Ticari Bankaların finanse ettiği kredilerden yapı olarak farklı olan “Karbon Kredisi” uygulaması artık daha fazla gündeme gelmeye başladı.
Peki nedir bu “Karbon Kredisi” ve “Karbon Ayakizi” uygulamaları?
Kavram olarak içerisinde kredi kelimesini görenlerin aklına bankalar geliyor olabilir. Ama durum bundan biraz farklı. Karbon Kredisi kavram olarak, İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında 2005 yılında yürürlüğe giren Kyoto Protokolü ile gündeme gelmiştir. Bazı gelişmiş ülkelerin Sera Gazı Salınımları (Karbon dioksit , Metan, Nitröz Oksit, Hidroflorür karbonlar gibi atmosferde kızıl ötesi ışınları tutarak atmosferin ısınmasına neden olan gazlara ya da bileşikler) için ulusal kotalar belirlenmiştir.
Protokol gereği, enerji üretimi yaparken belirlenmiş olan kotayı aşan kurum veya ülkeler, sınırın altında kalmış olan kurum veya ülkelere dolaylı olarak kazanç sağlamış oluyor. Bu karbon ticaretinde “Karbon Kredisi” olarak ifade ediliyor. Böylece iklim değişikliğine neden olan sera gazı salınımının azaltılması hedefliyor. Karbon ayak izi ise karbondioksit cinsinden ölçülen, üretilen sera gazı miktarı açısından insan faaliyetlerinin çevreye verdiği zararın ölçüsü olarak ifade ediliyor.
Birincil ayak izi evsel enerji tüketimi ve ulaşım (araba, uçak) dahil olmak üzere fosil yakıtlarının yanmasından ortaya çıkan doğrudan CO2 emisyonlarının ölçüsüdür. İkincil ayak izi kullandığımız ürünlerin tüm yaşam döngüsünden bu ürünlerin imalatı ve en sonunda bozulmalarıyla ilgili olan dolaylı CO2 emisyonlarının ölçüsüdür.
Dünya’nın tüm ekonomilerinde verimlilik ve kar odaklı üretim süreçleri, çoğu zaman çevresel zararları göz ardı ettiği için iklim değişikliğine sebebiyet vermektedir. Gelişmekte olduğu düşünülen Karbon Ticareti, agresif bir üretim modülünden çevre odaklı bir yapıya dönüşün en büyük anahtarlarından birisi olabilir. Ülkemize baktığımızda İSTAÇ’ın da (İstanbul Çevre Yönetimi Sanayi ve Ticaret AŞ.) karbon kredisi konusunda girişimleri bulunuyor.
İklim Değişikliğini etkileyen hususlarla ilgili olarak birçok kurum sosyal sorumluluk anlamında çalışmalar yürütmekte olup, bazı kurumların ise bunu kurum politikasının merkezinde tutmayıp, yasal zorunluluk ve ya kurum çıkarları için kullandığı düşünülmektedir.
Son dönemde karşı karşıya olduğumuz salgın sebebi ile, doğal olarak yaşam alanlarımız sınırlı ve daha az özgürüz. Küreselleşmenin ve tedarik zincirlerindeki uzun mesafe satışlarının azalması, çalışma saatlerinin azaltılması, iş yerlerinin kapalı tutulması ve değişen yaşam koşullarının küresel emisyonlarda azalmaya yol açtığı düşünülürken, bu süreç atlatıldığında ekonomik toparlanmaya ihtiyaç duyacak kurumların, iklim dostu politikalarından ödün vereceği ve bunun daha büyük bir tehdit oluşturacağı düşünülüyor. Kyoto Protokolü kapsamında, salgının tamamen ortadan kalkması ile birlikte limitini aşma potansiyeli olan ülkelerin karbon kredisine daha fazla ihtiyaç duyacağı ve bu da karbon ticaretini olumlu yönde etkileceği düşünülmektedir. İnsanların temiz hava ve çevreye ihtiyacı var ve insan hayatındaki kalitenin, hangi tür enerji kaynaklarının kullanılması ile bağlantılı olduğu biliniyor. Toplumların birkaç nesil sonrasını düşünmeyi içselleştirdiğinde, çevresel zararları önlemek adına fosil yakıtların kademeli olarak azalması, rüzgar ve güneş enerjisi kullanımının ise artması kaçınılmaz olacaktır.
Doğanay Tümer
Yorumlar