Yazıma teknoloji konusundaki fikirleriyle yıllardır ufuk açan Kevin Kelly’nin bir tanımıyla başlamak isterim: “İnternet sayesinde insanlık tarihinin en büyük ve en sorunsuz makinesini inşa ettik”. Bu noktadan itibaren bir kısmınızın gözünde ‘tekrara düşme’ riskini göze alarak, en son ortaya atacağım fikrin köşebendini çizebilmek adına bazı temel kavramları masaya sermek istiyorum.
İnternetin kurulma sebebi bir savaş sırasında yıkılmayan, kesilmeyen, işlemeye devam eden bir komuta kontrol altyapısı oluşturmaktı. Bu özelliğini yıllar sonra sivilleşip halka ‘indiği’ dönemde de korumayı başardı. Milyonlarca internet sitesi, sosyal ağ ve veri tabanı üstünde çalışan internet, rakamlarla ifade etmekte dahi başarısız kaldığımız, kelimenin tam anlamıyla ‘devasa’ bir küresel sistem. Ve şimdiye kadar -kısmi ve kasti vakalar haricinde- hiç durmadı, aksamadı ve kesilmedi. Üstelik milyarlarca insana (ve çok daha fazla sayıda cihaza) ortak standartlar aracılığıyla sayısız hizmet sunuyor.
En büyük sorun, popüler sosyal ağların kullanıcılarını hapsetme eğilimi
Ne var ki, son yıllarda yapısal anlamda değişen bazı şeyler var. Üstelik bu seferki değişim, küresel ağın bekasını tehdit eder nitelikte ilerliyor. En büyük sorun, popüler sosyal ağların kullanıcılarını hapsetme, çitlerle çevirme eğilimi. En popülerinden örnek vermek gerekirse Facebook yazıları sadece onun sitesinden okumamızı, fotoğraflara oradan bakmamızı, videoları oradan izlememizi ve şarkıları kendisinden dinlememizi istiyor.
Bu amaçla ‘Instant Articles’ gibi şirinliklerle yayıncıları dahi içeriklerini doğrudan Facebook içinde üretmeye (veya barındırmaya) zorluyor. Facebook içinde yer almak da yetmiyor. Çünkü parayı bastırıp ‘iltimas’ satın almadan, kendi takipçilerinize dahi ulaşmak neredeyse imkânsız hâle gelmiş durumda. Dahası, bu içeriklerin tamamı Facebook içine hapsoluyor. Onları başka bir sitede kullanmak, deveye hendek atlatmaktan hallice. Arama motorlarından o içeriklere ulaşmak mümkün değil. Ve ne ilginçtir; Google’ın sosyal ağlarında bile arama motoru ilkel düzeyde.
Başka bir deyişle, dünyanın en büyük sosyal ağı Facebook, Bill Gates’in 1995 yılında Windows 95 işletim sistemiyle kurmayı denediği ‘kendi içine kapalı alternatif internet’ hayalini gerçekleştirmeye çalışıyor. İşin garibi başarıyor gibi!
İnsanlığın kurduğu en büyük makine kendi tümörünü yarattı
Diğer bir sorunsa internetin açık ve birbirine bağlantılar kurabilen altyapısının aksine, mobil cihazlarda her şeyin (doğası gereği) uygulamalar içine hapsolması, birbirinden kopması, bağlanma imkanının kalmaması. Mobil kullanıcıların tercihi bu cihazların üreticilerinin rüzgârdan yelkenlerini doldurma hırsı yüzünden mobil arayüzler yerine uygulamalara kaydı. Uygulamalar ise bağımsız, müstakil, birbirinden kopuk adacıklar yarattı.
Bu savaş öyle bir seviyeye vardı ki, bazı uygulamalar -örneğin Instagram- rakip bellediği uygulamaların -örneğin Snapchat- link ve görsellerinin paylaşımını engelleme noktasına geldi. Bazı internet sitelerinin linklerini Facebook’ta paylaşamıyor oluşumuz gibi. Kullanıcıların bu duruma neden bu kadar sessiz kaldığını merak ederseniz bir araştırmanın sonucunu seviye tespiti adına hatırlatayım: Facebook kullanıcılarının önemli bir bölümü sorulduğunda internet kullanmadığını beyan ediyor!
Özetle, insanlığın kurduğu en büyük makine kendi tümörünü yarattı ve pek farkında olmadan vitaminlerle besliyor, büyütüyor.
Yeni bir emek türü olarak içerik ve emek ürünü olarak veri
Ve hatırlamış olalım; (bu bahiste her fırsatta tekrarlandığı üzere) Facebook ve benzeri içerik ağlarının platform oluşturma dışında hiçbir içerik üretimi yok. Apple ve Google ekosistemleri uygulama geliştiricileri olmasa bu kadar cihaz satabilir, bu kadar kullanıcıya sahip olabilir miydi? Ya da kullanıcılarının fotoğraf yüklemediği bir Instagram, müzik şirketlerinin içinde yer almadığı bir Spotify anlam ifade eder miydi? Elbette hayır.
İşte tam bu noktada, bu yazının asıl amacı olan tespit için zihnimizde yer açalım: “İçerik, yeni bir emek türü ve veri yeni bir emek ürünüdür.” Dünyanın dört bir yanından milyarlarca insan, farkında olarak ya da olmayarak ortaya koyduğu bu ‘tanımsız’ emek ile trilyonlarca dolar pazar değerine ulaşan devasa bir sistemi ayakta tutuyor. Sosyal ağlara etkileşim motivasyonuyla yüklediklerimiz bir yana, aynı hazzın peşinde bıraktığımız ayak izlerimiz dahi veri madencileri tarafından reklamverenlere analiz ve hedefleme verisi olarak dönüyor.
Bu emek türünün üreticisi tarafında hiçbir karşılığı yok
Emeğin hizmet, iş ve işveren tanımları içindeki klasik tanımları bu örnekte yetersiz kalıyor. Pazar değeri tarihte görülmedik noktalara ulaşan, salt marka değerleri dahi arşa değen markalar, bu refahı paylaşmayı bırakın; bu ücretsiz işgücünden neredeyse para isteyecek.
İnternetin kolektivist ruhunu -bir bakıma- istismar ederek yükselen bu devlerin e-ticaretten yayıncılığa, eğlenceden eğitime ne kadar çok alana gözünü diktiğini düşünecek olursak iş ve emeğe dair yeni tahlil ve süreçlere ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
Bu fikir bugün kiminize hayalci; hatta saçma gelebilir. Bir dönem internet sitesinde reklam yayınlamak da aynen öyle geliyordu. Profillerimizden başka kaybedecek neyimiz var?
Yorumlar