Geçtiğimiz ay teknoloji sektörümüzün gündemindeki en önemli başlıklardan biri Turkcell Teknoloji Zirvesi idi. Turkcell’ın en tepedeki ismi Turkcell Genel Müdürü Kaan Terzioğlu ile şirketin dijital operatör olma sürecinden Lifecell Ventures ve teknoloji ihracatına, 5G için hali hazırdaki çalışmalardan kişisel verilerin korunmasında yerli ve millî bir yapay zekânın gerekliliği meselesine kadar birçok konuyu değerlendirdik.
Türkiye’de her sektör için en önemli konu kuşkusuz dijitalleşme. Sizce bu konuda ülke olarak ne kadar yol aldık? Bu konuda Türkiye’nin artı ve eksilerini nasıl değerlendirirsiniz?
Dünya hızla dijitalleşme yolunda. Küçük işletmelerden büyük ölçekli firmalara kadar tüm sektörler dünyadaki bu dijital dönüşüme göre hareket ediyorlar. Bir anlamda gelişen teknoloji ile bu dönüşüme uygun hareket etmek zorundalar. Türkiye de dijitalleşme konusunda özellikle bizim başlattığımız hamleyle birlikte çok hızlı şekilde bir yol aldı ve almaya devam ediyor. Günlük yaşamımızdan iş yapış şekillerimize kadar birçok alanda dijitalleşmenin hayatımızı nasıl kolaylaştırdığını görüyoruz. Dijitalleşmenin pozitif etkilerini özellikle sağlık, bankacılık ve eğitim gibi hizmet sektörlerinde daha yakından görebiliyoruz. Sağlık sektöründeki dijitalleşmenin bir sonucu olarak özellikle dijital kayıt sistemleri gelişiyor. Bu sistemlerin gelişmesi ile organizasyonlar arası veri transferleri kolaylaşırken bunun sonucunda verimlilik ve güvenlikte artış sağlanıyor. Bankacılık sektöründeki dijitalleşme ise operasyonel işlerde hız kazandırıyor.
Siz Türkiye’nin dijitalleşme yolculuğunda Turkcell olarak kendinizi nasıl konumlandırıyorsunuz? Bu konuda Türkiye’nin potansiyelini artırma adına önceliklendirdiğiniz başlıklar neler?
2015 yılında hayata geçirdiğimiz dijitalleşme vizyonumuzla Türkiye’de dijitalleşmenin ilk adımlarını attık ve “dünyanın ilk dijital operatörü” unvanıyla hareket ederek, şu an dünyaya dijital ihracat yapmaya başladık. Özellikle Türkiye’nin datası Türkiye’de kalmalı fikriyle tüm dijital datalarımızı da işleyerek dijital hizmetlere dönüştürdük. Türkiye’nin dijitalleşme konusunda çok ciddi bir potansiyeli olduğunu biliyoruz ve buna inanıyoruz. Bu yüzden veri odaklı yatırımları ana odağımız olarak konumlandırıyoruz. Gerek müşterilerimizin ihtiyaçlarına hitap eden ürün ve servisler, gerekse kurumsal müşterilerimiz için veri merkezleri açarak bunu destekliyoruz.
Söylediğiniz gibi son dönemde dijital operatör olma adına önemli adımlar attınız. Peki bir GSM operatörü olarak dijital operatöre dönüşmeniz nasıl bir süreci ve adımları kapsıyor?
Birçok telekom şirketi yakınsama projeleri yaptı. Ama yakınsama denilince ilk akla gelen şey, sabit ve mobil şirketlerin yakınsamasıydı. Biz bunun da ötesine gittik. Biz dijital servisleri altyapıyla yakınsattık. Turkcell’in bine yakın Ar-Ge mühendisi var. Bu mühendislerimizin 800’ü Türkiye’de, 200’ü Belarus’ta çalışıyor. Yaptıkları şey, dijital servis üretmek ve dünya standartlarına ulaştırmak ve dünyadaki herkesin kullanabileceği hale getirmek. Şu anda dokuz tane ana dijital servisimiz var. Bunlar, anlık mesajlaşma uygulamamız, müzik platformumuz, TV platformumuz, dijital yayıncılık platformumuz, bulut hizmetlerimiz, hızlı giriş teknolojisi, mobil ödeme teknolojisi ve arama motoru. Bütün bunlar aslında telekom şirketi olarak bizim dijital operatörlüğe nasıl eriştiğimizin de sebeplerinden bir tanesi.
Peki, bu dijital servislere şu an müşterilerinizin ilgisi ne durumda?
Bir günün içinde 1440 dakika var. Geleneksel bir telekom şirketinin müşterisiyle ilişkisi 32 dakikadır. Hepimiz ortalama 17 dakika telefonla arama yapıyoruz, 15 dakika da gelen telefonlara cevap veriyoruz. Dünya ortalaması, Türkiye’de de çok farklı değil. 32 dakikalık bir ilişki. Bir şirketin yaratacağı değer potansiyeli, müşterileriyle ilişkisinin değeri boyutundadır. Bugün burada, bizim de müşterilerimiz 32 dakika telefonla konuşuyor. Ama aynı zamanda günde 157 bin dergi okuyorlar, gazete okuyorlar. 27 dakikalarını Dergilik uygulamasında geçiriyorlar. BİP’te 33 dakika anlık mesajlaşma, videolu konuşma, video konferans yapıyorlar. Fizy’de 24 dakika müzik dinliyorlar, TV+’ta 63 dakika TV seyrediyorlar, trafik daha fazla olduğu zaman daha uzuyor, daha az olduğu zaman daha azalıyor bu süre ve Lifebox ile 17 dakikalarını fotoğraflarını arşivleyerek, kategorize ederek geçiriyorlar. Biz yavaş yavaş bu 1440 dakika içinde daha çok pay alma ve daha çok hizmet verebilme yarışındayız. Şu anda Apple ve Google’da en büyük ikinci yayıncı durumuna geldik. 85 milyona yakın uygulamamız indirildi, bunun bir kısmı yurtdışında, bir kısmı yurtiçinde, bu da bizi ikinci büyük yayıncı haline getirdi. Yani Android platformunda Google’dan sonra iOS platformunda da Apple’dan sonraki Türkiye’deki en büyük ikinci uygulama yayıncısı şu anda biziz. Bu da beni ayrıca Türkiye’deki mühendislerin, uygulama geliştirme aşamasındaki kabiliyetleri ve başarıları konusunda çok sevindiriyor.
Diğer önemli gündeminiz teknoloji daha doğrusu yazılım ve dijital servis ihracatı. Mobile World Congress’te (MWC) bu konuda başlayan somut görüşmeler konusunda bilgi vermiştiniz. Lifecell Ventures cephesinde en son gelişmeler neler?
Bildiğiniz gibi Lifecell Ventures ile fizy, TV+, BiP, Lifebox ve Dergilik gibi servislerimizi diğer operatörlerin kendi müşterilerine sunmalarının yolunu açtık. Lifecell Ventures ile dünyanın her yerindeki tüketicilere dijital iletişim, eğlence, müzik, TV, ticaret ve e-ticaret uygulamalarıyla bulut çözümleri sunmaya başladık. Lifecell Ventures’ın servislerini kullanan operatörler ayrıca, bu servislerin güncellemesini de düşünmek zorunda kalmıyor. Lifecell Ventures, şu anda dünyadaki 40’tan fazla operatörle, bu dijital servislerin o ülkelerde, o ülkelerin ekonomik şartlarında ve kurallarında hayata geçirilmesiyle alakalı görüşmelerini gerçekleştiriyor. Bizim dijital ihracat kanalımız Lifecell Ventures olacak. Bu alanda önümüzdeki dönemde yeni gelişmelerin yaşanacağını söyleyebilirim.
Başarılı bir Teknoloji Zirvesi’ni geride bıraktınız. Gündemdeki sıcak konuların konuşulduğu zirvedeki konuşmanızda önemli bir konunun altını çizdiniz: “Yapay zekâ ve dijitalleşme yarının değil, bugünün konusu”. Peki, sizce bugün yapay zekâ hayatımızın neresinde? En önemlisi hayatımıza etki potansiyeli ne?
“Yapay zekâ” denilince ilk yapılan şey ondan korkmak. Yapay zekâ hatalar, kazalar yapabilir ama bu hata ve kazalar bugün de oluyor. Yapay zekâ konusunda her gün bir önceki günden daha güzel olacak. Çünkü bu alanda endüstriye yapılan yatırım çok büyük. Özellikle son beş yılda endüstri yapay zekâya çok daha fazla yatırım yaptı. Örneğin veri tabanı milyonlarca görüntü ve objenin farklı fotoğraflarını kaydetti. Bu da aslında yapay zekânın altmış yıldan beri en önemli odak noktalarından biri oldu. İmaj kaydetme işinde 2010’da en iyi programlarda yüzde 30’luk hata payı bulunuyordu, 2015’te insanın yaptığı hata oranını yakaladı, 2017’de ise yüzde 2’ye düştü. Şimdilerde dili anlama noktasında programlar üzerine çalışılıyor ve beş yıl içinde, robotların bu alanda kabiliyetini ve gerçek dünyaya katılacaklarını göreceğiz. Bugüne kadar fabrikalarda ve kontrollü ortamlarda bulunuyorlardı ama yapılan geliştirmeler ile pek yakında araç kullanacak, ekin ekip biçecek, evlerimizde çamaşır yıkayacak, evi temizleyecekler. Yapay zekâ ile akıllı evlerin gerçek anlamda akıllandığına tanık olacağız. Akşam yemeği yapacaklar, ev ısısını ayarlayacaklar ve birçok işimizde asistanlık yapacaklar. İnsan asistanların aksine çok daha ucuza bize hizmet edecekler.
Son günlerde dünyada ve Türkiye’de en çok konuşulan meselelerin başında kişisel verilerin korunması konusu geliyor. Son patlayan Facebook skandalı ile iyice ayyuka çıkan bu konuda kullanıcı ciddi anlamda tedirgin. Çok defa dile getirdiğiniz gibi “yerli ve milli bir yapay zekâ” sizce kişisel verilerimizi koruma konusunda bir çözüm olabilir mi?
Verisini koruyamayan bir ülke egemenliğini de koruyamaz. Maalesef, biz Türkiye’de veri sahipliği, veri koruması, veri işlenmesi konusunda hâlâ aşırı miktarda yurtdışına bağlıyız. Türkiye’deki verilerin yüzde 97’si yurtdışında saklanıyor ve işleniyor. Türkiye kendi insanının ürettiği veriyi, işlenmiş veri olarak yurtdışından geri alıyor. Bu kabul edilebilir bir şey değil. Türkiye verisine sahip çıkmalı ve Almanya, Çin, Rusya ne yaptıysa aynısını yapmalı. Bunu yapamamamız, bizim ileride dijital emperyalizmin ağına düşmemize sebep olur. Bugün eğer bir ürün ücretsiz deniyorsa, bilin ki, orada ürün sizsiniz. Sizin ücretiniz o. Sizin değeriniz. O değere sahip çıkmamız lazım. Ve ülkemizde muhakkak veri egemenliği kurallarını işleme koymamız lazım. Bu alan bence Türkiye için önümüzdeki 10 senede dijital ekonominin başarısı için olmazsa olmaz.
5G için geriye saymaya başladık. 2019’da geniş anlamda dünyada uygulanmaya başlanacak. Bunu ilk uygulayan operatörlerden biri de Turkcell olacak diye biliyoruz. 5G konusunda çalışmalarınız ne durumda? 5G’nin sizce öncelikle hangi endüstriler üzerinde dönüştürücü etkilerini görüyor olacağız?
5G denilince aslında akla ilk önce hız geliyor. Ama 5G sadece hız değil. Öncelikle bunun altını çizmek lazım. Tabii ki bugünkünün en az 10 katı ve daha fazla hızları 5G teknolojisiyle hayatımıza almış olacağız, ama en kritik konulardan biri gecikme süreleri. Tüm sektörlerde endüstriyi değiştirecek özelliklerden birinin altında bu yatıyor. 5G ile birlikte bugünkünün 20 katı daha düşük gecikme süreleri yaşanacak. 1 milisaniye ve altındaki gecikme süreleri 5G ile hayatımıza girecek. Ve üçüncü önemli konu da bütün nesnelerin artık birbirine bağlı olduğu dünyada, çok küçük alanlarda çok fazla sayıda nesnenin şebekeye bağlanma kapasitesi, ki 5G ile beraber 1 kilometrekarede 1 milyon ve üzeri nesne birbirine bağlanmış olacak. 2020’de dünya ile beraber biz de bu özellikleri şebekemize kazandırarak hayata geçirmiş olacağız.
5G konusunda Turkcell olarak sizin çalışmalarınız ne durumda?
26 Ağustos 2015 tarihinde gerçekleşen 4.5G ihalesinde kullanmaya hak kazandığımız en geniş spektrum sayesinde abonelerimize her zaman en yüksek hızları sunmayı hedefliyoruz. Bu amaçla, şebekemizi en yeni teknolojiler ve ürünler ile sürekli güncelliyoruz. 1 Nisan 2016’daki 4.5G lansmanında tüm Türkiye’de o dönemde mobil şebeke üzerinden sunulabilecek en yüksek hız olan 375 Mps’yi sunabilen tek operatör olduk. Aradan geçen süre içerisinde bu konudaki çalışmalarımızı arttırarak devam ettirdik. Geldiğimiz noktada ticari şebekemizi gelişmiş anten ve modülasyon teknolojileri ile donatarak, 60 MHz frekans bant genişliğinde, abonelerimize maksimum 1.2 Gbps hızları sunabilecek duruma ulaştık. Şebekemizde sunulan bu yüksek hızları destekleyebilen yeni nesil Samsung S9 modeli terminallerin piyasaya çıkışı ile birlikte cep telefonları bu hızlara ulaşmak için gereken imkân sağlanmış oldu. İlk defa canlı şebekede ticarî cep telefonları ile 1 Gbps’i aşan hızları Mardin’den sunmaya başladık. Mardin AVM’de yapılan hız testinde 1.050 Gbps hızlara ulaşıldı. Biz Turkcell olarak Avrupa’nın en geniş spektrumuna sahip operatörüyüz. Bu spektrum sayesinde, GSA’in (Global mobile Suppliers Association) raporuna göre gigabit üstünde hızları verebilen dünyadaki 7 operatörden de birisiyiz. Biz bu hızı sadece Türkiye’nin büyük şehirlerinde İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de değil, Mardin’de verebilmek için burada bu testi özellikle yapmak istedik. Daha önceki çalışmalarımızda olduğu gibi bu hızları bölgemizde ilk ve dünyada nadir sunabilen operatörlerden biri olduğumuz için gururluyuz. Bu çalışma, 5G’ye yönelik yaptığımız hazırlıkların da bir ispatı niteliğinde. Bundan sonraki dönemde de en geniş frekans bandımız, güçlü şebeke altyapımız ve en yeni teknolojiler ile abonelerimize en iyi mobil geniş bant deneyimini yaşatmaya devam edeceğiz.
Teknoloji Zirvesi’nde “Dijital Zekâ” isimli bir program başlattığınızı açıkladınız. Bu programın çocukların dijital çağa doğru entegrasyonu konusuna katkıları nasıl olacak? Bakanlık ile nasıl bir işbirliğiniz var?
Turkcell olarak Dünya Ekonomik Forumu ve DQ Üniversiteler Koalisyonu’nun (Nanyang Technological University Singapore, National Institute of Education Singapore, Iowa State University, Yonsei University, Seyong University) işbirliğinde hazırlanan Dijital Zekâ Projesi’ni Türkiye’ye getiriyoruz. Bu yeni eğitim içeriği, ilk kez ve ücretsiz olarak Turkcell tarafından Millî Eğitim Bakanlığı himayesinde, 2018 – 2019 yeni eğitim öğretim yılında Türkiye’deki 8-12 yaş aralığındaki öğrencilerle buluşacak. Ayrıca DQ Institute tarafından hazırlanan Dijital Zekâ Küresel Etki Raporu’na destek vererek rapora Türkiye’nin katılımını sağladık. Millî Eğitim Bakanlığı’nın himayesinde 1000 öğrenci ve bin 600 öğretmenimiz online anketleri doldurarak rapora dahil oldular. Anketle internet ve dijital medya kullanımları, desteklenmeleri ve risk altında olabilecekleri alanları ve öğretmenlerinin “dijital vatandaşlık” konusunda bilgi ve farkındalık düzeyi tespit edildi. Biz hem bu projeye destek vererek hem de Millî Eğitim Bakanlığı’yla işbirliği yaparak okullarda Dijital Zekâ’nın ders olarak okutulmasına öncülük ediyoruz.
Maalesef ki, son birkaç yılda ve yoğunlukla 2017’de özellikle teknoloji odaklı sektör çalışanlarının yurtdışına kaçışını hep birlikte seyrettik. Ekonomik ve siyasî anlamdaki krizler bir yana, Türk iş dünyası dijital çağda yetenek yönetimi konusunda neyi yanlış yapıyor?
Öncelikle Ar-Ge dediğiniz şey para kadar insanla olan bir şey. Bizim araştırmacı ve geliştirmeci yeni bir üniversite modeline ihtiyacımız var bizim. Ülke olarak üniversiteleriniz ne kadar kuvvetli ise Ar-Ge’niz o kadar verimlidir. Dolayısıyla bizim üniversite modelimize dönüp bakmamız lazım. “Buralarda nasıl araştırma-geliştirme konularını daha etkin bir şekilde projelendirebiliriz, yönetebiliriz?” Kendimize bunları sormalıyız. Özellikle de endüstri ve üniversite arasındaki ilişkileri geliştirme konusu çok önemli. Doğrusunu isterseniz, ben kendi şirketimi üniversite gibi görüyorum. Zaman zaman yeni dersler, sınıflar yaratıyoruz. Geçen yıl gündemimiz “digital marketing” idi, bu sene şirket içinde “digital masters” konusunda eğitimler veriyoruz. İnanır mısınız, 5 bin kişilik şirkette bin 500 kişi bu eğitimi almak üzere kaydoluyor ve günde iki saatini veriyor. Biz de dünyanın önemli üniversiteleriyle de işbirliği yaparak onlara sertifikalar veriyoruz. Dolayısıyla bu eğitim dediğimiz şey, belirli bir zamanda olan bir şey değil. Bir şirket olarak bile bir üniversite gibi düşünüp insanların yetkinliklerini yenilememiz, onlara yeni fikirler vermemiz lazım. Ben çalışan herkesin Ar-Ge’nin de bir parçası olduğunu düşünüyorum. Bu felsefeyi sektör olarak yerleştirmemiz gerek. Diğer yandan önümüzdeki dönemde, İTÜ ile birlikte Teknoloji Enstitüsü kurma gibi bir girişimimiz söz konusu. Gençlerimize desteğimizi sürdürüyoruz. Bu konuda elimizi taşın altına koymaya da her zaman hazırız.
Türkiye’nin son dönemde konuştuğu projelerden yerli otomobil işinde Turkcell olarak Ortak Girişim Grubu’nda yer alan firmalardan birisiniz. Bu projedeki rolünüzü nasıl değerlendirirsiniz?
Turkcell, bildiğiniz gibi Anadolu Grubu, BMC, Kıraça Holding ve Zorlu Holding ile birlikte yerli otomobil projesindeki paydaşlardan birisi. Yerli otomobil, Türkiye için Endüstri 4.0 vizyonun örnek bir uygulaması. Endüstri 4.0 zaten 5G teknolojilerinin platformlarında gelişecek, büyüyecek bir dönüşüm programı. Yapay zekâ, robot teknolojileri gibi alanlarda biz bilgi birikimimizi diğer ortaklarımızla paylaşacağız, onların otomotiv sektörü deneyimiyle bizim yazılım ve bilişim sektörü deneyimimiz Türkiye’nin milli araç projesiyle bir araya gelecek. Biz özellikle bulut ve araç içi uygulamalar, sürüş ve yolcu güvenliği konusunda yerli otoya ciddi destek veriyoruz. Ar-Ge, insan gücü ve teknolojimizle Türkiye’nin yerli otomobiline büyük katkılar sunmayı hedefliyoruz. Teknik, operasyonel ve fizibilite çalışmaları devam ediyor. Bu süre içinde de gelişmeler olduğu sürece gerekli bilgilendirmeleri yapacağız. OGG konuyla ilgili bir açıklama yapacak.
Nisan ayı içinde Türkiye’de internetin 25. yılını geride bıraktık. Bu 25 yıla damgasını vuran markalardan biri olarak bu sürecin en önemli birkaç dönüm noktasını değerlendirebilir misiniz?
Burada en önemli dönüm noktalarını kendi yerli ve millî teknolojilerimizi hayata geçirerek yaşadığımızı düşünüyorum. 3G, 4.5G teknolojileri, yerli cihaz üretimi ve tabii ki en önemlisi yerli milli arama motoru Yaani ile ‘Türkiye’nin verisi Türkiye’de kalmalı’ diyerek büyük bir dönüm noktası yaşadığımıza inanıyorum.
Yorumlar