Çocukken babamdan dinlediğim hatıralardan en çok, onun kendi çocukluğuna dair elektriksiz anıları sarsardı beni. Güneş batınca tamamlanan günler, mum ışığında ders çalışan çocuklar gerçek olamayacak kadar çarpıcı gelirdi bana. Çünkü doğduğum günden beri evlerin içinde elektrik vardı. Işık, duvardaki bir düğmeye basmak kadar kolay ulaşılan bir varlıktı benim için. Elektrik benim için hiçbir zaman teknolojik bir gelişme olmamıştı. Güneş kadar, şu kadar doğal bir parçasıydı hayatın. Elektrik, onsuz günler yaşamış insanlar için müthiş bir teknolojik devrim olabilirdi ama onunla doğanlar için hayatın sıradan bir parçası.
Şu anın yetişkinleri, çocukluklarında internet ve cep telefonunun hiç olmadığı günler yaşadı. Bizlerin hayatına ilk giren yeni nesil ürünler onlar olduğu için; öncesini doğal miras kabul edip sonradan tanıştığımız yeniliklere teknolojik gelişme diyoruz. Bir önceki neslin teknoloji adını verdiği radyo ve televizyon bizler için eskiye dair kavramlar. Bizim teknoloji dediğimiz internet ve mobil de, şimdinin genç ve çocuklarının hayatında hep vardı. Onları hiç şaşırtmıyor.
Robotları tartışıyoruz bir süredir. Aslına bakılırsa, robotlar şu anın yetişkinlerinin hayal gücünde hep oldu. Mobil ve internet devriminden önce: bağlantısız bir dünyada dahi Kemal Sunal ve Fatma Girik’in oynadığı film Japon İşi’nden Jetgiller’e, Voltran’dan Star Wars’a hep robotlarla dolu bir gelecek hayal ettik. Ancak hayal ettiğimiz robot, insana benzeyen iki ayaklı iki kollu mekanik sesli bir devre yığınıydı. Hayallerimiz mevcut insan paradigmasından uzaklaşamıyordu. Evimize giren ilk robot, mutfak robotu olunca hayal kırıklığına uğradık. Zira soğan doğramaya yarayan bu cihazlar zihnimizdeki robot imgesinden bir hayli uzaktı.
Robotlarla arabuluculuğumuzu çocuklarımız ve torunlarımız yapacak
İki ayaklı robotlar, tek tük oyuncakları saymazsanız, gerçekleşmedi bir türlü. Demolarda tanıtımlarda kaldı, evlerimize giremedi. Robotları beklerken hayatımıza internet ve mobil teknolojiler girdi. Kodlama ve yazılım devrimiyle artık gerçekten robot üretebilecek bir seviyeye geldik. Hem de komutlarımızı algılayan, düşünen, öğrenen robotlar.
Japon İşi filmindeki gibi insana çok benzeyen bir vücuda sahip olmak zorunda değiller. Beklentimiz şekilsel değil. Öğrettiğimiz işleri yapsınlar, yeter. Hatta, uzun yılların kurgularının aksine birçok robotun fiziksel bir varlığı da yok. Bilgisayar ya da telefonumuzdaki bir yazılımdan ibaret olabiliyorlar.
Robotların hayatımıza girmesiyle, yeni bir evrenin açılacağını artık insanlığın asla eskisi gibi olmayıp özünü yitireceğinden endişeleniyoruz. Halbuki bu her kuşağın teknolojiye doğal direncinden başka bir şey değil. Bisiklet, televizyon ve bilgisayar gibi birçok mekanik ve teknolojik sıçrama “şeytanî” olarak adlandırıldı. Çünkü dönemin mevcut kuşakları için sonradan beliren bu teknolojik gelişmeler bir tehditti.
Nasıl ki, bugün dört işlem yapan hesap makineleri ve soğan doğrayan mutfak robotlarıyla barışık bir ilişkimiz varsa, yakın geleceğin öğrenen makineleri ve akıllı robotlarıyla da benzeri bir ilişkimiz olacak. Ve bu güzel ilişkinin arabuluculuğunu da robotların olduğu dünyaya doğan çocuk ve torunlarımız yapacak.
Yorumlar