Bu yıl 64.’sü düzenlenen Cannes Lions Creativity Festival geçtiğimiz hafta bitti. Ardında yorgun ayaklar bırakmadı yalnızca; bence daha çok cesaret bıraktı. Hepimiz hiç şüphesiz kendi ülkemizde güzel işler yapıyor ve bir faydaya hizmet ediyoruz.
Cannes Lions ise kendi dünyamızdan bir an olsun ayrılıp dünyanın konuştuğu şeylerden bir nefes çekiyoruz içimize…
Dijital işlere geçmeden önce söylemem gerekir ki bana göre bu yıl Cannes Lions’ın temel konuşma noktalarından biri “sosyal fayda” ve “eşitlik”i idi. Sosyal faydayı sosyal sorumlulukla karıştırmamak lazım. Markaların duruşlarına işleyen bir sosyal fayda hareketinden bahsediyorum.
Dünyanın gidişatından tek memnun olmayan biz Türk vatandaşları değiliz. Memnuniyetsizlik, istikrarsızlık, toplumsal ayrışma, karşındakine öfke ve kaos dünya vatandaşlarının ortak kaygıları haline gelmiş. Tüketici ile kurulan yeni duygusal bağın, tüm bu bilindik toplumsal kimlikleri yok eden ancak yeni bir zeminde birleştiren bir yaklaşım gerektirdiğinin çok farkında artık markalar.
Benim gözlemim, yeni dünyada modern bireyler, “mana”nın peşine düşecekler. Ve markalardan talepleri toplumsal hayatta bir anlam üretmeleri olacak.
Ve bu anlam, eskisi gibi markanın faaliyet alanına doğrudan değen bir konuda sosyal sorumluluk projeleri üretmeleri olmayacak. İnsanlar, içinde bulundukları psikolojik travmaları unutmaya hazır; yeter ki birileri onlara iyi olanı hatırlatmak istesin.
Social video kategorisinde yarışan ve Gold kazanan Danimarka televizyonu TV2’nin yeni sezon lansman filmini festival alanındaki kişisel ekranlarda dört kez arka arkaya izledim. Bir televizyon kanalının en büyük gücü, yüzlerce farklı tipten milyonlarca insanı bir ekranın karşısında birleştirmektir. Bu gücünün farkında olan TV2, birbirimizden farklı görünen bizlerin ortak değerlerine göndermede bulunmuş. Ve bu ortaklık zeminini yaratıcı kılan şey, kimliklerle eşleştirmesi…
Film, oldukça deneysel. Küme küme bir odaya giren ve her biri bir alt kültüre ait kişilerin kendi kutularına yerleşmesiyle başlıyor. Ve çarpıcı dış ses burada devreye giriyor: “İnsanları gruplandırmak kolaydır. Burada biz, orada onlar…”
“Biz” ve “onlar” gruplandırması bu aşamada benim canımı fena halde sıktı. O kadar çeşitli insan grupları giriyor ki odaya; kimileri kırsaldan, kimileri ise hayatlarında bir kez olsun inek görmemiş. Daha önce karşılaştıklarımız, daha önce görmezden geldiklerimiz… Hepsi tek tek giriyor odaya.
Ve dış ses, bu kimlikleri bize unutturan, yepyeni zeminlerde bizi birleştiren, kimisi fazlasıyla kişisel sorular soruyor. İnsanlar bu sorulara verdikleri yanıtlara göre yeniden kümeleniyorlar. Bizi yeniden birleştiren yeni kutularımız da işte tam da bunlar oluyor. Çizdiğimiz sınırların ne kadar kırılgan olduğunu, ötekinin aslında ne kadar “bizden” olduğunu anlatan muhteşem bir film olmuş.
Donald Trump, Amerikalı reklamcıların mesele ettiği diğer bir konu. Sohbet aralarında herkes bununla ilgili bir espri yapıyor. UNICEF ise Trump’ın, Meksika duvarına inşa edeceği duvarı duyurmasından sonra şahane bir hareket yapmış ve Harry ve Ahmed’in ortak hikayesini anlatmış.
Harry, İkinci Dünya Savaşı’ndan, Ahmed ise Suriye’deki savaştan kaçan iki mülteci. Ahmed ve Harry’nin arasında nerden baksanız 60 yaş var; ancak hikayeleri aynı. Çünkü insanlık, o en büyük hatasını tekrarlıyor…
Ödüllerin tam listesini Cannes Lions’un resmi web sitesinde bulabilirsiniz.
Bu arada eklemem gerekir ki insanlar kavga etmekten yorulmuş. Bu kavga diğer gruplarla olduğu gibi kendileri ile de olan bir kavga: Kendi bedenleriyle, kendi güçsüzlükleriyle, kendi eksiklikleriyle.
Markaların yeni dönemde idealize hayat kurgusundan kurtulup mükemmel olmayanı takdir edeceklerine dair bir sinyal aldım. Kusurlu olanın yeni normal olduğu güzel bir trend var. Yaz gelmişken göbeğinden kurtulamayan bizleri, bu trendin Türkiye’deki öncüleri olmaya davet ediyorum.
Murat Toz
Yorumlar