Bu yazıyı yaklaşık üç aydır yazmayı istiyordum. Hızlı gündem ve gelişmeler sebebiyle erteleyip durdum. Daha önce de bu konuda yazmıştım. Aslında bir bakıma da iyi oldu. Daha fazla güncel bilgi ekleyebildim. Gerçi, bu sektörde her geçen gün yeni bir şeyler oluyor ama olsun.
Şimdi benim görüşüm sosyalmedyakullanıcıları/ajans/fenomen/kurum/müşteri arasında ciddi kaotik bir durum söz konusu. Kiminle konuşsam herkes çok zorlandığını, rahatsız olduğunu söylüyor. Bunları tek tek masaya yatıralım.
Sosyal medyada beş taraf
Sosyal medya: Günümüzün en dinamik, en ele avuca sığmayan, zaman zaman en kritik, en olmazsa olmazı. Bu alanda herkes olmak istiyor. Nasıl yönetileceği, nasıl ilerleneceği muamma, riskli, olmayabilir bir yer özünde. Doğal olsan olmuyor, strateji ile ilerlesen yine olmuyor, agresifliğe hiç gelmiyor. O zaman etkileşim oluyor ama olumlu olmuyor falan.
Ajans: En kritik pozisyonda onlar var. Hem sosyal medya dinamiklerini çok iyi takip etmeli hem müşterilerinin çıkarlarını düşünmek zorundalar ve sosyal medya kullanıcılarını düşünmek zorundalar. Fenomenlerle de onlar muhatap olup, projenin amacına ulaştırılması konusunda stratejik öneme sahipler.
Fenomen: Bu kısmı çok enteresan kimisi gerçekten kitleleri ile kimisi “sahte” kalabalıkları sayesinde ajansları, kurumları kandırarak para kazanıyor. Bunun dışında, fenomenler aralarında ikiye ayrılıyor. Zaten ünlü olup sosyal medya kullanarak bunu pekiştirenler, normalde ünlü olmayıp sosyal medya sayesinde bir kitle sahibi olanlar. Son zamanlarda markalar, ajanslar fenomenler ile iş yapmaya çalışıyor. Kimisi ile çok başarılı işlere imza atılırken kimisi ile büyük hayal kırıklıkları ve maddî-manevî kayıplara uğruyorlar. İşte problemin başladığı nokta burası. Bu konunun detaylarına yazının ilerilerinde değineceğiz.
Kurum: Kimi imajı için, kimi satmaya çalıştığı, kotasını doldurmak zorunda olduğu adetleri yakalamak için yeni medyayı kullanmaya çalışıyor. Kimisi bu işi gerçekten çok iyi biliyor ve planladığı kampanyası başarılı oluyor. Kimisi, “Herkes yapıyor biz”de yapmalıyız,” diyerek bırakıyor kendisini bu tanımadığı denize. İşte, bunlara hep yazık oluyor. Daha doğrusu çok az bir ihtimalle amacına ulaşabiliyor diyelim. Burada da şans faktörünün, tanıttığı ürünün avantajları sayesinde bir hareketlilik yakalıyor. Bu oyunun en önemli oyuncusu “kurum” bunu unutmamak gerek. Neticede parayı veren, sektörün var olmasını sağlayan onlar.
Müşteri: En tehlikeli taraf onlar! Onlar sevmezse, antipatik bulursa, olmaz bu iş derse o oluyor. Şahlanıp uçabilirsiniz de, tası tarağı toplayıp göçebilirsiniz de. “Kimler geldi kimler geçti, biz hancıyız onlar yolcu” bakış açısına sahip olan gerçek insanlardan oluşuyor! Bunu hiçbir zaman unutmamak, bilinçsizce onlara yaklaşmamak gerek. Unutursanız size öyle bir hatırlatıyor ki kendinize gelmeniz belki de yıllar sürebiliyor.
Taraflarımız bunlar. Şimdi bu konuda görüşü bir arkadaşımdan aldım. Ajanslarla görüş alışverişine bu yazıda yer vermiyorum. İleride bu oyunun büyük oyuncuları ve işi gerçekten kuralına göre oynayan ve etkili işlere imza atan kurumlarına yer verdiğim bir yazım daha olacak.
Evet, sevgili arkadaşım Zeynep Güray sosyal medyadaki adıyla “Zeglence” ile işin biraz detaylarını sorguladım. Güray, profesyonel olarak sosyal medya işleri yapıyor. Ondan aldığım bilgileri size özetleyerek paylaşayım.
Bu iş kesinlikle profesyonelce yapılmalı, kendinizi büyük bir ajansa bir şartla emanet etmelisiniz. O da sizinle birebir ilgilenecek bir ekip varsa. Bunu yapan süper ajanslar var geçekten. Dikkat etmeniz gereken ajans büyük olabilir ama bir o kadar da çok fazla sayıda müşteriye sahip olup, bir ekipe birden çok müşteri takibi görevi veriliyorsa orada durmak gerek. Zira sizin hesaplarınızla mümkün değil yeteri kadar ilgilenemezler. Referanslar çok önemli, daha önce ne işler yapmışlar, nasıl sonuç almışlar bunları iyice bir değerlendirmek gerek. Butik ajanslar son dönemde çok fazlalaştı. Burada da sıkıntı butik ama örneğin 15 müşteriye bakan ajans modeli. O kadar çok müşteriyle 3-5 kişi ile takip etmek çok zor. Zaten kapasite olarak baktığında butiklik bir durumda kalmamış oluyor. Son olarak müşterilerin şunu çok iyi anlamış olması gerek diye düşünüyorum. Örneğin, bir ürün ile ilgili etkileşim yaratmak istiyorsanız, doğru hedefleme ile tam sizin istediğiniz bin kişiye ulaşmak ile yanlış hedefleme ile 10 bin kişiye ulaşmak arasında ki farklı görmeliler. O bin kişi ürününü alma potansiyeline sahip, diğer 10 bin kişinin 50 tanesi senin ürünün ile ilgileniyor.
Sahte fenomenlere dikkat!
Evet, Zeynep Güray’ın görüşleri bu şekilde. Şimdi konuyu yavaş yavaş toparlayalım. Başta bahsettiğim bir konu var sahte kalabalıklara sahip “fenomenler”. Bu konuda bence başta ajanslar sorumlu olmalı. Neticede kuruma ismi öneren, projeyi geliştiren ve ikna eden ajans. Fenomenlerin, sosyal medyanın popüler insanlarının geçekten etkili, kuruma fayda sağlayacak olması çok önemli. Kurumlar dijital dünya ya para yatırıp karşılığını alamaz, kandırıldığını hissederse pek çok insan ekmeğinden olur. Kurumların en büyük hatası çok büyük hedefler koymaları, ajansların en büyük hatası bu ulaşılması zor hedefleri yakalamak uğruna bazı yanlışlara ya göz yumması ya da kendilerinin bu yanlışı yapması. En büyük tehlike de bu aslında. Konuştuğum, tanıdığım yönetici arkadaşlarım 2016 yılında dijital dünyaya çok daha fazla bütçe ayırmayı planlıyor. Bunun karşılığını alamazlarsa klasik sisteme dönmek, maalesef, yapabilecekleri en garantili manevra olacaktır. Herkesin kendine çeki düzen vermesi gerektiği bir döneme giriyoruz. Yeni medyanın ısınma turları bence bu çeyrek itibariyle bitmiştir. Eylül döneminde çok ciddi bir sezon başlıyor. Bu sezona kötü başlayanlar, eski kafada iş yürütmek isteyenler, sahte hesaplarla iş yapmaya çalışanlar olmalı. Büyük çoğunluğun işlerini dürüstçe yaptığı, “ölçülebilir” gerçek etkileşimle başarıya ulaştığı bir dönem olmasını dilerim. Bu standartlar ile ilgili bir örgütlenmenin çok gerekli olduğunu düşünüyorum. Böylece belli standartlar korunabilir. Sapla saman birbirinden ayrılırsa iş daha verimli olacak, bu kesin.
Timur Akkurt’un “Sosyal medyadaki taraflar arasında ortaya çıkan kaos” başlıklı yazısı Digital Age Temmuz 2015 sayısında yer alıyor.
Yorumlar