YouTube açık mı, kapalı mı? Ne olduğunun önemsizleştiği dönemdeyiz. Herkes artık DNS, VPN vs. kullandığı için artık farkında bile değil. Tek sorun, internet performansının bu değişiklikler sebebiyle ciddi yavaşlaması, özellikle video izlerken kabusa dönüşmesi. YouTube’da kanalı olanlar bilir, izleme oranları 3’te 1 oranında düştü. “Ne olacak canım” demeyin. Geçtiğimiz ay Londra YouTube Stüdyolarına girerek nasıl bir dünyanın gerisinde kaldığımızı gözlerimle gördüm.
Sevgili arkadaşım Bengü Atamer’in desteğiyle YouTube’un Londra stüdyolarına giren, fotoğraf çeken ilk gazeteci oldum. Bilenler bilir, bu konular biraz zor organize edilen konular. İzin verilse de çok sınırlı gezip, fotoğraf çekemiyorsunuz. Belki bizim ülkenin durumunu bildikleri için basın üzerinden nelerin kaçırıldığını belgeletmek istediler, kim bilir? Biraz yazışma trafiğinin ardından beklenen izin geldi ve stüdyoları gezme fırsatım oldu. Beni gezdiren kişininde Türk olması çok manidar oldu. Sırma Doğan yaklaşık bir yıldır Google/YouTube’da çalışıyor. Sırma ile kendi kanalım ile ilgili daha önce tanışmıştık, kendisi Türkiye’deki kanalları takip ederek YouTube iş ortaklığına dâhil olabilmeleri için gerekli iletişimden sorumlu. Tekrar Bengü’den bahsetmek istiyorum çünkü konumuzla alakası var. Bengü Atamer ve İtalyan ortağı Paola Marinone ile birlikte uzun yıllar Google/YouTube’da çalışıp yine YouTube ile işbirliği üzerine bir iş modeli olan Multi Channel Network (MCN) işine girmişler. BuzzMyVideos adında bir MCN kurmuşlar. Çok ciddi bir bilgi birikimleri olduğu için network’lerine dâhil olan YouTube kanallarına büyük tecrübe aktarımlarıyla onların dünyadaki diğer kanallarla rekabet etme şansı veriyorlar. Belki de Türkiye bir alanda ilk kez dünya ile aynı anda yeni bir yapılanmanın içerisine girmiş oldu. Hani hep deriz ya, “Abi biz geç fark ettik, uyanamadık, zamanında başlasaydık ne biçim yol alırdık” vs. İşte, tam zamanında girmiş hiç bahanemiz yokken, iyi de giderken, dünya ile dişe diş mücadele ederken, hatta genç nüfusumuz ve teknolojiye merakımız sayesinde YouTube bile bizi önemli pazar olarak görmüşken, tuttuk YouTube’u kapattık, engelledik.
Türkiye, YouTube için çok önemli
Benim Londra ziyaretimin amaçlarından birisi, aslında bununla ilgili bir girişimde bulunmaktı. YouTube’un Los Angeles, Londra ve Tokyo stüdyolarını içerik üreticilerinin hizmetine sunduğunu biliyordum. Sonbaharda da New York stüdyoları içerik üreticilerinin hizmetine girecek. “Neden ben de Türkiye’deki içerik üreticileri için aynı imkanları sağlamayayım,” dedim. YouTube için çok erken olabilir, her şeyde olduğu gibi bu imkânlar da bize yıllar sonra gelebilirdi. “Bir MCN stüdyosu kurmak başlangıç olarak güzel bir adım olabilir” diye düşündüm. Bildiğim bir şey var ki Türkiye YouTube için çok önemli. Türkiye’de ki reklam gösterimleri, izlenme oranları radarlarının tam ortasına bizi yerleştirmiş durumda. Bengü Atamer’i aradım ve ona BuzzMyVideos İstanbul Stüdyoları’nı açmak istediğimi söyledim. Paola ile birlikte çok heyecanlandılar ve “Kesinlikle varız” dediler. Ben de detayları konuşmak üzere onların yanına Londra’ya atladım gittim. Türkiye’deki son durumlar tabii ki morallerini bozmuş ancak çok net bir şekilde Türkiye yatırımlarına devam edeceklerini, network’lerinde ki kanalların çok iyi gittiğini ve büyümeye devam edeceklerini söylediler. Bu arada BuzzMyVideos Google Campus’den çıkmış, çok başarılı bir start-up projesi ve yatırım almaları an meselesi.
Gelelim YouTube Londra stüdyolarına. Kapıdan girdiğiniz anda bu işe ne kadar ciddi yaklaştıklarını, ne kadar önemli bir iş yaptıklarınızı görüyorsunuz. Stüdyolar belli kriterleri tutturabilen tüm YouTube resmî içerik ortaklarının kullanımına açık. Nedir bu kriterler? Abone sayınızın 10 binden fazla olması gerekiyor. Yasal içerik üretmek zorundasınız. Randevunuzu aldığınızda, hiçbir bedel ödemeden tüm imkânlardan faydalanabiliyorsunuz. İster bant kayıt, ister canlı yayın yapabilirsiniz. Stüdyolar bir TV kanalında olması gereken tüm standartlara sahip. Makyaj odaları, dinlenme odaları, arka plana görüntü bindirmek için gereken ‘greenbox’ diye adlandırılan alanlar, seslendirme stüdyoları, çekilen içeriğin montajlarının yapıldığı montaj odaları, kanal sahiplerinin ve konuklarının faydalanabileceği ikramlar… Çekimleri ister Full HD ister SD formatta yapılabiliyor. Önceden tercihinizi belirtmeniz ve uygunluk durumuna göre randevunuzu almanız yeterli. Fotoğraflardan da gördüğünüz, kendinizi kanal sahibi gibi hissetmenizi sağlayacak tüm ortam hazır gerçekten. Ben orada gezerken bir müzik kanalının sahibi çekim için geldi. YouTube, yıldız gibi karşılıyor. Bunun için özel bir görevli sizi danışmada bekliyor, her türlü ihtiyacınız için size sorular soruyor. Havaya girmemek elde değil. Gerçekten çok sıcak ve samimi bir ortam var. Stüdyonun Londra’da olması bizim Türkiye’den kullanamayacağımız anlamında gelmiyor. Global bir dünyada olan YouTube içerik ortakları, kriterleri yerine getirdikleri sürece dünya üzerinde ki tüm stüdyoları kullanabiliyor. Çok hoş detaylar var. Stüdyoyu kullanan herkesin orada polaroid makine ile fotoğrafı çekiliyor ve panoya iğneleniyor. Sırma benim de aynı zamanda içerik ortağı olduğumu söyleyince, oranın yetkilisi, “Hemen fotoğraf çekelim sizi de panoya koymalıyız” diyerek bir jest yaptı. Şu an o panoda eşim Şenay ile birlikte bir fotoğrafımız mevcut. Küçük gibi görünen o kadar çok ayrıntı var ki… İşte, bu ayrıntılar sayesinde daha çok içerik üretmek için motive oluyorsunuz.
Google Campus’u görünce insanın canı sıkılıyor
Bir de, Google Campus var. Burası iki amaç için kullanılıyor. Londra’da Old Street, Silikon Vadisi gibi bir yer. Google Campus da tam ortasında diyebilirim. Bölgedeki kafelerde tablet ve bilgisayarıyla çalışanlar çok olağan resim olmuş durumda. Google Campus içerisindeki kafeterya yazılımcıların, girişimcilerin networking yaptıkları, bilgi alışverişi yaptıkları, bir proje için ekip kurdukları çok acaip bir yer. Yaş ortalaması 25 olan büyük iş adamları hepsi. Campus’ün üst katlarında ise startup’ların çalışma alanları. Belli bir masanız yok, o gün neresi boşsa ekip olarak yer kapıp çalışmaya başlıyorsunuz. Kira ödemek yok. Kafeterya Londra’ya göre daha makul fiyatlarla hizmet veriyor.
Buraları gördükten sonra insanın canı sıkılıyor. “Millet nerelerde, biz nelerle uğraşıyoruz,” dememek elde değil. Sonra beyin göçü ile ilgili atıp tutuyorlar. Sen doğru düzgün ol beyinlerde otursun yerli yerinde. Beyni olan ve kullanmak isteyenler maalesef bunun kıymetini bilenlerin yanında olmak istiyor kimse kusura bakmasın. Özgür beyinler, engelsiz kafalar çok daha verimli olabiliyor. Küçücük bir proje ile koskocaman bir sanayi devinin cirosunu yakalama şansın oluyor.
Timur Akkurt’un ‘Teknolojinin tutsağı değil, efendisi olun’ yazısı Digital Age Mayıs 2014 sayısında yer alıyor.
Yorumlar