Girişimcilik ekosistemi, son birkaç yılda benzeri görülmemiş bir büyüme gösterdi. Startup Genome’un 2020 yılı raporuna göre, küresel start-up ekonomisi yaklaşık 3 trilyon dolar büyüklüğünde. Türkiye ise ilk 100 yükselen girişimcilik ekosistemi arasında 16’ıncı sırada yer alıyor. Teknolojik gelişmelerle birlikte, geniş sektör yelpazesinde hem yeni hem de eski müşteri sorunlarını çözmek için denemeler yapmak, yenilik getirmek ve sıra dışı düşünmek için bundan daha harika bir zaman olamazdı. Teknoloji, insanları güçlendirmek ve birleştirmek için yeni olasılıkların kapısını açsa da, başarılı olmak için hâlâ güçlü liderlik, iyi kurgulanmış süreçler ve şirket kültürleriyle el ele ilerlemek gerekiyor.
Evet, teknolojik yenilik yepyeni ufuklar açtı, ancak aynı zamanda mevcut paradigmaları bozarak fark yaratmak isteyen girişimciler için yeni ve karmaşık zorluklar yarattı. Örneğin, rekabet bugün 10 yıl önce olduğu kadar şiddetli olsa da yapıcı yıkım ile birlikte geçmişte öngörülmesi zor olan sosyal ve insani zorluklar da formüle eklendi.
Büyük fikirleri olan küçük şirketler, daha anlamlı hedeflere varmalarını sağlayacak mükemmel bir farklılaşma formülü ararken, inovasyon stratejilerini tekrar tekrar düşünmek zorunda kalıyor. Bu durum daha iyi seçenekler bulmak açısından son kullanıcıya her zaman fayda sağlıyor. Ancak metalaşma riskiyle karşı karşıya kalan ve pazar liderliği ve müşteri sadakati için savaşan hizmet sağlayıcıları üzerinde büyük bir baskı oluşturuyor.
Peki girişimler kendilerini farklılaştırmak için ne yapabilir?
Öncelikle, yalnızca müşterilerin temel sorunlarına hitap etmekle kalmayıp aynı zamanda onların ihtiyaç ve isteklerine de hitap eden pozitif deneyimler sunmanın yenilikçi ve yaratıcı yollarını sürekli olarak aramalılar. Teknoloji, girişimleri doğru kanallardan doğru müşterileri hedeflemelerine yardımcı olan verileri sağlayan gelişmiş araçlarla donattı. Ancak günün sonunda, son kullanıcının gerçek duyguları olan gerçek bir kişi olduğunu hatırlamak önemlidir. Dolayısıyla, bu bilgiler şirketlerin ürünlerini veya hizmetlerini kullanan gerçek insanlardan olumlu bir duygusal tepki almasına yardımcı olmazsa, büyük olasılıkla amaçlarında başarısız olurlar.
Müşterilere yönelik bu aralıksız odaklanma, bir ‘insan marka’ ve ürün deneyimi ile tamamlanmalı. Başlangıç aşamasından itibaren, girişimler kendilerine neyi temsil ettiklerini ve marka hikayelerinin ne olduğunu sormalı. Müşterilerle öncelikle iletişim kurabilen güçlü bir marka dili yaratmak, özellikle yapay seslerin boğduğu bir dünyada bu derin ve anlamlı bağı kurma yolunda uzun bir yol kat etmeyi sağlar.
İşte bu nedenle, fazlasıyla metalaşmış ve rekabetçi bir dünyada başarının anahtarı hem organizasyon hem de ürün açısından insan kalmak. Bana göre, girişimlerin inovasyon mutfaklarında denedikleri her tarife eklemeleri gereken gizli sos bu.
Deezer Türkiye CEO’su Tarek Mounir
Yorumlar