Gördüğümüze, okuduğumuza ve duyduğumuza inanıp inanmamayı hiç bu kadar çok dert edinmemiştik. Sorun Türkiye’yle sınırlı değil. Medyadaki tekelleşme, şirketlerin medya sektörüne girmiş olması ve onların ticari ve siyasi ilişkilerinin artması; köklü demokrasilerde bile gelen bilgilerin sorgulanmasını artırdı.
2019 yılı sonunda yapılan bir araştırma ABD’de yaşayan yetişkinlerin yüzde 55’inden fazlasının haberleri sosyal medyadan aldığını gösteriyor. Sosyal medyanın iletişim kanalları içerisindeki payı sadece haber alma konusunda değil, ticari reklamlar ve siyasi iletişimde de artıyor. Elbette bu her şey demek değil. Hedef kitleye ulaşmak kadar onu harekete geçirmek, satın aldırmak, oy attırmak veya bir haberinin paylaşılmasını da sağlamak gerekiyor. Burada ‘güven’ gibi önemli bir faktör de rol alıyor ve çoğu zaman iletişimciler tarafından ihmal ediliyor.
Türkiye’de geleneksel medyaya güven azalıyor
IPSOS’un 2019 başında yaptığı araştırma, gazete ve dergilere ‘tüm kalbiyle’ güvenenlerin oranının dünyada yüzde 9 civarında olduğunu söylüyor. Buna ‘kısmen’ güvenenleri (fair amount of trust) de eklersek oran yüzde 47’ye çıkıyor. Türkiye’de ise bu oran yüzde 43 (tam kalbiyle güvenenler yüzde 6). Türkiye’de radyo ve televizyonlarda güven oranı yüzde 46’ya, çevrim içi haber siteleri ve platformlarda yüzde 53’e çıkıyor. Televizyon ve gazetelere güvenmeyenlerin sayısı artarken çevrim içi kaynaklara güven artıyor.
Türkiye’yi bilenler, “Gazetelerde yazılana güvenmeyenler nasıl oluyor da sosyal medyaya güveniyor” diye soruyordur. Bu sorunun yanıtını büyük medya gruplarının yayın çizgilerinde aramak gerek. İnternette kaynaklar daha çok ve geleneksel medyanın dışında birçok haber kaynağı var. Okuyucu muhtemelen haber aldığı kaynakları da değiştiriyor.
Haber kaynağını tanımak önemli
İşin bir de gerçeklik payı var. Türkiye’de yaşayanların yüzde 72’si (dünya ortalamasıyla aynı) daha önceden tanıdıkları bir kişiden gelen habere güveniyor. İnternetten tanıdığı bir kişiden gelen haberlerde ise güven oranı yüzde 46. Bu oran yüzde 27’lerde gezinen dünya ortalamasının üstünde. Tanıdığımız birinin verdiği bilgiye gazetelerden, televizyonlardan çok güveniyoruz. Çevrim içi mecralarda da bildiğimiz bir kişiden gelen haberlere güvenme oranı kurumsal kimliklerin gerisinde ama geleneksel medyadan yüksek. Her yer böyle değil. Örneğin Almanya’da gazetelere güven, internetten tanıdığınız kişilere oranla daha yüksek.
Güven tesisinde bireylerin ve onları tanıyor olmanın önemini sıkça görüyoruz. İnsanların tanıdığı birine güvenmesinin ardında gerçeklik kavramının yattığını düşünüyorum. Sosyal medyada isimsiz bir hesaptan gelen haberle, bir arkadaştan gelen haberin sorgulanması farklı. “Bir doktor arkadaşım söyledi” diye başlayan ve özellikle WhatsApp üzerinden yayılan yalan haberlere insanların güvenmesinin ardında da bu bireylere duyulan güven var. Haber bir arkadaşın arkadaşını kaynak gösteriyor, yani tanıdık birinden geliyor ve mesajı gönderen de sizin cep telefonunuzda kayıtlı bir başka arkadaşınız. Sonuç, inanmaz dediğiniz insanlar bu haberlere inanıyor ve yayıyor.
Yalan dünyalardan kaçın
Sosyal medyada inandırıcı olmak için gerçeğe yaklaşmak, hedef kitleden biri olmak çok önemli. Herkesin elinde bir cep telefonu olduğunu ve evlerimizin, sokaklarımızın, iş hayatının fotoğraf ve videolarının sürekli paylaşıldığını unutmamamız gerek. İnsanlar gerçek hayatı biliyor ve sizin ne zaman ‘yalan dünya’ kurduğunuzu da fark ediyor. Fenomenlerin, siyasetçilerin, gazetecilerin takip edilme sayılarıyla güven duyulmasını çoğu zaman birbirine karıştırıyoruz. İkisi eş zamanlı büyüyor kabul edemeyiz.
Daha çok iletişim güvenin garantisi değil
Güveni daha fazla iletişim yaparak tesis etmek de mümkün değil. Çoğu zaman sosyal medyada siyasal iletişim yapanlar bu hataya düşüyor. Gündem kaçırmamak, devamlı aktif olmanın takipçi getirisi olabilir ama güven getirisi olacağını söyleyemeyiz. Güvene karşı İletişim (Trust versus Communication) adlı çalışmada, iyi iletişim becerilerine sahip liderlere oranla güven duyulan liderlerin çalışanlarıyla bir araştırma yapılmış. Çalışanların iyi iletişim kuran liderlerin değil güven duyulan liderlerin olduğu organizasyonlarda bulunmaktan mutlu olduğu ortaya çıkmış. Araştırmayı yapanlardan Joseph Falkman, Forbes’taki makalesinde güven tesisinde üç önemli kıstas olduğuna dikkat çekiyor. ‘Olumlu iş ilişkisi’, ‘karşı tarafa işine yaracak yeni bilgi vermek’ ve ‘tutarlı’ olmak. Siyasal iletişimcilerin Türkiye’de en çok zorlandığı konu muhtemelen tutarlılık ve şeffaflık (Bilgi paylaşımı) olacak. Rüzgâra göre siyaset yapanların güven tesisinde sorun yaşayacaklarını hatırlatmakta fayda var.
Kurgu bir videoya kıyasla bir sokak kamerası ya da cep telefonuna yakalanan bir videonun güven tesisinde şansının daha yüksek olduğunu düşünenlerdenim. Stüdyoda kurulu dört dörtlük bir mutfakta verdiğiniz yemek tarifi yerine evinizdeki dağınık mutfağınızdan gelen bir görüntü, insanların sizi ‘bizden biri’ kabul etmesine ve ‘tanıdık’ statüsüne almasına neden olabilir. Rol yapmadığınız sürece tabii. Bir siyasetçinin hazırlayıp servis etiği videodan çok, destekçisinin cep telefonundan gelen, bulanık bir kayıt öne çıkabilir.
Haber hayatın kendisidir
Televizyon gazeteciliği ve bugün onun yerini alan sosyal medyada da durum farklı değil. Güven kazanmanın bir yolu da gerçeğe yaklaşmak. Sokak röportajlarının etkisi, muhabir faktörü, farklı görüşlere yer vermek unuttuğumuz gerçekliğin önemli parçaları. Seçim döneminde herkesin evine konuk ettiği İlave TV’nin gücü buradan geliyor. Orada konuşan insanlar da sokaklar da tanıdık. Halkı içine kattığınız haberler aslında o haberi tanıdıklaştırıyor. Haberciliğin esasları hâlâ geçerli aslında.
İletişimde gerçeklik çağı yaşanıyor. Trafik kazaları, kedi mamasını deviren kişi, cinayetler, kavgalar, doğal felaketler ya sokak kameralarına ya da bir cep telefonuna yakalanıyor. İnsanlar gerçek görüntüleri görmeye ve ayırt etmeye başladı. Harekete geçiren iletişim diye adlandırdığım işin zor kısmı, iletişimde gerçeklik çağının kabulünden geçiyor.
Özgür Gürbüz
Yorumlar