Skip to main content

“Kendi kuralını koyan”, “Dilediğini yapan” … Yani sosyal medyada kendinizi temsil ederken bunları yapabilirsiniz ama bir kurum çatısı altında, velev ki bu kurum bir yayınsa önce evrensel yayıncılık ilkelerine, daha sonra da bu kurumun etik değerlerine uyum göstermek zorundasınız…

Yaklaşık 30 yıl kadar önce o görkemli 90’larda Ferhan Şensoy ve Ortaoyuncuları tarafından sahnelenen “Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı” adlı oyununu dün gibi hatırlarım. Özellikle, oyunun başındaki girişte “süpermarket” fikrinin ilk uygulayıcısı olan Michael Cullen’ı oynayan Erol Günaydın’ı da rahmetle anmak istiyorum. Aslında o gün bakkalların başına gelen o “hazin dönüşümün” bir gün biz gazetecilerin de başına geleceğini söyleseler çok da ciddiye almazdım.

“Ünlü” kavramı dijital platformlarla evrildi
Öncelikle “ünlü” kavramına bir değinelim… Sosyal medya platformları yaygınlaşana kadar bize kimin “ünlü” olacağını gazeteler, dergiler, filmler, televizyon programları söylerdi. Pop Art’ın ünlü ismi Andy Warhol da 1968 yılında Stockholm’de açtığı ilk uluslararası retrospektif sergisinde o ünlü sözünü söylemiştir: “Gelecekte herkes bir gün 15 dakikalığına ünlü olacaktır.” Bu sözün doğruluğu adına “iletişim çağı” dediğimiz dönemde birçok kez kanıtlandı. Ancak, günümüzde sosyal medya platformlarının geldiği bu noktada şöhret artık 15 dakikalık bir sürecin ötesine geçmiş durumda…

Her ne kadar “influencer marketing” sosyal medyanın gelişimiyle bir pazarlama aracı haline geldi desek de aslında fenomen kavramının kökeni 18. yüzyıla kadar uzanıyor. İngiltere’de bir çömlekçi olan Josiah Wedgwood 1760’larda, o dönemin kısıtlı iletişim olanaklarına rağmen ilk fenomenlerden biriydi. Daha sonra 19. yüzyılın ortalarında aslında alkollü bir içecek olan “sağlık iksiri” Brown’s Iron Bitters, şişelerinde ve kutularında dönemin ünlü fenomeni Lillie Langtry’ın resimlerini kullanmıştı. 20. yüzyıl başında da ünlü sessiz film komiği Roscoe “Fatty” Arbuckle Murad sigara paketlerinin üstünü resimleriyle süslüyordu. Yani aslında Amerika yeniden keşfedilmedi ama bildiğimiz anlamda “ünlü” kavramı önemli bir değişime uğradı.

Twitter, Facebook, Instagram ve özellikle YouTube gibi platformda sayıları milyonlara ulaşan takipçileriyle bu “fenomen” namlı ünlüler, “influencer marketing”in en önemli araçları arasında yer alıyorlar.

İşlevsel birtakım farklar olmasına karşın bir zamanlar yasama, yürütme ve yargıdan sonra “dördüncü kuvvet” olarak anılan basının yarattığı tanıtım gücüyle fenomenlik müessesinin bir şekilde gazetecileri de kapsadığını görüyoruz. Popüler bir gazetenin yazarı, ünlü bir TV habercisi de fenomenlikten nasibini bir şekilde alıyor.

Gazeteciden fenomen olur da fenomenden gazeteci olur mu?
Ancak, gazetecilikle fenomenlik arasında çok önemli farklılıklar var. Hem alaylı hem de mektepli ve meslekte 35 yılı geride bırakmış bir gazeteci olarak, “Gazeteciden fenomen olur ama, fenomenden gazeteci olmaz…” demek istesem de yaşanan örnekler ne yazık ki, bu sözlerimi yalanlıyor.

Hemen bir örnek vereyim… 90’lı yılların başında beysbol şapkası, üzerinde şalvar kot ve basketbol ayakkabılarıyla JC McCoy namlı fenomenle tanıştık. Her ne kadar adı ABD’li olsa da, kendisi yerliydi. Rap söylemeye, VJ’lik yapmaya çalışıyordu. Bir süre 900’lü hatlarda “yakın dostu” Michael Jackson’dan haberler verdiği iddiasıyla yer aldı. Bir gün öğrendik ki, Ertuğrul Özkök yönetimindeki Hürriyet’te bir ek dergi çıkartmaya başlamış. Hatta, kendisine özel bir oda ve pek de gerçek anlamdaki gazetecilere nasip olmayan ayrıcalıklar verilmiş. Ancak, çok kısa bir süre sonra, “gazetecilik etiği”ne uygun olmayan bazı davranışlarından dolayı kendisine yol verildi. Zaten, bugün adını da sanını da duyan pek kalmadı gibi…

Peki, bu örnek yeterli mi? Elbette ki değil… Tarih tekerrür ediyor bir şekilde… Yine Hürriyet… Ve yine bir fenomen… Bir “proje” olduğu yolunda türlü dedikodular olan bir sosyal medya fenomeni, blogger bir gün bir kitap yazar… Dili sert, kıvrak ve aykırıdır. Kalıpların dışında bir üslubu vardır. Hooop, Hürriyet’te kendisine bir köşe bahşedilir… Her şey iyi gidiyordur. Ta ki, dilin ayarı kaçana kadar… Yalnızca dili midir sorun olan?.. Bakın, bu fenomenle Hürriyet’in yolu ayrıldıktan sonra okur temsilcisi Faruk Bildirici’nin yaptığı açıklamadan bir paylaşım yapmak istiyorum:

“Farklı mecralara taşan sosyal medya fenomenleri, medyanın da yükselen değerleri. Sosyal medyada ünlendikten sonra medyada yazı yazan, röportajlar yapan isimlere sık rastlanıyor.

Bu durum yeni etik sorunları da beraberinde getirdi. Elbette kendi kuralını kendi koyan, dilediğini yapan bu fenomenleri, medyanın kurumsal yapısı içine girer girmez gazeteci kabul etmek mümkün değil. Gazetecilik meslek ilkelerinin tümüne uymaları da beklenemez.

Ama sosyal medya fenomeninin medyadaki konumunu kişisel çıkarları için kullanmaması, faaliyetlerinin de yazdığı medya kuruluşunun temel değerleriyle çatışmaması, kurumsal itibarına zarar vermemesi gerekir…”

“Kendi kuralını koyan”, “Dilediğini yapan” … Yani sosyal medyada kendinizi temsil ederken bunları yapabilirsiniz ama bir kurum çatısı altında, velev ki bu kurum bir yayınsa önce evrensel yayıncılık ilkelerine, daha sonra da bu kurumun etik değerlerine uyum göstermek zorundasınız…

Fenomen reklam yapar, peki gazeteci?
Yalnızca üslup bozukluğu ve başına buyruk davranmak mıdır sorun? Bildirici’nin açıklamasının devamını okuduğunuzda Hürriyet’te “telifli” olarak köşe yazısı yazan iki kişinin sosyal medya hesaplarında gazetedeki titrlerini kullanarak reklam yaptıkları iddiası da yer alıyor. Yani, bir anlamda gazetenin kendilerine sunduğu bu popülerliği kendi çıkarlarına kullanmakla suçlanmak…

Fenomenin takipçilerine reklam yapması, bundan para kazanması son derece doğal… Ancak, siz herhangi bir “gazetecinin” kendi gazetesinin reklamı dışında, kurum titrini kullanarak reklam yaptığına şahit oldunuz mu? Bu konuda çok fazla örnek yok. Ancak şunu da eklemek gerek, şu anda elde ettikleri şöhretlerini gazetelerine borçlu olan bazı yazarlar da sosyal medya hesaplarında reklam yaptıkları iddiasıyla itham ediliyorlar.

Gazeteciler ve sosyal medya fenomenleri arasındaki farklılık elmalar ve armutlar kadar bariz ve belirgin… Dolayısıyla, elmalarla armutları birbirine karıştırmamakta fayda var. Lakin konvansiyonel medya reklam pastasından gittikçe daha küçük pay alırken, fenomenlerin payı gittikçe artıyor. Ve burada tartışmasız çok ciddi bir ekonomi oluşuyor. Şirketler, ajanslar sosyal medyanın anlık ve ölçülebilir olduğunu öne sürüyorlar. Oysa, sosyal medyada rakamları manipüle etmek o kadar da zor bir mesele değil… Takipçi, beğeni, ya da yorumları satın alabiliyorsunuz. Fenomenlerin kazandıklarının bir bölümünü bu işe ayırdıkları söyleniyor. İşin en komik ve acı yanı, sektördeki bütün oyuncular da bunun farkında… Ancak ajanslar da müşteriler de hep aynı şarkıyı söylüyorlar: “Biliyoruz ama ne yapalım?”

Cem Kıvırcık