Daha Zuckerberg, babasının yediği portakalda vitamin dahi değilken biz “sosyal medya” dünyasına BBS’lerle giriyorduk. Şimdi “BBS de nedir?” diye soranlar vardır elbette… Bulletin Board System’in kısaltılmış hali…
Peki, BBS’lerle ne yapılırdı? Büyük bir posta merkezi gibi düşünün… Herkes mektubunu posta kutusuna atar, sonra buraya gelir posta kutunuzdan mektubunuzu alırdınız. Tabii, zaman zaman dosya da indirebilirdiniz. Oyunlar ve tabii bolca korsan içerik… BBS’ler 80’ler ve hatta 90’lara kadar son derece popülerdi…
a/s/l’den nerelere geldik?
O sıralarda özellikle internetin daha gelişmiş olduğu ABD’de daha sonra, CompuServe ve America Online (AOL) ortalığı kasıp kavururken bizler de IRC (Internet Relay Chat) ortamlarında aynı kalıplarla “merhaba” diyorduk birbirimize: “a/s/l?” … Şu anda çok anlamsız gibi görünmesine rağmen bu kalıp “age, sex, location” yani “yaş, cinsiyet, mekân” anlamına geliyordu.
Milenyumdan sonra Friendster, MySpace gibi internet sitelerini duymuş olsak da, bizde pek popüler olduğunu söyleyemeyiz. Ancak 2000’lerin sonlarına doğru Facebook ve Twitter milat oldu. Bir de, mobil geniş bandın yaygınlaşmasıyla Instagram da devreye girdi elbette…
Sosyal medya, son 10-15 yıllık dönemde hayatımızı ciddi anlamda etkiledi. Şöyle ki, artık sosyal medya üzerinden kavga edebiliyoruz. Düşünsenize, bundan 10-15 yıl önce birisi gelip size, hiç tanımadığınız, hayatınızda hiç karşılaşmadığınız bir insanla kavga edeceğinizi söyleseydi herhalde akıl sağlığından şüphe ederdiniz…
Mesela, “Benim fotoğrafımı niye beğenmedin,” ya da “O kızı neden takip ediyorsun,” gibi nedenlerle sevgilinizle, eşinizle kıskançlık kavgaları yapabiliyorsunuz. Ne bileyim, koyduğunuz hikâyenin az beğeni alması sizi üzebiliyor, ya da tam tersi durumda çok sevinebiliyorsunuz. Çok garip gelmiyor mu sizlere?
Açıkçası, benim gibi hayata radyo günleri ile başlamış, yarım yüzyılı geride bırakmış birine bir hayli garip geldiğini itiraf etmeliyim… Özellikle, geçtiğimiz günlerde yaşadığım bir başka olay beni çok şaşırttı. Bu yazının ana fikri de buradan çıktı zaten…
Sosyal medya sözleşmesi de ne?
Bir çay kahve sohbetinde arkadaşım şirketin kendisiyle bir sosyal medya sözleşmesi yaptığını söyledi. Şaşırdım… Sosyal medya sözleşmesi de neymiş acaba? Şöyle ki, bu sözleşmeye göre arkadaşım sosyal medya üzerindeki paylaşımlarından dolayı şirkete karşı bir anlamda sorumlu tutuluyor. Örneğin, attığı bir tweet, bir mesaj şirket çıkarları aleyhine ise bu işten çıkartmaya bile varan yaptırımlar içeriyor.
Örneğin, A şirketinde çalışıyorsunuz, bir tweet attınız ve B şirketinin bir hizmetini, ya da ürününü beğendiniz… Yöneticiniz sizden bu tweeti kaldırmanızı isteyebiliyor. Hatta bazı durumlarda çalıştığınız şirketin hizmet, ürün vs. nesi varsa övmeniz bile beklenebiliyor.
Bu durum bazı hallerde patronunuzu, yöneticinizi takip etmek, onları retweetlemek, beğenmek vs. mecburiyetini bile gerektirebiliyor. Bu konuda çok ciddi bir baskı olduğu gibi bir de sözleşmeyle kanunî bir kılıf bile hazırlanıyor.
Daha sonra başka kişilerle de görüştüm. Bir anda fark ettim ki, bu sosyal medya hesapları üzerindeki işveren baskısı aslında yeni bir şey değil… Hatta, bazı konuştuğum kişiler öylesine telaşlıydı ki, isimlerini ve çalıştıkları yeri gizli tutmam konusunda beni iyice tembihlediler. Hele bir tanesi bazı çalışma arkadaşlarının sosyal medya mesajları tarafından işten çıkartıldığını söyleyince iyice şaşırdım.
Bu arada çok şaşırdığımı gören bazı dostlarım birçok firmanın uzun süredir işe alımlarda adayların sosyal medya hesaplarını yakından incelediklerini, bunun pozitif ve negatif etkilerinin olduğunu söyledi.
Peki, sosyal medya hesabınız sizin kişisel özgürlük alanınız değil midir? Herhangi bir yerde çalışıyorsanız, bir mesaj paylaşırken, beğenirken kontrol sizde mi olmalıdır, yoksa işvereninizde mi?
“Özgürlükler ülkesi ABD”de durum
Bu konuya “özgürlükler ülkesi” ABD’de nasıl bakıldığına dair bazı araştırmalar yaptım. Bakın bu işler ABD’de nasıl yürüyor?
Öncelikle bir devlet çalışanıysanız ve sosyal medyada yazdıklarınızla hükümeti eleştiriyorsanız ABD’yi “özgürlükler ülkesi” yapan anayasanın birinci maddesine yapılan değişiklik (First amendment) size koruma sağlıyor. Bu yasayı tekrar hatırlatacak olursak aynen şöyle diyor: “Kongre, herhangi bir dinin kurallarını temel alan veya ibadetini yasaklayan ya da ifade özgürlüğünü, basın özgürlüğünü kısıtlayan; ya da halkın barışçıl şekilde toplanma ve şikâyete neden olan bir halin düzeltilmesi için hükümetten talepte bulunma hakkını kısıtlayan herhangi bir yasa yapamaz.”
Diyelim bir devlet çalışanı değilsiniz… O zaman da devreye federal yasalar giriyor. NLRB (National Labour Relations Board – Ulusal Çalışma İlişkileri Kurulu) işverenle, çalışanın ilişkilerini düzenlerken bu konuya da el atıyor.
Örneğin kurul bir defasında General Motors’un çalışanlarına koymuş olduğu “uygunsuz” sosyal medya yorumlarını yasaklamasına müdahale etti ve çalışanların, işverenin çalışma politikalarını eleştirme hakkının gasp edildiğine hüküm verdi. Yani, çalışanlar çalıştıkları kurumu eleştirme hakkına sahiptiler.
Yine bir başka vakada kurul, Costco’nun çalışanların sosyal medya yorumlarının şirkete zarar verebileceği, ya da bir kişinin adını lekeleyeceği iddiasıyla yaptığı başvuruyu reddederek önemli bir mesaj verdi.
Fakat, kurul Walmart’ın, “ayrımcılık, rahatsız etme ve tehdit, şiddet ve kanundışı” mesajlara yönelik yasaklaması ile ilgili başvuruyu da kabul etti.
Burada, “kanundışı” sayılabilecek söylemler içeren mesajların yasaklanıyor olması son derece doğal gibi görünse de bu aslında ince bir çizgi…
Diyelim, birkaç çalışan iş koşulları, maaşlar vs. gibi meseleler için bazı sosyal medya mesajları paylaştılar. Her ne kadar ABD anayasası “ifade özgürlüğü” kapsamında çalışanı korusa da, NLRB çalışanın arkasında dursa da zaman zaman işveren işten çıkartma kartını oynuyor. Tabii, bu da dava konusu haline geliyor. Kendinizi bir anda saatine birkaç bin dolar ödenen kurnaz bir avukat ordusunun karşısında bulabiliyorsunuz. Nitekim, birçok dava işverenin lehine sonuçlanıyor.
5651 yenilenip geliştirilmeli
Türkiye’de konuştuğum bazı avukatlar, aslında bu konudaki düzenlemelerin yetersiz olduğunu söylüyorlar. Hâlâ birçok açıdan tartışılmakta olan 5651 sayılı yasanın tekrar ele alınarak güncellenmesi gerektiği yolunda bir kanı var.
Kaldı ki, normal hayatta bir suç olan “hakaret, taciz, tehdit, hırsızlık” gibi eylemlerin sosyal medya yoluyla yapılması çok bir şey fark ettirmemeli kanaatindeyim. Ancak “mobbing” denen işveren baskısının, kişilerin sosyal medya hesaplarına müdahale edecek düzeye gelmesi ve bu konuda ülkemizde düzenleme boşluğu olması da düşündürücü…
Yine görüşünü almış olduğum hukuk adamları çalışanların sosyal medya hesaplarıyla ilgili imzalamış oldukları sözleşmelerin geçerli olmadığını, iş kanunu hükümlerinin bütün anlaşmalar üzerinde kabul edildiğini söylüyorlar.
Lakin, bazı durumlarda işverenin dahi bilgisi haricinde yöneticiler tarafından çalışanlara yapılan baskılar söz konusu… Şöyle ki, bulunduğunuz birimdeki şef, müdür seviyesindeki amirleriniz sosyal medya hesaplarında size müdahalede bulunabiliyorlar. Onların isteklerini yerine getirmediğinizde terfi alamıyorsunuz, ya da en kötü işleri yapmakla cezalandırılıyorsunuz. Açıkçası, bunun bildiğimiz anlamda “mobbing”den hiçbir farkı olmamalı…
Siz yine de patronu “like”lamayı ihmal etmeyin diyorum…
Cem Kıvırcık
Bilişim Yazarı
Yorumlar