Skip to main content

Canlı yayınlar pandemi döneminde yaşama, hayata ve geleceğe tutunmak için renkli bir yol sundu. Fırsat eşitliği yarattı, kendimizi iyi hissettirdi, yalnız olmadığımızı düşündürdü, seçenekler sundu, yeni bir iletişim kanalı yarattı.

Hepimizin pandemi süresince yaşadığı ve uzun süre hatırlayacağı, acısıyla tatlısıyla ilmek ilmek işlediği kişisel bir hikayesi var. Başlangıcı, süreci, geldiğimiz nokta ve ötesi… İşin içine sosyal medya dahil olunca tüm bu hikayeler birleşiyor, mobil cihazlarımız üzerinden takip edebileceğimiz hikayeler bütünü haline geliyor. Örneğin benim pandemi hikayemin başlangıcı (belki farkındalık demek daha doğru) 29 Ocak 2020’de Twitter’da kayıtlara geçiyor.

İki gün sonra bir bakıyorum ki web siteleri tek bir tweet’te anlatılabilecekken paragraflarca metin eklemiş, SEO odaklı hale getirip otorite olma telaşına girmiş. Bunu görünce amma fırsatçılar diye düşünerek gözlerimi deviriyorum. Geçmişe dönük düşününce ise, verdiğim bu tepkinin ne kadar insani olduğunu ve sürecin gidişatı ile ilgili benim hakkımda ne çok şey söylediğini fark ediyorum.

Bu yazımda pandemi süreci boyunca sosyal medya üzerinden yaptığım gözlemleri, başta canlı yayınlar olmak üzere kullanıcı tepkilerini ve hayatımıza gittikçe daha sağlam yerleşen sosyal medya gündemini özetlemeye çalışacağım. Hazırsanız başlayalım.

Sizin hikayeniz nasıl başladı ve ilerledi?

Hepimizin pandemi süresince yaşadığı ve uzun süre hatırlayacağı, acısıyla tatlısıyla ilmek ilmek işlenmiş kişisel bir hikayesi var demiştim. Şimdi sizin de bireysel hikayenizi düşünmenizi ve yakın geçmişe doğru yaptığım bu yolculuğa eşlik etmenizi isterim.

Bazıları en başından beri kişisel hikayesini açık bir kitap yapıp çevresine okutma ve yaşatma telaşındaydı, bazıları en iyi yaptığı işe odaklanmaya ve üretmeye çalıştı, bazıları ise fırsat vardı ve ben bunu değerlendiremedim deyip hayıflandı. Verdiğimiz insani tepkileri sınırsız, tanımlar ise yetersiz.
Kabul edelim ki, kaygısı, üzüntüsü, endişesi ve tedirginliği ile birlikte bu süreç bir parça bile olsa çoğumuza iyi geldi. Durduk ve düşünmeye daha fazla zaman bulduk, hayatı biraz yavaşlattık. Zamanı bol bulunca nerede ve nasıl değerlendireceğimizi şaşırdık. İşlerimizi yürütebilmenin, hayata devam edebilmenin yeni yollarını aradık. Tam odaklanmıştık ki sakin ekranlarımızın neredeyse hiç susmayan kuşları ‘canlı yayınlara’ mesai harcadık.

Kimimiz, ‘herkes evde ve elinde telefonu ile’ işte şimdi tam zamanı, “Beni ve nasıl biri olduğumu izlemeli” dedi. Kimimiz “O yapmış neden bende yapmayayım” diye heveslendi, kimi ise konfor alanının dışında çıkmayı kabul etmedi ve belki canlı yayın yapanları eleştirdi. Hislerimiz ve tepkilerimiz farklı farklıydı.

Canlı yayın yapanların ve izleyenlerin çilesi

Canlı yayın yapanları fırsatçı olarak gördük, cesaretinden dolayı imrenir olduk, canlı yayınım var gel izle diyerek ajanda atanlardan yaka silktik, bu akşam canlı yayın var deyip umutsuzluk ve yalnızlığımıza ara verdik.

Bir açıdan sosyal medyanın en başlangıcına döndük aslında bu dönemde. Sosyal medya yeni keşif alanları açtı, meslekleri çeşitlendirdi, eğlenmemizi kolaylaştırdı, yeni kariyer oluşumlarına ilham verdi, birbirimizle bağ kurmanın ve bu bağı korumanın yeni yollarını keşfetmemizi sağladı. Derken zaman yetersiz geldi, sürekli kayan ekranları takip ederken odağımızı yitirdik, bazen sosyal medyada vakit geçirmeyi zaman kaybı olarak niteledik. Pandemi ile birlikte evlere kapanınca ve sosyalleşmekten uzak kalınca, dört elle bağlantılarımıza ve hesaplarımıza sarıldık.

Süreç burada bir parça sarpa sardı

Bazılarımız daha sessiz olmayı, daha azı ile yetinmeyi öğrendi ve rahatsız edilmek istemedi. Bazılarımız bu süreç yüzünden duygusal bunalıma girdi. Unutuluyor olmak, yalnız olmak, sosyal bağlarından kopuyor olmak, dört duvar arasında iyice yalnızlaşmak, verimliliğinin düşüyor olması, işini kaybetme korkusu ve bir bilinmezliğe gidiş kaygılar ile birlikte arayışları artırdı.

Tüm bunların karşısına bir de;

-Sağlığımızın tehlikede oluşunu,

-Bazılarımızın sevdiklerini kaybediyor oluşunu,

-Tepkisiz ve kayıtsız kalamayacağımız politik gündemlerin yoğunluğunu,

-Ezici bir şekilde hissettiğimiz ekonomik baskıyı,

-Kalabalık ailelerin ve birden fazla çocuğa sahip bireylerin kendilerine ayıracakları en ufak bir vaktin -bulamayışını,

-İnsanların hayati bir ihtiyaç olmasına rağmen doğaya çıkamamasını, birbirine dokunamamasını ve günün yirmi dört saatinde dört duvar arasında kaygıyla boğuluyor oluşunu da ekleyin.

Sosyal medyada birbirimize tavsiyeler vermeye başladık

Hamura dokunmayan evde ekmek yapmayan neredeyse kalmadı, pillow challenge başladı ama o kadar da tutmadı. Dijital içeriğe olan talep, tepe noktasına ulaştı ve tıklanmalar katlandı.

Dijital ortamda gezilebilen sergiler, okuma arşivlerini, online eğitim ve kütüphanelerini genel erişime açan üniversiteler, dünyayı peşinden sürükleyen sanatçıların online verdiği konserler ve daha onlarca eğitici – eğlendirici kaynak, sosyal mecralar aracılığıyla tüketmek isteyenlere ‘sorgusuz, sualsiz ve ücretsiz’ ulaştırıldı.

Ardından canlı yayınlar geldi

Konser verenler, yemek yapanlar, konuk ağırlayanlar, takipçileri ile söyleşenler, magazini odağına alan canlı yayınlar, eğlence programları ve daha onlarca renklilik ekranlarımıza düştü. Herkes yeteneğini gösterme ve bu yeteneğinin unutulmaması derdindeydi.

Sosyal medya evet bol kremalı bir pastaydı, pazarlamanın merkeziydi, gelir modeli yaratılabilen bir alandı ama en başından beri eğlenceye de yer vardı. Gücünü bu çeşitlilikten, benzer duyguyu paylaşan gruplardan, etkileşim ve katılımın yoğunluğundan alırdı.

Canlı yayınlar sosyal medyayı ikiye böldü

İkiye bölünen bu grupları birazdan irdeleyeceğim ama onun öncesinde dijital dünyada ve sosyal medyada tüm bunlar olurken, gittikçe dev bir sosyal akış ekranına dönüşen televizyon yayınlarından da bahsetmeden olmaz.

İkincil ekran dönemi uzun zamandan beri genel bir kullanım alışkanlığına dönüştüğü malumunuz. Ortaklaşa bakılan, gözün gördüğü ana ekran televizyon iken, tercihe ve ruh durumuna göre belirlenen, aklın ve odağın daha çok kaydığı ikincil ekranlarımız ellerimizde. Hal böyle iken televizyonlar hamle yaptı, sosyal medyanın etkileşim yaratma konusundaki öncü unsurları hashtag’ler, anketler gibi özellikler program yayınlarında kullanıldı. Pandemi süresince bu gözler iki lafı bir araya getiremeyen ve halk üzerinde infial yaratan konuklar da gördü. Yanlı haberler ve yayınlara ek, ömrümüzde duymadığımız ve belki umurumuzda da olmayan dernek başkanlarının açıklamalarına şahit olduk.

Yeni normal tıpkı dijital dönüşüm gibi ağızlara sakız oldu

Sunucular ve muhabirler “O ne yapmalı”, “Bu ne yapmalı” soruları ile şekillenen haber ve program yayınları ile birlikte, yaşamın olmadığı bomboş sokakları televizyon ekranına taşıdı. Bir standart olarak seçilen Taksim, Beşiktaş, Kadıköy ve Üsküdar meydanlarının insandan yoksun köşelerini, bir başına güneşlenen sokak hayvanlarını, köprü girişlerinde araç kontrolü yapan güvenlik güçlerini izletmek, televizyonların benimsediği tek yeni normal oldu. Çeşitlilik, haber alma özgürlüğü bir kenara atıldı, sokağa çıkma yasağının olmadığı şehirlerde neler olduğunu öğrenemedik, hiç görmediğimiz ilçe ve şehirlerde hayatın nasıl devam ettiğini, oradaki insanların düşüncelerini bilemedik. Oysa bunu gerçekleştirmek hiç bir zaman olmadığı kadar kolaydı. Bu kadar çok doktoru ekrana çıkarmak, kendi aralarındaki çekişmeleri izlemek ve bu kadar tıbbi bilgiye maruz bırakılmak hepimize fazla geldi. Zaten kaygılarımız ve gelecek endişelerimiz artmıştı, duygularımıza tercüman olacak, kendimizi ifade etmemizi kolaylaştıracak ve ruhumuza iyi gelecek kişilerden uzaklaşmıştık. Sosyal medya iyi ki vardı, tek tük başlayan canlı yayınlar ile birlikte seçeneklerimiz de arttı.

Canlı yayın neydi?

Canlı yayınları esasen Ağustos 2016’dan beri kullanıyorduk. Hikayeler bölümünün bir parçası olarak sunulan canlı yayınlar, günümüzde instagram ekranlarını canlandıran, algoritmalardan etkilenmeyen, hayata dair çeşitlilik sunan, o anı yaşamayı mümkün hale getiren, dahil olabildiğiniz gibi etkisini de büyütebileceğiniz, üstelik o etkiyi anlık olarak ölçebileceğiniz bir alandı.

Tek ekrana sığan onlarca özellik

Instagram tek bir ekrana onlarca özelliği sığdıran, insanların ne düşündüğünden çok nasıl yaşadıklarını merak ettiğimiz, erişim ve etkileşimin daha kolay ve daha az maliyetli olduğu bir sosyal mecra. İçerisinde daha uzun zaman geçirilmesi yönünde geliştirmeler yapılıyor, yapılmaya da devam ediyor.
Görsel odaklı oluşundan mütevellit ekranı kaydırdıkça daha çok yoran bir yapısı var. Öte yandan bu görüntüler üzerinde durup düşünmemizi gerektirmiyor.

Uzun videolar için IGTV, rengarenk, eğlenceli ve bambaşka dinamikleri olan Hikayeler ile çeşitlilik sunuyor. İfadelerin daha kısa cümlelerle yapıldığı, emojilerle renklenen, hashtaglerde buluşulan, paylaşımları detay incelemenin dışında göz atmayı tercih ettiğimiz ve kimin ne düşündüğünü o kadar da önemsemediğimiz bir platform kullanıyoruz.

Instagram kullanıcılarını küçük görmeyin!

Yıl içerisinde en fazla güncelleme ve yeniliğe onlar tabii tutuldular. Kolay adapte oluyor, yenilikleri uyguluyorlar. Siz canlı yayınlara başlamadan çok önce onlar vardı ve muhtemelen bu konuda sizden daha deneyimliler. Rol model seviyor, kendileri gibi olanı takip etmeyi tercih ediyorlar. Dikkatlerini çekmeniz kolay, ama sosyal hayatlarında kalıcı olmak için çok çabalamanız gerekiyor.

CANLI YAYINLARI NEDEN SEVMEDİK?

Canlı yayınları seven kadar, “Bir ben açmadım yeter artık” diye tepki gösterenler de oldu. Ben sizleri canlı yayın konusunda cesaretlendirecek olan, ancak yayınlar konusunda bir parça bıkkınlık yaşayan taraftayım. Öncelikle yayınların neden sevilmediğiyle başlayalım.

Kullanıcı deneyimi ve yayın yapanların bıktırıcı tutumu

Hemen her platformda canlı yayın özelliği var ve bundan rahatsızlık duyan pek yoktu, öte yandan konu Instagram canlı yayınları olunca durum değişti.

Platformun tasarımı görsel ağırlıklı paylaşımları ve dolayısıyla ekranı hızla kaydırma – kaydetme üzerine geliştirilmişti. Daha fazla vakti olanlar için Keşfet ve Hikayeler, hatta Öne Çıkanlar özelliği konumlandırılmıştı. İşin içinde bir de canlı yayınlar girince ve aktif yoğun kullanılınca bir parça taciz edildiğimizi hissettik. Sakin ve kontrolümüzde olan ekranlarımızın kontrolümüzden çıktığına şahit olduk. Herkesin canlı yayın yapma hevesi ve bildirimlerin ardı arkasının kesilmemesi sebebiyle rahatsızlık duyduk.

Düşünün ki aynı anda canlı yayın yapan 10 arkadaşınız veya takip ettiğiniz kişi var. Yayına başladıkları saat genellikle 21:00-22:00 aralığında. Telefonunuzu belki fırlatıp kırmak istediğiniz bir zaman dilimi. Tam telefonu elinize alıyorsunuz o canlı yayın yaptı, bu canlı yayın yaptı bildirimleri. Bildirimi kapatmak istiyorsunuz bir bakmışsınız hop canlı yayına dahil olmuşsunuz. Canlı yayın yapan kişilerin bağlantıları kopuyor, yine bildirimler açısından başa dönüyoruz. Öncesinde aldığınız WhatsApp, Mail ve DM mesajlar ile yayınım var hatırlatmalarını da unutmamalı.

Bu sirkülasyon can sıkıyor, çünkü bencilce olduğunu, fazlaca ben ben ben hissi verdiğini ve alanınıza müdahale edildiğini düşünüyorsunuz. Sırf canlı yayınlar sebebiyle bildirim ayarlarınızı değiştirmek istemiyor, belki bunu nasıl yapacağınızı bilmiyorsunuz. Zaten ekranlarla yakın ilişkiniz artmış olduğu için dikkat dağınıklığını daha yoğun yaşıyorsunuz. O an ne yapıyorsanız uzaklaşıyorsunuz.

İlginç bulmadık veya sıkıldık

Odaklı olan yayınları ve konukları ilginç bulmadık. Sürekli benzer konuları, aynı tempoyu ve yüzleri görmekten sıkıldık. Konu “Dahil olmadan izlemek” ise canlı yayınları maalesef cılız bir tercih haline geldi. Yayınlara gelen yorumları basit bulduk, gir – çık yapan izleyicileri saymaya çalışırken ne konuşulduğunu unuttuk. Sürekli yayın gördüğümüz için sıradanlaştırdık, tükettik ve en nihayetinde hevesimizi yitirdik.

Ekranlarımızın kontrolünü karşı tarafa vermek istemedik

Canlı yayınlardan rahatsız olmamızın bir diğer tarafı yeni bir alışkanlık edinmeye başlamamız ile ilgili. Her ne kadar canlı yayını izlemek bir tercih olsa bile, ekranı kaydırmak temel alışkanlığımızdı. Hem yorumlara bakmak, hem konuşanları dinlemek, ben ne yazsam diye düşünmek bize fazla geldi. Ekranın köşesindeki sayaca eklenmek ve ekran kontrolümüzü karşı tarafa vermek istemedik.

Tehdit olarak algıladık

Canlı yayınlar öyle çok ilgi gördü ve konuşuldu ki, dijitale emek veren ve bu emeği ile kazanç sağlayanlar tarafından da eleştirildi. Hızlı ilgi görüyordu, basitti ve emek verilmediği düşünülüyordu, emek verilse bile ücretsizdi, dijitalde yapılan işleri değersiz gösteriyordu. Şimdilik kuru gürültü gibi görünüyordu, öte yandan sonrasında dayatılacak yeni bir zorunluluk olabilirdi. Konfor alanından çıkmak istemeyenler için elbette bu bir riskti.

Zamanımızı boşa harcattığını hissettik

Sosyal medyanın ne kadar çok zamanımızı aldığın biliyor, bundan rahatsızlık duyuyorduk. Pandemi sürecinde ise daha fazla boş zaman bulduk. Elimize geçen zamanın gerekliliğini ve bize ne kadar iyi geldiğini hissettik. Canlı yayınlar bu yeni kazancımızı elimizden alıyormuş gibi geldi. Tıpkı televizyon programları gibi gereksizdi ve hatta daha niteliksizdi.

Canlı yayın yapanları fırsatçı olarak gördük

Canlı yayın yapmak bazen bir gövde gösterisi gibi algılandı, bazen ise vasat bulunulup aşağılandı. Herkesin verimlilik ve verimlilik düşüşünden bahsetmesiyle birlikte “izlenmezsem, okunmazsam, dinleyici bulamazsam, tıklanmazsam, görülmezsem yok olurum” paniği ile tutunulan bir daldı.

Kontrolsüz ve sakıncalı bulduk

Canlı yayınlar tıpkı hikayeler gibi kontrolsüzdü. Genele açık izlenen yayınlarda verilen bilgiler, kullanılan dil, ürün yerleştirmeleri, marka tanıtımları pek sorgulanmıyordu. Pandemi döneminde gıda takviyelerinin reklamını yapan ve yoğun eleştiri alan celebrity’lere olan güven zaten azalmıştı. Yayınların sayısı arttıkça, geçmiş mevcut kaygılarımız eklenen yenileri ile birlikte hep canlı kaldı.



CANLI YAYINLARI NEDEN SEVDİK VE İLGİ GÖSTERDİK?

Pandemi dönemi boyunca kısıtlandık, kapalı alanlarda yaşadık, televizyonları açtığımızda başka dünyalarda yaşadığımızı, kaygılarımızın arttığını ve birbirimizden koptuğumuzu hissettik. Bilgimizi tazelemek için daha çok okuduk ama bunu web sitelerini tıklayarak yaptık. Sosyal medyada var olmak, yaşama tutunmak ve ilişkilerimizi taze tutmak için her zamankinden daha elzem hale geldi.

Canlı yayınlar ise yaşama, hayata ve geleceğe tutunmak için renkli bir yol sundu. Fırsat eşitliği yarattı, kendimizi iyi hissettirdi, yalnız olmadığımızı düşündürdü, seçenekler sundu, yeni bir iletişim kanalı yarattı, yaratıcılıkların ve performansların sergilenmesine imkân sağladı. Pastanın gittikçe küçüldüğü sektöre öyle bir krema servis etti ki, o krema her daim taze tutulması ve hızlı tüketilmesi gereken, renkli ve albenisi olan, kremaya parmağı daldırmaya cezbeden bir sostu.

Canlı yayın yapanları ve izleyenleri eleştirmek doğru mu sizce?

Hem de nasıl yaparsınız, zaten yapıyorsunuz ve bu sizin hakkınız, yeter ki hakarete vardırmayınız. Canlı yayınları sevenleri ve sevmeyenleri birleştirecek tek şey empati. Sosyal medya ilk önce sizi kendinize sorgulatan, kontrolü yine size veren, neredeyse sınırsız tercihler sunan mecralar bütünü. Nasıl kullanacağınız, nelere odaklanacağınız, kimleri takip edip – kimlerin sizi takip edebileceğini kontrol edebileceğiniz özünde bir iletişim kanalı. Üstelik gücünü ve etkisini her geçen gün büyüten bir dijital pazarlama kanalı.

Güçlü iletişimi için canlı yayınlar önemli

Hedef kitleniz burada, konum bazlı erişiminiz mevcut, etkinizi katlayacak o boş zaman dilimini bulmuşsunuz, şimdiye dek başarılı – başarısız örnekler üzerinden bir fikir oluşturmuşsunuz, sıra geliyor kendi canlı yayınınızı başlatmak için cesaret bulmaya.

Ardından teknik bir, iki detay dışında, kendinize kurallar koymanız, pazarlama adımları üzerinden bir yayın kurgulamanız ve eğer dilerseniz yayınlarınıza katılacak konuklar bulmanız yeterli.

Funda Güleç Yalçın, Dijital İletişim Danışmanı