7 Aralık 1941 günü Japon İmparatorluğu Deniz Kuvvetleri Pearl Harbor baskını ile ABD Donanması ve hava kuvvetlerine büyük bir darbe indirmişti. Bu saldırı ile gücü çok zayıflayan ABD sonraki yıllarda Japon İmparatorluğu ile mücadeleye devam etse de yol alamadığını görmüş ve en nihayetinde Başkan Truman 6 Ağustos 1945 günü sabahında Hiroşima’ya ilk atom bombasının atılması emrini vermişti. Bu saldırı neticesinde o dönem Asya Pasifik’te egemen güç olan Japon İmparatorluğu savaşı kaybetmiş ve teslim olmuştu. Japon tehdidinden kurtulan ABD ise şimdi yeni rakibiyle karşı karşıyaydı: Sovyetler Birliği. Aynı dönemde senatör olan McCharty, komünist düşmanlığını ABD içinde hızla yaymakta, yoğun anti-propaganda faaliyetlerinde bulunmaktaydı. Bu süreçte ABD yönetimi Japon tehdidinden sadece iki bombayla nasıl kurtulduğunu tekrar hatırlamış ve kendisinin de bu şekilde pasifize edilebilecek olmasından ötürü büyük bir endişe duymaya başlamıştı. En büyük korku ise Robert J. Oppenheimer tarafından geliştirilen atom bombası sırlarının ABD ajanları tarafından Sovyetlere satılmış olabileceği durumuydu. Aynı dönemde Sovyetlere atom bombası sırlarını sattığından şüphelenilen Amerikan İşçi Partisi üyesi Rozenberg ailesi gibi onlarca aile ve kişi de ortada düzgün hiçbir kanıt yokken idam edilmişti.
ABD ordusu, en önemli ‘silah’ının iletişim olduğunu fark ediyor
Bu dönemde Sovyetler’in nükleer bomba üretmiş olabileceği endişesi karşısında ABD ordusu, böyle bir saldırıya karşı olası kayıpları değerlendirmiş ve aslında bir ordunun sahip olabileceği en değerli silahın “iletişim” olduğunu fark etmişti. Ordu içerisinde iletişim yoksa emir komuta da olamayacağından ordunun görev yapması imkânsız hale gelecekti. İşte tam da bu yıllardan sonra ABD, Advanced Research Project Agency (ARPA) bölümünü kurdu ve çok gizli koduyla ordu içi iletişimi nükleer saldırılarda bile koruyabilmek üzere ARPANET sistemini geliştirmeye başladı. Merkezî bir yapıya sahip olmayan ve ordunun tüm birimlerindeki iletişim istasyonlarını birbirine bağlayan bu iletişim hattı içerisinde bazı istasyonlar vurulsa bile bilgi dalgalar halinde diğer istasyonlar üzerinden akmaya devam edebiliyordu. Dünyanın bu ilk ağ tabanlı iletişim sistemi sonrasında çeşitli öncüler ve CERN’in de desteği ile geliştirildi ve tüm dünyanın kullanabileceği “international net” yani internet oluşturuldu. Kısacası internet nükleer bomba vurduğunda bile yok edilemeyecek bir sistem olarak tasarlandı. Nerede kaldı onu sansürleyebilmek?
Nitekim, görüyorsunuz ki sansürlenemiyor da. Washington Üniversitesi ve Brave New Software tarafından geliştirilen UProxy sistemi sayesinde interneti sözde yasaklı olan ülkeler başka ülkelerdeki Proxy’ler (eski adıyla istasyon diyebiliriz) üzerinden internete bağlanabiliyor. Bir Google projesi olan “Project Loon” ile ise atmosferin çeşitli kademelerine internet yayan balonların yerleştirilmesi ile dünya nüfusunun tamamına yakınının internete erişiminin sağlanmasını amaçlıyor. Yani internetin sansürlenmesinin mümkün olamayacağı çok net.
Yorumlar