Dijital, 70’li yıllarda basit kol saatleri ve hesap makineleri ile girmişti hayatımıza. 80’lerde Sinclair 48K ile oyunlar oynar, basit kodlar yazarken, 90’ların başında müziği de CD’lerden dinlemeye başladık. Beraberinde fotoğraf ve video dijitalleşti. 90’lı yılların ikinci yarısında PC’ler evlerimize, MP3 müzik ve standart çözünürlükteki 480 satır/piksellik DVD’ler de hayatlarımıza girmişti.
Analog yayın döneminde dev ekran dediğimiz 70 (cm) ekran tüplü TV’ler yerini tüpsüz, duvara asılabilen 106 (42 inç) ekran plazma TV’lere bırakırken dijital yayın platformları da giriyordu hayatımıza. 2000’lerde, 140 cm’lik (55 inç) ekranlarda DVD yetersiz kalırken plazmaya alternatif; LED – Light Emitting Diode (ışık yayan diyot) ekranlarla tanıştık. Büyüklük, hacim, parlaklık, ısı, enerji tüketimi gibi tüm sorunlar çözülmüştü. Sesteyse Dolby ve DTS ile 5+1 farklı kanaldan aynı anda farklı sesler duyabiliyorduk. Stereo sadece müzikte kalmıştı.
2010’lara geldiğimizde DVD’yi takip eden teknoloji Bluray, 1080 satırlık çözünürlükle HD (High Definition – Yüksek Çözünürlük) video formatını soktu hayatımıza. Böylece 140 cm’lik HD ekranlarımız artık cam gibiydi.
Son yıllarda hayatımıza giren OLED (Organic LED) ekranların standardı 165 cm olurken çözünürlük HD-1920×1080 pixel’den UHD-3840×2160 pixel’e ulaştı. Blu-ray’lerde izlediğimiz HD görüntüden dört kat daha net bir görüntüye ulaşmıştık.
Pazarlama ve teknoloji iç içe
Tüm bunlar daha büyük verileri daha küçük kapasitelere sığdırmak ve daha hızlı iletebilmek içindi. İçerik üretimi ve tüketimi hızla evrilirken, veri toplama, depolama, işleme ve dolayısı ile iletişim teknolojileri birlikte gelişti. Bakır altyapı yerini fiber optik altyapılara bırakırken, Gbps hızları evlere hatta 5G ile ceplere getiriyor, harici diskler Terabyte’ları, devasa veri merkezleri Petabyte’ları, YottaByte’lık kapasiteleri barındırıyor.
Bugün markalar tüketici ile sürekli etkileşim halinde, pazarlama ve teknoloji iç içe. Evde, işte, sokakta, arabada, her an her yerde sürekli veri üretiyor, tüketiyor ve anında paylaşıyoruz. İnsan nüfusundan çok daha fazla internete bağlı cihaz var artık. Bu verileri toplamak, depolamak, işlemek, bilgiye ve aksiyona çevirip sonuçlarını izlemek için de işte bu iş zekası uygulamalarını ve çevrimiçi altyapıları kullanıyoruz.
Online deyince
Yine kelime anlamıyla başlarsak; ‘online’, ‘çevrimiçi’ anlamına geliyor. 90’lı yıllarda dünyayı saran network, internet ile tanıştık. Bunun için bir PC ve dial-up internet bağlantısı yetiyordu. Aynı yıllarda staj yaptığım büyük markalarda excel kullanmak, veri bilimci olmak gibiydi.
Alfanümerik, ses, video gibi ‘analog’ içeriklerin kodlanarak sıkıştırılması ve ‘veri’ye dönüştürülerek ‘dijitalleştirilmesi’ ile çok büyük hacimli içerikler çok daha küçük kapasitelere sıkıştırılabildi. Gelişen teknolojiler, çok daha büyük verilerin, çok daha hızlı toplanıp, depolanıp, işlenip, anında paylaşılabilmesini sağladı.
2000’lerin ilk yarısında dial-up yerini ADSL’e bıraktığında, 1-8 Mbps ile standart ses ve görüntü içeriklerine çok daha hızlı erişmeye başladık. Birkaç yıl sonra 3G ile bu hızlar cebimize girerken, 2009’da fiber alt yapı evlere 100 Mbps, kurumlara ise 1 Gbps üzeri hızları getirmeye başladı. Bugün 4G teknolojisi ile 40 Mbps hızı cebimde görüyorum.
90’ların sonunda iletişim alışkanlıklarımız da değişmeye başlamıştı. ICQ gibi platformlar önce mesajlaşma ile girdi hayatımıza. Sadece metin ile başlayan mesajlaşma uygulamaları zaman içinde gelişen teknoloji ile ses ve video içeriklerini de kapsayarak sosyal medya ve benzeri paylaşım uygulamalarına dönüştü. Artık cepten TV bile seyredebiliyor, çektiğimiz videoları sadece bir kişiyle değil binlerce kişiyle aynı anda paylaşabiliyor, etkileşime geçebiliyoruz.
Cihaz tarafında, 90’larda pager’lardan cep telefonlarına geçilirken, bugün akıllı telefonlar ile birlikte bilgisayar ve yüksek hızlı internet cebimize girdi. Her yöne sınırsız konuşma ve SMS, internet paketlerinin garnitürü oldu. SMS kurumsal çözümlerde hala gelir yaratıyor ama kaç sene ömrü kaldı acaba? Zaten KVKK ve GDPR yüzünden rahat rahat SMS, e-posta atamıyoruz. Ne güzel bezdiriyorduk halbuki.
İnternetten gazete okumak, müzik dinlemek, film seyretmek, sosyal medyada biraz dolaşmak hatta cep telefonu taşımak, reklama çarpmadan mümkün mü? IAB’nin yalın yaklaşımı çok önemli. Reklamverenler, ajanslar ve mecralar, şimdiden tükettikleri online reklamcılığı daha etik ve daha kullanıcı dostu bir çizgiye taşımazlarsa bindikleri dalı kesmiş olacaklar. İşte tam da bu noktada veriye dayalı iletişim/ etkileşim kavramı çıkıyor karşımıza ve kafalar karışmaya başlıyor. “Doğru kişiyi doğru zamanda ve doğru yerde yakalamak” kavramının doğru persona’yı yakalamaya nasıl evrildiğini daha önce paylaşmıştım.
Bu teknolojileri kullanan yeni iş modelleri ile hemen her şey internete taşınmış durumda. Alışveriş, seyahat, haber, sağlık ve birçok konuda, markalar artık iletişimlerinin ve satışlarının önemli kısmını, sayısal verilerin ışında online mecralarda yapıyorlar.
Yani tüm bu gelişmeler sadece kişilerin değil kurumların da iletişim alışkanlıklarını ciddi şekilde değiştirdi. 60’ların ‘Mad Men’ dönemlerindeki, offline reklam ajanslarında; gazete, radyo, outdoor yanında nasıl TV ayrı bir oluşum idiyse, bugün ‘dijital ve online’ apayrı bir öneme sahip. Haliyle dinamikleri de farklı.
Dijital veri ile, online ise iletişim ile ilgili kavramlar
“Dijital eşittir sayısal”, aslında veri ile ilgili bir kavram ve burada iş zekası yaklaşımı öne çıkıyor. Veriyi toplamak, depolamak, işlemek, bilgiye dönüştürmek ve bu bilgiyle aksiyon almaktan, sadece müşteri analitiğinden değil, büyük veriden yapay zekaya, makine öğreniminden derin öğrenme’ye giden yolculuktan bahsediyoruz.
“Online eşittir çevrim içi” ise aslında iletişim ile ilgili bir kavram. Burada, internet ve uygulama trafik metrikleri ile erişim, etkileşim metrikleri ile gerçek anlamda iletişim yaklaşımları öne çıkıyor. Bu boyutta hem veri madenciliği akan veri madenciliğine dönerek gerçek zamanlı çevrimiçi aksiyonları besliyor, hem de sayısal veriler bize doğru persona ile etkileşime geçebilmemizin kapıları aralıyor.
Yine de kimse bana bunlar zaten iç içe, aynı şey demesin. Bunu demek; iletişim ve veri bilimini birbirine karıştırmak demektir. Sürekli ve çok yönlü veri akışı sayesinde gerçek zamanlı veriye dayalı bir iletişim/etkileşim bugün için en iyi çözüm gibi gözüküyor.
Boğaç Göncü, Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi
Yorumlar