Skip to main content

Müreffehlerin gündeminde Mars’ta kurulması planlanan koloni için Ay’ın öte yüzünde bir ara istasyon inşa etmek var. Biz ise -haklı olarak- yeni asgari ücretin zaten nefessiz kalan küçük işletmelerde tetikleyeceği işten çıkarma dalgasının endişesindeyiz. Ama öyle ya da böyle; işte bir yıl daha bitti. Hoşgeldin 2019. İnsanın çilesiyle yoğrulma sırası sende.

2019: Hem umut baharı hem de umutsuzluk kışı
Zenginin malıyla yorulan çenelerin sadece bize has olduğunu sanmayın. Bu dünyanın en yaygın ortak paydalarından biri. Servet çetelesi tutan bu yüzden hayli fazla. Ama şüphesiz aralarında en çok ses getireni, bu işi -2018 itibarıyla- 32 yıldır sürdüren Forbes dergisi. Dünya genelinde devlet kayıtlarına geçen beyanlar doğrultusunda oluşturulan bu listenin zirvesi geçtiğimiz 24 yılın 18’inde Microsoft’un kurucusu Bill Gates’e aitti. Ancak Gates geçtiğimiz yıl Mart ayında tacını Amazon’un kurucusu Jeff Bezos’a devretti.

Bezos’un tacı devralışı mütevazı bir tarzda da değildi üstelik. Zira hem kişisel serveti 100 milyar dolar sınırını aşan ilk işadamı oldu hem de bir yıl içinde servetine en çok servet katan kişi unvanını kazandı. Bu sizin için ne ifade eder bilemiyorum fakat hemen her ticaret erbabının rüyalarını süsleyecek bir tablo olduğuna kuşku yok.

10 yıl sonra neyin değişeceğine değil; neyin değişmeyeceğine odaklanmak

Patronların serveti beni çok heyecanlandırmıyor. Ancak onları rakipleri arasından sıyıran şeyler ile fena halde ilgiliyim. Amazon’un kurucusunun bir röportajında sarf ettiği bir cümle bu yüzden her zaman aklımın bir köşesinde: ‘Ben 10 yıl sonra neyin değişeceğine değil; neyin değişmeyeceğine odaklanırım.’


Kulağa gayet makûl geliyor, değil mi? Binbir değişkenle, bilemediğimiz parametrelerle ve her an yeniden yazılan formüllerle ilerleyen hayat denkleminde değişimin izini sürmek kolay iş değil. Ancak nelerin değişmeyeceğini kestirmek -değişeceklere kıyasla- çok daha mümkün.

Örneğin hepimiz gayet iyi biliyoruz ki dün olduğu gibi yarın da müşteri, iş dünyasının her zaman en önemli besin kaynağı olmaya devam edecek. Ve tekrar etmekten içi boşalmış gibi duran “müşteri memnuniyeti” kavramı istisnasız her ürünün, hizmetin, ekibin ve şirketin kaderini belirleyen en temel unsur olarak kalacak.

Bugünün kapasitesini (arz potansiyelini) düşününce üretimi ihtiyaç ile denkleştirmenin imkansızlığı ortada. Yani bundan sonra da ihtiyacımızdan çok daha fazlasını üretmeye devam edeceğiz. Dolayısıyla onları ihtiyaç gibi gösterip satma çabası da son bulmayacak.

İsraf bu çağın en büyük gelir kalemi. Demek ki üretim, pazarlama ve satış sürecek. Peki şimdiye dek sürdüğü gibi mi? Asla!

Örneğin bugün milimetre ölçeğinde hata toleransıyla çalışmak zorunda olan tekstil sektörü imalatta optimizasyon (tasarruf diye de okuyabilirsiniz) adına neredeyse yeni bir bilim dalı yaratacak.

İnternet mecralarındaki pazarlama (reklam) altyapıları milisaniyeler içinde yüzlerce farklı kaynaktan veri çekerek, kişiye özel dinamik kampanyalar oluşturup ekrana yansıtıyor. Her bir reklam yine mikro zaman dilimleri içinde analiz edilip, alternatiflerle karşılaştırılıp yeniden iyileştirmeye tabi tutuluyor. Satış ise bugün geleneksel mecralarından taşıp ‘omnichannel’ kapsamında müşterinin var olduğu her an ve her yerde tezgâh açma derdinde. Üstelik her bir kanal (mecra) ayrı bir içerik, üslup; hatta bazen strateji istiyor.

Yine de gözden kaçan bir şeyler var

Örneğin reklamcılık sürüyor ancak bütçe hemen her ülkede elektronik mecralara kayıyor. Doğası (ve vaadi) gereği her geçen gün şeffaflaşma ve verimlilik baskısı altındaki internet reklamı destekli satış ve pazarlama aktiviteleri ise insandan hızla soyutlanarak yerini algoritmalara bırakıyor.

Pazarlama ve reklamın ilgi ve yetki alanı Golan Tepeleri kadar ihtilaflı. Örneğin “fizikî” bir kitap dükkânının raflarında öncelikli yer almak için harcadığımız bütçeye “pazarlama”, bir e-ticaret sitesinin sayfalarında öncelikli yer almak için harcadığımıza ise “reklam” diyoruz. Birinden birinde yanlışlık var. Ama hangisinde? Bir adım ötesinde akıllı hoparlörler ve chatbot’lar ile hayatımıza giren yapay zeka asistanları bizi giderek kendi tercihlerine (algoritmalarına) mecbur bırakıyor. Tüketimin kararında tüketici giderek daha az söz sahibi hale geliyor.

Geçen ayki yazımda değindiğim bir temayı da araya sıkıştırmak isterim: Şimdiye dek yazılım ağırlıklı ilerleyen dijital evren yüzünü donanıma döndükçe küreselliğini de kaybediyor.

Uber sadece Türkiye’de değil, birçok ülkede farklı sıkıntılarla boğuşuyor. ABD, Uzakdoğu ve Avrupa’nın şu dönemki en parlak furyası elektrikli scooter’ların Türkiye gündeminde yeri dahi yok. Amazon Batı’da, Alibaba Doğu’da perakende sektörünü zangır zangır sarsarak kuralları yeniden yazıyor ancak dünyanın geri kalan kısmına “endişeli modern” tavrı yeterli olabiliyor.


İbn-i Haldun’un meşhur “coğrafya kaderdir” tespitini internet ile yıkar gibi olmuştuk. Gel gelelim birçok devletin sınırına fiziki duvarlar ördüğü bu zamanda internet de ülkeler ve bölgeler bazında başkalaşmaya başladı. ABD Başkanı Donald Trump’ın popülist politikaları yüzünden hortlayan ticaret savaşlarının gölgesinde kalsa da Endüstri 4.0 çözümleri, fabrikaların Sanayi Devrimi’nden bu yana ilk defa Doğu’dan Batı’ya taşınmasını mümkün kıldı. Varlığını ucuz ve vasıfsız iş gücüyle fason imalata borçlu ülkeler için durum her geçen gün biraz daha zor, rekabet ise can yakar hale gelecek.

Şu dönemin ruhunu en iyi anlatan satırlar Charles Dickens’ın kaleminden çıkmış gibi 

Müreffehlerin gündeminde Mars’ta kurulması planlanan koloni için Ay’ın öte yüzünde bir ara istasyon inşa etmek var. Biz ise -haklı olarak- yeni asgari ücretin zaten nefessiz kalan küçük işletmelerde tetikleyeceği işten çıkarma dalgasının endişesindeyiz. Mart ayındaki yerel seçimler yüzünden baskılanan, ertelenen ekonomik kriz ihtimali herkesin korkulu rüyası.


İlginçtir ama şu dönemin ruhunu en iyi anlatan satırlar 1859’da İngiliz Yazar Charles Dickens’ın kaleminden çıkmış gibi. Fransız Devrimi’nin kaotik yıllarında geçen İki Şehrin Hikâyesi adlı eserinde Dickens şöyle diyor: “Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü. Hem akıl çağıydı hem aptallık. Hem inanç devriydi hem de kuşku, Aydınlık mevsimiydi. Karanlık mevsimiydi. Hem umut baharı hem de umutsuzluk kışıydı. Hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu. Hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana. Sözün kısası, şimdikine öylesine yakın bir dönemdi ki, kimi yaygaracı otoriteler bu dönemin iyi ya da kötü fark etmez; sadece ‘daha’ sözcüğü kullanılarak diğerleriyle karşılaştırılabileceğini iddia ederdi.“

Araştırma şirketi Konda’nın Genel Müdürü Bekir Ağırdır, ‘Bu yaşanan küresel kriz değil, çağ değişimidir’ diyor. Sahiden de öyle galiba. Özetle, öyle ya da böyle; işte bir yıl daha bitti.

Hoşgeldin 2019. İnsanın çilesiyle yoğrulma sırası sende.