Ben Avustralya’da üniversitede okurken (2001) yaşadığım öğrenci yurdunda internet vardı. O zamanlar “dijital pazarlama” başlığı altında konuşabileceğiniz yegane araç e-posta pazarlamasıydı. Bu yöntemle pazarlama yapan şirketlerin de zaten büyük bölümü o dönem yıldızı parlayan “home-ofis internetten para kazan, 1 yatır bin al” tarzı vaadler ile çalışan web siteleriydi. Bugün mailing hala “baba” bir çözüm olabilir ama kral değil! Üstün segmentasyon seçenekleri, iten değil “çeken pazarlama” tipi olarak reklamı sadece arayan müşterilerin karşısına çıkarması, her bütçeye uygun çözümü ile dijital pazarlama ve satışın kralı bugün AdWords gibi görünüyor. Bu araç ilk çıktığında konu yalnızca kaç tıklama ve ziyaretçi aldığın ile ilgiydi. AdWords’e ne ödedin ve bu para karşılığında kaç tık aldın? Ancak yıllar içinde aratma, görüntülenme, tıklama ve hatta sitede kalma süresi gibi “ara” aşamaların önemi git gide düştü. Bugün birçok şirket -özellikle eticaret sektöründe- her bir tıklama sonucunda oluşan gerçek satışa bakarak doğrudan ROI üzerine odaklı çalışıyor. Hizmet sektöründe de konu çok farklı değil.
Henüz mobil için Türkiye’nin biraz daha süreye ihtiyacı var
Örneğin, İngilizce eğitim merkezi olarak 2001 yılından bugüne faaliyetlerini sürdüren Wall Street Institute, 2006 yılından bugüne AdWords’ü aktif olarak kullanıyor. Grubun pazarlamadan sorumlu müdürü Simge Lacalar ile yaptığım görüşmede AdWords, banner, affiliate, mailing ve sosyal medya kampanyalarını kullandıklarını ama en yüksek ROI oranına AdWords ile ulaştıkları bilgisini aldım. Ayrıca sitelerine gelen trafiğin %60’ı yine AdWords üzerinden sağlanıyor. Enstitü, önceleri sıklıkla AdWords arama reklam ağını kullanmış ama 1 yıl öncesinde içinde Youtube’un da yer aldığı görüntülü reklamcılık ağını kullanmaya başlamış. Simge Lacalar “Arama ağından bizi bulanlar ilaveten Youtube üzerinden de aratma yaparak kuruma olan güvenini ve inancını pekiştiriyor. Ayrıca Google ağındaki diğer video ve banner reklamlar da iyi birer tamamlayıcı oluyor” diyor. Ensititü, mobil reklamcılığı da bir dönem deneyimlemiş. Hatta mobil reklamlarının yanına yerleştirdikleri “Ara” butonu ile aratma yapanların o anda cepten kendi telemarketing ekipleriyle görüşmesini sağlayacak bir sistem de kurmuşlar. Ama sonuçta her bir reklamın bir aramaya dönüşme oranı (conversion), her bir reklamın siteden bir form doldurma oranına göre geride kalmış ve şimdilik mobil reklamcılığa devam etmiyorlar. Lacalar, “Henüz mobil için Türkiye’nin biraz daha süreye ihtiyacı var diyor” ve buna ben de katılıyorum. Sanırım mobile hepimiz ancak alışıyoruz ve büyüyen smart telefon ekranları ile laptobumuzdan vazgeçmeye kendimizi yeni yeni alıştırıyoruz.
Görüntülü reklam alanının aynı zamanda marka algısı oluşturmada da son derece etkili olduğunu söyleyen Lacalar, bu aracın zero moment of truth (sıfır deneyim noktası) noktasında müşteri ile ürünün ilk teması öncesi bir ön ilişkinin kurulmasında da stratejik bulduklarını dile getiriyor. Arama reklam ağında ise en büyük sır reklam metinlerini mümkün olduğu kadar “call to action” (harekete geçirici) bir yapıda kurgulayabilmek. Reklamınızın diğer reklamlardan sıyrılmasını ancak bu şekilde sağlayabilirsiniz. Bir diğer püf nokta reklamınızı yer uzantısı, harita ve Google+ ile genişleterek arama sonuçlarında mümkün olduğu kadar geniş yer kaplamakta. Ayrıca başarılı bir segmentasyon için çok sayıda kampanya ama kısmen daha az sayıda reklam metni oluşturmak işi mükemmele yakınlaştırıyor.
Yorumlar