Skip to main content

Dünyanın öngörülebilir versiyonu çoktan seçildi. Söyledikleri ve yaptıkları hoş bulunmasa da öngörülebilir olan her ülke, liderler, kurumlar bir şekilde ayakta kalır.

Sistem öngörülemeyeni sevmez, onu bünyeden atmaya çalışır.

Pazarlamanın çarkları da aynen böyle çalışır.

Dijital devrimi yaşayalı çok oldu.

Büyük veri devriminin içindeyiz ve yapay zekaya doğru hızlıca yol alıyoruz.

Tüm bu süslü kavramlar, bu olguların altında yatan derin ama bir o kadar da basit motivasyonları görmemizi engelliyor. Kendi yarattığımız kavramlardan büyüleniyoruz.

Sevdiğim bir arkadaşım sürekli der, dünyayı kelimeler yönetir. Süslü kavramlar dünyayı yönetiyor.

Kelimelerin büyüsüne kapılınca, çerçeve önce oluşuyor sonra da kapanıyor. Bir daha içine giremiyoruz, içine yeterince bakamıyoruz.

Biz yine de bakalım.

Komplo teorilerine sürüklenmeye gerek yok.

Tüm bu süslü kavramların altında çok basit bir motivasyon var, bunu bizi hedef kitle olarak ucuzlatmak için yapıyorlar.

İnsanı bir ürüne dönüştürürsen, ürünün maliyetini düşürüp, daha çok satmak istersin.

Maliyet düşürmenin de yolu, bu insanı daha öngörülebilir hale getirmekten geçer.

İşte algoritmalar iz bıraktığımız her yerde bu motivasyon çerçevesinde devreye giriyor.

Bizi sıfırlar ve birler dünyasına çekmeye çalışıyorlar.

Algoritmalar için ben Akan değilim. İki kız çocuğunun babası, Başak’ın eşi değilim.

Ben sadece bir tüketiciyim.

Ve beni ben yapan en değerli özelliklerimin, sadece tüketim kalıpları içinde bir anlamı var.

Tüketimimle ilgili bir şey demiyorsa, önemsizdir o özelliğim.

Tek görevim sosyal medyada harcadığım süreyi artırmam, sosyalleşmek adına beğenmem, beğenilmemem, arada sırada kızmam ama sürekli iz bırakmam.

Durmadan, sonsuz bir döngü içinde, iz, iz, iz.
Bu yazılımlar beni tanıdıkça, zaaflarımı da tanımış oluyorlar.

Yeterince iz bıraktıktan sonra, artık beni bana yansıtmaya hazırlar.

Özgürlük alanlarımı daraltmaya başlıyorlar.

Neyi göreceğime, neye nasıl tepki vereceğime artık onlar karar veriyorlar.

Benim algı alanımı daraltmaya ve sadece bana benzeyenleri bana yansıtmaya başlıyorlar.

Zaman geçtikçe alanım daralıyor.

Her yer ve her şey bana benzerlerle dolu.

Artık kendi sesimi duyar haldeyim. Bir odada yankılanıyorum.

Normal ve standart olanlar ile ilgili kafam karışmaya başlıyor.

Herkes ve her şey bana benzer ise, yeni normal o zaman benim.

İşte yeni normal ben ve bana benzerler ise, kısa yoldan sonuca varmak isteyen beynim bana benzemeyen hiçbir şeye tolerans göstermek istemiyor.

Dünyayı algılama şeklim değişmeye başlıyor.

Benden farklı olana toleransım azalıyor.

Neden normal değiller? Neden biz normaller gibi düşünemiyorlar?

Bana benzemeyen, benim gibi düşünmeyenler, normalden birer sapma. Cezalandırılmayı hak ediyorlar.

İşte bu yüzden sosyal medyada linçler ve öfke artıyor. Herkes bir diğerini sapma olarak görüyor.

Bu yolun sonunda bu işin sorumlusu kişiler mi, algoritmalar mı, yoksa bu algoritmalardan para kazanan o devasa platformlar mı?

Görünen o ki, hiç kimse.

Peki bu oyunun kuralların nasıl değiştirirsiniz. Bu kısır döngüyü nasıl kırarsınız?

Bu öngörü oyununun parçası olmayı bırakırsanız.

Öngörülebilir olmaktan çıkarsanız.

Peki nasıl?

Bunu da bir sonraki makalede konuşuruz.