Gelecek on yıllar boyunca üzerinde bolca konuşacağımız Blockchain kavramına ait hikâyemiz günümüzden yaklaşık 12 bin yıl önce başlıyor. Bugün orta Afrika’da yer alan Kongo Cumhuriyetinin doğusunda, Uganda sınır çizgisinin ikiye ayırdığı Edward adında küçük bir göl bulunuyor. Afrika’nın yeşile hasret kalıp sarıya çalan rengiyle pek çok vahşi yaşamın arşınladığı bozkırlarına hayat kaynağı olan bu küçük gölün Kongo tarafında kalan batı kıyısındaki bölgenin adı haritalarda İşango olarak geçiyor. Normal şartlar altında bizler için turistik bir anlamdan fazlasına sahip olmayacak bu bölge, tüm insanlığın kökeni kadar günümüz teknolojisini daha iyi anlamak için insanlık tarihindeki en önemli bulgulardan birisine ev sahipliği yaptığı için bu sayfalarda kendine yer buluyor.
Bilim insanlarının hâlâ yaşı konusunda tam emin olamadığı ancak Afrika’nın İşango bölgesinde bulunduğu için İşango Kemiği adı verilen tarihi bulgu en az 12 bin yaşında ve bu kemiği bu kadar önemli kılan üzerinde insanlar tarafından yapıldığını bildiğimiz işaretler. Bu işaretlerin bugün dahi tam olarak ne anlama geldiğini bilmiyoruz ancak kesin emin olduğumuz şey İşango kemiğinin insanlık tarihine ait en eski veri kaydı örneği olması.
Bizim için, Belçika Kraliyet Doğal Bilimler Enstitüsünde sergilenen bu kemikle başlayan hikâyemizden günümüze geçen 12 bin yıllık süreçte insanlığın giderek artan bir gayret ve çaba ile bilgiyi veri parçaları haline dönüştürmek için yollar keşfettiğini, bu verileri farklı araçlar ile kayıt altına almaya çalıştığını görüyoruz. Zamanla çizgilerin yerini karmaşık sembollerin aldığını, daha sonra sembolik alfabelerin akabinde modern harflere dayanan alfabelerin oluştuğuna şahit oluyoruz. Binlerce yıllık bu macera içinde insanlık verilerini kaydetmek için taş tabletleri, hayvan derilerini, papirüsü ve kâğıdı kullanıyor. Sadece yöntemler ve araçlar değil, veriyi kayıt etme tekniklerini de geliştiriyor ve Çinliler ahşap blokların üzerine sembollerini oyarak tarihte ilk matbaayı geliştiriyor. Bu sayede devasa büyüklükteki bir imparatorluğu yönetmek mümkün hale geliyor.
Modern zamanlara yaklaştığımızda Gutenberg dökme demir harfler ile ilk dizgi matbaayı keşfederken, 1801 yılında bir Fransız Mühendis olan Joseph Marie Jacquard tarihte ilk kez veriyi insanların ürettiği ama makinelerin anlayabileceği delikli kart teknolojisini geliştiriyor. Delikli kartlar o dönemde dokuma tezgâhlarında motiflerin insan müdahalesi olmaksızın kumaşlara aktarılmasını mümkün hale getiriyor.
Elektriğin gücünü kullanmaya başlayıp hemen akabinde elektronik biliminde yol aldıkça veriyi önce manyetik şeritlere sonra disketlere ve sabit disklere kaydediyoruz. Günümüzde neredeyse sahip olduğumuz her elektronik cihaz bir şekilde internete bağlı hale dönüşürken veri artık bulut adını verdiğimiz ve mekânı, donanımı ve yazılımı ile ilgilenmediğimiz platformlarda bizim için kaydolup, işlenip tekrar bize sunuluyor.
Peki, neden?
İnsanlık tarihi boyunca veriyi neden bu kadar yoğun şekilde kayıt altına almamız gerektiğini düşünecek olursak aklımızdan pek çok farklı sebep ve neden geçebilir. Bu düşüncelerin özünde ise antropologların insan topluluklarının yapısı üzerine bir keşfi yatıyor. İnsan toplulukları 100 ila 150 kişi arasında bir büyüklükte olduklarında topluluk içinde herkes bir birini tanıma imkânına sahip oluyor. Bu güvenilir ve güvenilmez bireylerin kimler olduğunu hafızanızda tutma ve buna göre hareket etme kabiliyetini sizi veriyor. Sözel iletişim topluluğun düzeninin devam etmesi için yeterli olurken topluluğun nüfusu 150 kişiyi geçmeye başladığı andan itibaren artık tanıdığınız insan sayısı hızla azalıyor. Daha büyük ancak organize olmuş ve gelişmiş topluluklar ve buna bağlı medeniyetler oluşturmak için bilgiyi oluşturan veriyi kayıt altına almak, aktarmak kaçınılmaz bir ihtiyaca dönüşüyor. Toplumun kendi arasındaki mutabakatını kayıtlı veriler sağlıyor.
Farklı bir şekilde ifade edecek olursak günümüzde medeniyetimizin birer meyvesi ve çekirdeği hükmündeki organizasyona sahip tüm yapılar aslında birbirini tanımayan insanlar arasındaki mutabakatı tesis etmek için varlar. İnsanlar birbirine güvenmek ve ortak paydalarda buluşmak için veri kayıtlarına ihtiyaç duyuyor ve bunu tesis etmek içinse yine ortak paydaşlarında buluştuğumuz çok farklı merkezi yapılar kurmuş durumda; şirketlerimiz, derneklerimiz hatta devletlerimiz… Bu merkezi yapılar sadece mutabakatı sağlamakla yükümlü değil aynı zamanda onu korumakla da yükümlü otorite gücünü ellerinde tutuyorlar.
Otoriteye başkaldırı: Blockchain
2008 yılında küresel finansal kriz patlak verdiğinde insanların kaybettiği para yerine konulabilirdi ve aradan geçen yaklaşık 10 yıllık dönemde bunu bir şekilde başardık. Ancak 2008 yılında insanların varlıklarını emanet etmek üzer faaliyet gösteren bankalara karşı güvenleri sarsıldı. Sadece bankalara değil onları denetleyen kurumlara ve hatta devletlerine karşı güven zedelenmesi yaşadılar. Tam bu esnada bugün hâlâ bir erkek mi, kadın mı yoksa bir grup mu olduğunu bilmediğimiz Satoshi Nakamoto adında gizemli bir isim “Eşler Arası Elektronik Para Birimi: Bitcoin” adında bir makale yayımladı.
Nakamoto’nun makalesinde yazanların felsefesi basit bir mesaj veriyordu: “Birbirini tanımayan insanlar arasında merkezî organizasyonlara ihtiyaç olmaksızın mutabakatı sağlayabiliriz ve bunu yaparken manipülasyona izin vermeyecek şekilde modern teknolojiyi kullanabiliriz.” Lütfen bu paragrafı birkaç kez daha okuduktan sonra yazıya devam edin.
Nakamoto bu yaklaşımını Blockchain adını verdiği dağıtık bir veri kayıt sistemi ile sağlıyor ve sistemin çalıştığını ispatlamak için Bitcoin adında bir uygulamayı detaylandırıyordu. Bu yazının yazıldığı an itibariyle sistem o kadar mükemmel şekilde işliyor ki, Bitcoin Blockchain ağında, tek bir Bitcoin kaydını içeren ufak bir sayısal veriye sahip olmanın bedeli 6 bin doların üstüne çıkmış durumda. Burada Bitcoin’i değerli kılan şey onun sınırlı şekilde üretilmesi veya arz talep dengesi gibi faktörlerden elbette etkileniyor ama daha önemli olan dünyanın dört bir yanından birbirini tanımayan insanların, merkezî bir yapı olmaksızın, birbirine güvenmeseler dahi bu dağıtık yapıya olan inançlarından kaynaklanıyor.
Bitcoin Blockchain teknolojisinin öncül bir uygulamasından başka bir şey değil. Bu teknolojinin kullanılabileceği alanlar mutabakata dayalı her türlü kayıt ve işlem gerektiren alanlarda hayal gücü ile sınırlı.
Blockchain yangını
Blockchain; bir felsefeyi teknolojinin imkânları ile birleştiren çok güçlü bir araç. Günümüzden 12 bin yıl önce İşango bölgesindeki insanlar bir Babun kemiği üzerinde neyin kaydını tutmuşlardı, bilemiyoruz. Bence bugün Blockchain üzerinde tutulan verinin ne olduğu da benzer şekilde önemli değil. Önemli olan artık bir aracıya ihtiyaç duymadan medeniyeti oluşturan bireylerin arasında bir güven ve mutabakat köprüsü kurmak için etkin bir araca sahip olması. Henüz yolun çok başındayız. Eğer teknolojimiz türümüzün sonunu daha önce getirmezse 12 bin yıl sonra antropologlar Blockchain teknolojisini insanlık tarihindeki yeni dönüm noktasının en önemli örneği olarak kayıtlara geçireceğini şimdiden söyleyebiliriz.
Ahmet Usta, Teknoloji Yazarı
Yorumlar