca müdahale edilmiş, bir ayar verilmişti. Şimdi onlar internet ortamını keşfettiler. Bu alanda bir kaotik durumda ‘fenomen’ enflasyon oranlarında. Eskiden güvendiğiniz birkaç kişi, gazete ve TV varken bir şekilde onlardan aldığınız bir bilgi ile örneğin tatilinizi planlaya biliyordunuz. Şimdi zibilyon tane hesaptan ne kadar da güzel tatil köyü, butik otel, restoran salaş balıkçı vs reklamına maruz kalıyor, yanıltılıyorsunuz. En azından kafanızı karıştırıp tuzağınızdır düşme ihtimalinizi arttırıyorlar. Bu alanda çok ciddi önlemler alınmak zorunda.

Sağlıklı bilgiye erişim için eğitim şart

Bir diğer başlığımız başkası için içerik üretenler. Yine kendimizden bir örnekle ateşleri üzerimize çekelim, başkaları rahatsız olmasın. Bu alan kurumların sosyal medya hesaplarını yöneten onlar için içerik üretenlerin olduğu alan. Bu alanın en büyük sorunu ajans tarafının marka tarafına yeterince dürüst olmaması ve parasının gereksiz harcanması en büyük sorun. Marka tarafının da ajans tarafına haddinden fazla baskı kurması ulaşılması zor, hatta imkânsız hedefler koyarak ajansın yanlış yapmaya itilmesi. Bizim bu konuda çok hassas olduğumuzu çalıştığımız marka çok iyi biliyor. Biz de onları anlamaya çalışıyor ve en sağlıklı şekilde ilerliyoruz. Bunu lafla değil somut sonuçlar ile gördüğümüz için her iki taraf mutlu diyebilirim. Unutmadan, son bir konu daha var: Bu alanın en büyük problemi yine iki tarafın birlikte yarattığı bir durum. Az para veren marka ve çok markalı ajans durumu. Bu kangren bakalım ne zaman çözülecek?

Hem sektörel sorunlar hem son kullanıcılar tarafından baktığımızda bu dijital ekosistemin güzel yanları kadar sorunlu yanları da bir hayli fazla. Bireyler olarak bağımlılık haline getirdiğimiz dijital teknolojiler konusunda yapılması gerekenler;

Anaokulunda dijital bağımlılığa karşı bilinçlendirme başlamalı. Teknolojinin içine doğan bu jenerasyona dijikültür doğru aşılanmalı.

Bizim gibi evrilmenin ortasında kalanlar ise çok daha dikkatli olmak zorunda. Bağımlılık seviyesinde olanların tedavileri yapılmalı. Sağlıklı bilgi bulma yani bilgi madenciliği konusunda herkes eğitilmeli. “İnternette gördüğümüz her şey doğrudur” bakış açısı acilen düzeltilmeli. Yeni nesil bu konuda çok sıkıntılı. Google’da arama düğmesine basıyor ilk sayfada olan bilgileri şöyle bir okuyor ve iki satırlık bilgilerin doğruluğunu sınamadan inanıyor. Üstelik en kötüsü buradan aldığı bilgi yanlış olsa bile doğrusuyla düzeltmeye kalktığınızda asla bunu kabul etmiyor. Yani, yanlış bilgi öyle kaynıyor.

Sonuç olarak teknoloji ve onun ekosistemi doğru kullanıldığında tadından yenmeyen hayatımızı kolaylaştıran, yeri geldiğinde eğlenceli bir hale sokan bir yapı. Onu doğru kullandığımız sürece bir sıkıntı yok. Şimdi geç kalınmış sayılmaz. Yanlış giden bir şeyler olduğu da ortada. Bunu düzeltmek için topyekûn bir harekete ihtiyacımız var. Başta da dediğim gibi fikirleri ortaya dökelim yani sizler de görüşleriniz ve önerilerinizle katkıda bulunun. Ortak akılla bu işin içerisinde çıkmış oluruz. Çıkmazsak eğer, vay halimize…