İlham verici bir hikayeniz var. KODA’yı kurma sürecine hayat hikayenizin ne gibi katkıları oldu?
Kendi çocukluğumun da büyük kısmı köylerde geçti, ailem hâlâ Yalova’da Soğucak Köyünde yaşıyor. Dolayısıyla köyle zaten kişisel bir bağım var. Öte yandan, liseye başladığımdan beri sivil toplumun içindeyim, şimdiye kadar birçok farklı alanda gönüllülük yaptım, farklı sivil toplum örgütleri için çalıştım. Kendimi bildim bileli hep toplumsal adalete dair bir şey yapmak istedim. Toplumsal hayatın içinde kanıksadığımız eşitsizlikler, adaletsizlikler çok küçük yaşımdan beri canımı acıtıyor, sanıyorum benim bu hayattaki temel meselem bu. Hayatın cilvesi dedikleri türden, garip bir şekilde şimdiye kadar da hep bu eşitsizliklerin ortasında buldum kendimi. Mütevazi bir aileden gelip Robert Kolej, Boğaziçi Üniversitesi, Harvard Üniversitesi gibi elit kurumlarda okudum; sonrasında KODA sürecinde de hep köy ve şehir, yoksullukla zenginlik arasında mekik dokurken buldum kendimi.
Lisans eğitimimi de aslında bu sebeplerden Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler alanında yaptım, öte yandan üniversite yıllarım boyunca hep özel ders verdim. Git gide hem akademik olarak hem de sivil toplumda yaptığım çalışmalarda ilgim eğitim alanına doğru kaydı. Bunun üzerine yüksek lisans eğitimimi Uluslararası Eğitim Politikaları alanında yaptım. Dolayısıyla köyle olan kişisel bağım, toplumsal adaletin benim için hep çok merkezde bir mesele olması, sivil toplumda ve akademik alanda yaptığım çalışmaların aslında bir yapboz gibi birleşerek bir noktada beni buraya taşıdığını söyleyebilirim.
KODA fikri nasıl ortaya çıktı?
Bir anda çıkmadı, hayatım yavaş yavaş ben fark etmeden oraya doğru götürdü beni. Üniversite son sınıfta çocuk merkezli eğitim, Montessori, Waldorf gibi eğitimde alternatif yaklaşımlar çok ilgimi çekmeye başlamıştı. Bu yaklaşımların özellikle büyük şehirlerde ve orta sınıf, üst sınıflar arasında yaygın olması, aslında en çok ihtiyacı olan çocukların bu yaklaşımlardan faydalanmamaları bana tam olarak doğru yerde doğru şeyi yapmadığım hissini veriyordu. Diğer yandan eğitimde okul-aile ilişkisinin önemi, doğanın çocuğun hayatında ve öğrenim sürecindeki önemli yeri, akran eğitimi gibi konularda edindiğim farkındalıklar aslında köylerin böylesi bir eğitim için ne kadar büyük fırsatlar taşıdığını bana fark ettirdi. Acaba tüm sorunlara rağmen bu fırsatları değerlendirerek kır-kent arasındaki fırsat eşitsizliğini kapatmak mümkün olabilir mi KODA’nın çıkış noktası bu soruydu. Önce kendi köyümde ne yapabiliriz iki arkadaşımla beraber bunun için bir saha araştırması yaptık, sorunun çok daha sistematik olduğunu ve gerçek ve kalıcı bir değişim için sistemsel yaklaşmanın gerekliliğini fark ettik. Daha sonra yüksek lisans eğitimim boyunca akademik olarak da hep köy okulları konusuna odaklandım. Arkadaşlarımla yaptığımız anketlerde, mülakatlarda tanıştığımız bazı köy öğretmenleri bize büyük ilham oldu, onlarla beraber ne yapabiliriz diye düşünmeye başladık. Daha sonra bir gönüllü arkadaş grubu olarak sık sık köy ziyaretleri yaptık, gittiğimiz yerlerde ailelerle, öğretmenlerle uzun uzun konuştuk. Sonunda iki temel ihtiyaçtan hareket etmemiz gerektiğine karar verdik: Köy okullarında nitelikli eğitimin mümkün olduğuna dair bir vizyona olan ihtiyaç ve kendini yalnız ve desteksiz hisseden öğretmenlere destek olma. Sonra baktık köy okulları ile uzun vadeli bir ilişki bizi bekliyor, Milli Eğitim Müdürlükleri izni ile çalışabilmek için Aralık 2016’da bir dernek kurduk, adı da KODA oldu.
KODA’yı hayata geçirirken dünyadan örnek aldığınız modeller oldu mu?
KODA tek bir modelin Türkiye’ye uyarlanması ile ortaya çıkmış bir fikir değil. Öte yandan, arkasında bir akademik araştırma ve saha araştırması süreci var. Tüm bu süreçte dünyadaki modeller üzerine de araştırma yaptım, bu modeller arasında beni en çok etkileyen Kolombiya’daki Escuela Nueva modeli. Escuela Nueva da köy okullarını şehirdeki okullara benzetmeye çalışarak bu okulların eğitim kalitesini yükseltmeye çalışmak yerine bu okulların kendine özgü fırsatlarından faydalanmayı esas alıyor.. Bir okulda yapılan pilot çalışma ile başlamış, şu anda ise Eğitim Bakanlığı tarafından benimsenmiş, tüm Kolombiya kırsalında uygulanan bir model. Model içerik olarak birçok bakımdan çok başarılı, iki yıl önce benim de bire bir Kolombiya’ya gidip oradaki köy okullarını inceleme fırsatım olmuştu. Öte yandan, başarılı bir metot, müfredat tek başına yeterli değil; oluşturulan yeni sistemde öğretmenlerin bu sistemi benimsemesi hem eğitim fakültelerinde hem de hizmet içi eğitimlerde buna yönelik bir eğitim almaları, öğretmenlerin mesleki motivasyonları çok kritik hatta belki içeriğin ve metodun kendisinden de kritik. Bu konuda Hindistan’daki STIR adlı bir kuruluşun çalışma yöntemlerini incelemek de benim için ilham vericiydi. Türkiye’nin kendi geçmişindeki köy enstitüleri örneğinden ise elbette bahsetmiyorum bile.
Karşınıza çıkan en önemli bariyerler neler oldu peki?
Genel olarak tüm bu süreçte yaşadığım başlıca sıkıntı aslında finansal kaynak oldu, hala da oluyor. Özellikle başlarda elinizde bir fikir, bir hayalden öte bir şey yokken birilerini de o henüz gerçek olmayan şeye inandırmak zor bir şey. Bizim için bu bakımdan şu anda da hala en büyük destekçimiz olan, üç yıldır bizi destekleyen Sabancı Vakfı ile yollarımızın kesişmesi büyük şans oldu. Onların sürekli desteği ile öğretmenlere yönelik yaptığımız çalışmaları pilot aşamadan yaygınlaşma aşamasına kadar beraber getirebildik, Aralık 2019’da Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Müdürlüğü ve Sabancı Vakfı ile yaptığımız protokolle beraber yaptığımız çalışmaların etki alanı daha da genişlemiş oldu. Fakat elbette daha da yaygınlaşmak, etkimizi daha da artırmak için finansal kaynakların yetersizliği halen önümüzde önemli bir engel.
Eğitimdeki fırsat eşitsizliği konusunda KODA neler yapıyor? Neleri amaçlıyor?
KODA’nın şu anda yürüttüğü 4 temel program var. Öğretmen Toplulukları programımızda Şanlıurfa (Harran, Akçakale), Diyarbakır, Siirt (Merkez, Pervari), Malatya, Samsun (Vezirköprü) bölgelerinde ayda bir sıklıkla isteyen köy öğretmenleriyle buluşuyor ve onları farklı alanlarda uzmanlıkları olan hepsi birbirinden değerli gönüllü eğitmenlerimizle bir araya getiriyoruz. Bu şekilde köy öğretmenlerinin hem mesleki gelişimlerini destekliyor hem de yalnızlıklarını azaltıyor, motivasyonlarını artırıyoruz.
Çocuk Atölyeleri ya da yeni ismiyle Köye İlk Adım programımızda İzmir, Samsun, Muş ve Diyarbakır bölgelerinde üniversiteler ile iş birliği içinde, öğretmen adaylarına yönelik çalışmalar yürütüyoruz. Eğitim fakültelerinin sınıf öğretmenliği bölümünde okuyan üniversite öğrencilerinin bir dönem boyunca köy okullarında uygulamalı deneyim kazanmalarını sağlıyoruz.
Mentorluk programımız; birleştirilmiş sınıflı köy okullarında deneyimi olan ve koçluk eğitimi, mentorluk eğitimi gibi sürekli eğitimler ile desteklenen mentorların, mesleğinin ilk yıllarındaki köy öğretmenlerini ayda bir kez okulunda ziyaret ederek deneyimlerini aktardığı, öğretmene ders içinde ve sonrasında rehberlik edip gerekli tavsiyelerde bulunduğu, öğretmenin yaşadığı sorunlara ve sorduğu sorulara öğretmenle birlikte çözümler ürettiği, öğretmenin kişisel ve mesleki olarak güçlenmesinin yollarını öğretmenle beraber geliştirdiği bir öğretmen gelişim programıdır.
Birleştirilmiş sınıflarda öğretmenlik deneyimi olan öğretmenler ile birlikte düzenlediğimiz bir eğitici eğitimi programımız bulunuyor. Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Müdürlüğü ve Sabancı Vakfı iş birliğinde yürüttüğümüz programda birleştirilmiş sınıflara özgü öğretim yöntem ve teknikleri, kapsayıcı eğitim, doğada öğrenme, görsel sanatlar gibi eğitim içeriklerinden kırsal kalkınmada öğretmenin rolü, okul-aile-köy ilişkileri gibi konuların da yer aldığı eğitici eğitimi programımız 2 seviye kurstan oluşuyor. Bu eğitimleri tamamlayan öğretmenlerin kendi bölgelerinde birleştirilmiş sınıf okutan diğer öğretmenlere eğitim vermelerini ve bu sayede Türkiye’nin her yerindeki köy öğretmenlerine ulaşarak güçlendirmeyi hedefliyoruz.
KODA’nın başardıkları ve yarattığı dönüşümü verilerle ve somut örneklerle ifade edebilir miyiz?
Şimdiye kadar 650’ye yakın öğretmen ve öğretmen adayıyla yaptığımız faaliyetlerin tümünü izleme-değerlendirme çalışmaları ile takip ettik. Köyde öğretmen olmak için kendisini yeterli hissetmeyen veya motivasyonu olmayan öğretmen adaylarının, yaptığımız saha çalışmaları sonrasında artan farkındalıkları sayesinde köy okullarından kaçmaktansa mücadele etme istekleri ve bir şeyler başarabilme umutları çoğaldı. Saha çalışmaları süresince köy hayatına dair gözlem yapma fırsatı bulan öğretmen adayları hem köy hayatına dair bilgilerini artırıyor hem de daha önce zorluk olarak gördükleri unsurların üstesinden gelinebildiğine şahit oluyorlar. Düzenli buluşmalar ve ihtiyaca yönelik eğitimler ile bir araya geldiğimiz Öğretmen Toplulukları programımızdaki öğretmenlerin kendilerini daha iyi anlayabildiklerini, daha azimli ve sabırlı olmalarının yanı sıra şiddetsiz bir iletişim ortamı kurabilmeyi öğrendiklerini, topluluk içerisindeki diğer öğretmenlerden aldıkları destek ile kendilerini daha az yalnız hissettiklerini, köy ile daha anlamlı bir bağ kurabildiklerini, çocukları artık bir birey olarak gördüklerini, öğretmenlerin öğrendiklerini sınıflarında uygulaması neticesinde öğrencilerin okula değer vermeye başladıklarını yaptığımız izleme-değerlendirme çalışmaları ile tespit ettik.
Dijital çağın getirdiği fırsatlar ve bilgiye erişimin kolaylaşmasının eğitimdeki eşitsizlikleri azaltması konusundaki katkılarını nasıl değerlendirirsiniz?
Elbette dijital çağ bilgiyi ulaştırma ve bilgiye erişim için öncesinde mümkün olmayan, büyük fırsatlar sunuyor. Öte yandan, ne yazık ki dijital uçurum ya da dijital ikilik diye bir gerçek var. Yoksulluk ve altyapı eksikliklerinden ötürü dijital çağı hepimiz aynı şekilde yaşamıyoruz; zengin-fakir, şehir-köy, farklı coğrafi bölgelerin teknoloji ve İnternet kullanım oranlarında çok büyük farklılıklar var. Son zamanda yaşadığımız uzaktan eğitim süreci de bu gerçeği biraz daha görünür kıldı. Bu dijital uçurumun nasıl aşılacağı meselesi büyük önem taşıyor.
Bir de eğitimin dijitalleşmesi eğitimin öğretimle eş değer hale getirilmesi tehlikesini de beraberinde getiriyor. İnternet bilgi aktarımı için muazzam bir kaynak, erişilen bilginin güvenilir kaynaklardan sağlanması da temin edilebiliyorsa bu konuda tartışılacak hiçbir şey yok. Sadece eğitimin akademik boyutunun yanı sıra fiziksel, duygusal, sosyal, ruhsal boyutları var; öğrencilerin yetişkinlerle ve akranları ile kurdukları ilişkiler ve eğitim içeriğinin salt bilgi aktarımının ötesine geçmesi çok önemli. Ayrıca sadece akademik açıdan baksak bile verilen bilginin deneyimlenmesi, paylaşılması, bu anlamda gerçek hayatta karşılığının olması da bilginin içselleştirilmesi ve işe yarar kılınması adına çok önemli. Dijital çağda eğitimi alırken bu boyutlarının unutulmaması lazım.
Yorumlar