Teknolojide özellikle akıllı telefonların ortaya çıkmasıyla birlikte anormal bir gelişim yaşanmaya başladı. Düne kadar hayal olan pek çok teknoloji gerçekten baş döndüren bir hız ile hayatımıza tam anlamıyla entegre oldu. Üstelik biz istesek de istemesek de bu oldu, reddetmek ya da pazarlık etmek gibi bir şansımız söz konusu değildi. Teknoloji ile olan esas imtihanımız da tam anlamıyla bu entegrasyon meselesiyle başladı diyebiliriz.
Filmi biraz başa saracak olursak, insanlık var olduğundan bu yana her dönemde samimi bir iletişimin varlığından söz edebiliriz. Göz göze konuşmak, temas etmek, birlikte eğlenmek, birlikte üzülmek. Ta ki, teknolojinin yüzde 100 hayatımızın odağına girdiği güne kadar. İlk başlarda hepimiz bunu heyecanlı ve keyifli bulduk. Yakından takip etmeye çalıştık, borçla harçla satın aldık. Akıllı telefon dediler aldık, tablet dediler aldık, incecik bilgisayar dediler aldık. Akıllı televizyon dediler koşa koşa aldık. Kısa bir zaman önce çok az insanın ulaşabildiği yüksek teknoloji ürünler artık her evde, işte, arabada, uçakta, trende bizimle birlikte. Sonra sosyal medya diye bir şey çıktı! Teknolojinin nimetlerinden olan gerçekle sanalın karışımı bu ortam bizi daha da delirtti.
Teknoloji hayatımızdaki etkinliğini artıra dururken, bir yandan da hayat tüm gerçekliğiyle akmaya devam etti ve aramızdan aile kurup çoluk çocuk sahibi olanlar oldu elbette. Aile kurma, iş güç derken teknolojiyi sevmeye hep devam ettik. Hatta eğlenceden öte hayatımızı kolaylaştırdığı anlar arttıkça daha fazla bağlandık. Örneğin, salonda otururken bir ekrandan odasında uyuyan çocuğumuzu izledik, ağlayınca yanına koştuk. Çocuğumuz biraz daha büyüyünce, annesi akıllı telefondan görüntülü konuşmada “hadi babaya merhaba de bakalım”ı öğretti ona. Bu inanılmazdı, teknoloji harikaydı, olmadığında ne yapıyormuşuz diye bir birimize sormaya, sonra da çok güzel, çok iyi diyerek yine birbirimizi onaylamaya başladık. “Bu teknoloji hayatı amma da kolaylaştırıyor canım. İyi ki, bu zamanda yaşıyoruz” dedik. Dedik de sonra bu çocuk büyümeye başladı. Ufak ufak emekliyor, yürümeye çalışıyordu. Biz ellerimizde telefon, tablet sosyal medyanın tadını çıkarta çıkarta evde takılıyor, bu bitmeyen dehlizler içerisinde keyifli keyifli oyalanıyorduk. Çocuğumuz bizi izliyor, hayatı öğrenmeye başlıyordu. Onun tek öğrenme şekli taklitti, malûm.
İşte o gün işler ters gitmeye başladı
Ve gün geldi bu çocuk elimizden bırakmadığımız belli ki çok eğlenceli olan o aleti istemeye başladı! Bizim o ekranlı şeylere bakıp bakıp keyiflenmemiz haklı olarak onunda dikkatini fazlasıyla çekti. Evde eski bir tablet olacaktı dur ona da bunu verelim dedik! Ağlamaya başladığında, huysuzlandığında, tableti, telefonu verdiğimiz çocuktan gık çıkmamaya başladı. Keşfettiğimiz şey muazzamdı. Artık arkadaş ortamlarında, kahvaltıya dışarıya çıktığımızda veriyorduk çocuğun eline tableti, telefonu çocuk transa geçiyor ve bizi rahatsız edecek en ufak bir şey yapmıyordu. E harika bir şeydi bu! Akşam evimizde kimse kimseyle konuşmuyor, arkadaşlarla buluşmalar neredeyse hiç seviyesinde. Buluşulsa bile herkes telefonu elinde takılıyor, sohbet etmiyordu. Çocuk bir köşede çizgi film izliyor, oyun oynuyor sesini bile çıkartmıyordu. Derken büyük bir felaket yaşandı! Çocuğun kullandığı tabletin faturası tablettin değerinden fazla geldi! Şok olmuştuk, yıkılmış, sinirlenmiştik. Tabii, bu arada çocuk büyümeye başlamış ilkokula gitmekte.
Ona bağırıp çağırdık, “Ne yaptığını sanıyorsun sen,” dedik! O da şaşkındı, ne yapmıştı? En ufak bir fikri yoktu. Biz teknolojinin orta karar, hatta epey az olduğu dönemleri bilen, sonradan teknolojinin bu baş döndüren gelişiminin ortasında kalmış bir nesiliz. Bir şekilde dengeyi sağlayabiliyoruz ya da bazılarımız başları döne döne içerisinde savrulmaya devam ediyor. Çocuklar ne yapsın? Onlar tam bu teknolojinin içerisine doğmuş, bizim cahilliğimizle sağlıklı olmayan bir dijital kültür ile harmanlanarak büyümüş durumda. Şimdi arkadaşlarıyla buluştuklarında birbirlerinin yüzüne bakmadan WhatsApp ile konuşup gülüp, eğleniyorlar. Çoğu zaman buluşmalarına bile gerek kalmadan herkes evinde yatağında uzanırken tüm dünya ile sosyalleşip zamanı şuursuzca harcıyorlar.
Sormamız gereken soru şu: Bu çocuklar kendiliğinden mi bu hale geldi?
Cevap çok basit. Biz onları bu hale getirdik. Daha doğru dürüst tanımadığımız bir gerçek dışı dünyanın içerisine ellerimizle onları atıverdik. Şimdi bu durumun düzelmesi için deliler gibi uğraşıyoruz. Neden? Çünkü bu sanallaşmanın sonu iyi değil! Büyük sorun; bunu biz biliyoruz, çocuklar bilmiyor. Çünkü bunu kıyaslayacakları bir hayat tecrübeleri olmamış. Uyuşturucu bağımlılığıyla çok fazla benzer yönü olan bu yeni bağımlılık dünyanın en büyük sorunu! Üstelik yetişkinlerde de bu bağımlılık çok rastlanan bir durum olmaya başladı.
Bir taraftan da iş alanları, işlerin yapılış şekilleri değişiyor. Teknolojinin olmadığı bir alan kalmıyor. Çocukların bu yeni dünyaya da hazırlanması gerekiyor. Yani çemberin ne dışında kalmalılar ne de içine çok düşüp çıkamaz halde bulmalılar kendilerini. Bu denge çok önemli.
Aksi takdirde karanlık bir gelecek bizi bekliyor olacak. Kafanızda biraz daha canlandırmak adına gençlerimizin mevcut durumlarını onların çok yakınında olan biri olarak aktarmaya çalışayım. Bilenleriniz vardır, çok uzun zamandır YouTube içerikleri üretiyorum. Ürettiğim bu içerikler genellikle yetişkinlerle ilgili fakat bu dünyanın yoğun kullanıcıları olan gençlere de fazlasıyla ulaşmaktayım. Dolayısıyla her iki tarafa da epey yakınım diyebilirim. Çocuk ve gençlerde 5-15 yaş aralığından bahsediyorum. YouTube içerikleri üretmek ve para kazanmak çok kolay ve eğlenceli bir hayat olarak algılanıyor. Çocukların muhakeme yetenekleri tecrübeleriyle sınırlı olduğundan hataya çok müsaitler. Mevcut profesyonelleşmiş YouTuber’ların büyük bir çoğunluğu maalesef onlardan sadece 3-5 yaş büyük. 17-18 yaşında büyük paralar kazanan bu gençler sorumlu ve etik yayıncılık konusunda neredeyse tamamen duyarsızlar. Onlar kolayca kazanabildikleri parayı elde edebilmek için çok ama çok tehlikeli bir şekilde parayı veren herkes için iş yapabilmekte. Burada sorumluluk o çocuklarda olmasına rağmen yaşlarını göz önüne aldığımızda çok fazla bir şey beklemekte yanlış olacaktır. Onlarla çalışan ajansların, kurumların bu değerleri çok ama çok ciddi düşünüyor olması gerekir. Yani çocukları, gençleri olumsuz etkileyen içerikler üreten içerik üreticilerine iş vermemeleri halinde gidişata en güzel ‘dur’ hareketini yapmış olurlar.
Konu uzun ve sonsuz bana göre. Ben size elimden geldiğince detaylandırmaya çalıştım. Siz kendi başınızdan geçenlerle birleştirdiğinizde nasıl tehlikeli bir resmin ortasında olduğumuzu rahatlıkla görebilirsiniz. Bu konuda bir şey yapmayı düşünür müsünüz?
Timur Akkurt / Teknosafari
Yorumlar