İstanbul gibi trafiği kangren olmuş bir megapol için özel araç harici ulaşım alternatifleri geliştirmek ve bu alternatiflerle hayat kalitesini yerle bir eden İstanbul trafiğini hafifletmek ülkemizin önceliklerinden.
Gün içinde yapmak zorunda kaldığımız kısa mesafeli ulaşım ihtiyaçlarımızı karşılarken yaşanan büyük otopark sorunları, trafik sorunu, taksi bulma veya bulunan taksinin kısa mesafe yapmak istememesi gibi birçok problem de, yaşadığımız ek sorunlar. Bu sorunlara en azından mikrokalite kavramı ve kısa mesafe ulaşım ihtiyaçları çerçevesinde yanıt bulmaya çalışırken, aynı zamanda kullanıcılarına keyifli bir alternatif de sunmak iddiasıyla ortaya çıkan da bazı girişimler var. Bu girişimler, topoğrafyası İstanbul geneline göre nisbeten daha düz, çevreyolu veya ana yol harici cadde ve sokakları olan, nüfusu o bölgede mukim olanlara ek olarak, genelde iş ya da eğlence amacıyla belli gün ve saatlerde yoğunlaşan Levent, Suadiye, Caddebostan gibi semtlerde mobil uygulama ile elektrikli scooter kullanabilmesi şeklinde bir iş modeli geliştirmişler. İş modeli olarak son derece isabetli gibi görünen bu çözüm ve uygulama yakından incelendiğinde ise bazı ciddi hukuki sorunlarla karşılaşılabilmesi söz konusu olabilir.
Ülkemizde elektrikli scooter’larla ilgili spesifik bir hukuki düzenleme bulunmuyor. Bu tür tekerlekli ve insan gücü haricinde elektrikle de olsa motorla giden, hızı saatte 25 km’yi aşmayan, pedal çevirmeye ara verildikten sonra gücü düşen elektrikli bisikletler, mevzuatımızda “bisiklet” sınıfına girer ve elektrikli scooter’lara en yakın mukayese edilebilir araçtır.
Her şeyden önce trafiğe çıkacak bu araçların muayenelerinin nasıl ve kim tarafından yapıldığı, aracın trafiğe çıkmaya elverişli olup olmadığının resmi ve muteber bir teyidi bulunmuyor. Oysa mukayesen elektrikli bisikletler bakımından bir muayene sistemi vardır.
Ayrıca söz konusu elektrikli scooter’ın gün içinde kullanımı esnasında bir kullanıcıdan diğer kullanıcıya güvenli ve doğru işler şekilde teslim edilip edilmediği belirlenemez durumda. Zira bir kullanıcı elektrikli scooter’ı parkettiğinde bir başka kişi belli bir zaman sonra alıp aynı elektrikli scooter’ı kullanabiliyor. Bu silsile içinde elektrikli scooter’ın doğru kullanılıp kullanılmadığı, kaza yapıp yapmadığı, arızalı bırakılıp bırakılmadığı veya kimin sevk ve idaresi altında olumsuzluğun yaşandığı tespit edilmesi çok güç bir mesele. Bu sebeple bir kullanıcının veya üçüncü şahısların zarara uğraması halinde sorumluluk, öngörülebilir risklere karşı gerekli tedbirleri almakta ihmal eden şirket yetkililerine yönelebilir. Ayrıca mevzuat gerekli görüldüğü hallerde bisikletler ve elektrikli bisikletler bakımından da tescil ve plakalama öngörüyor. Her bir aracın muayenesi, modeli, senesi, geçmişi noktalarında takibi, birbirinden uygulamayı yöneten şirket haricindeki kişiler ve kurumlar tarafından da kolaylıkla ayırt edilebilmesi ve tescil ile bu araçla sebebiyet verilebilecek bir kazada sorumluların belirlenmesi önemlidir.
Bir diğer önemli konu, bisikletlerin ve motorlu bisikletlerin yaya yollarında sürülmesine ilişkin yasakla ilgili. Bu yasak yaya yollarındaki yayaların, çocukların, bebek pusetleriyle yürüyen ve manevra kabiliyeti kısıtlı yayaların saatte 25 km’ye varabilen araçlarla karşı karşıya kalmalarını engellemek amacıyla vardır. Oysa uygulamada, elektrikli scooter kullanıcılarının da aynı hızlarla yaya yollarını kullanmak suretiyle ciddi riskler yarattığını hatta kazalar yaptıklarını görmekteyiz. Böyle bir durumda birinci derecede sorumluluk sürücü olsa da, sürücüye aracı kullandıran da hukukumuzda sorumlu tutulabilir.
Elektrikli bisiklet kullanıcılarının kask takması zorunludur. Aynı hızlara çıkabilen, aynı trafiği kullanan, tekerlek çapı çok daha dar ve manevra kabiliyeti çok daha kısıtlı olan elektrikli scooter sürücülerinin de aynı zorunluluğa tabi olması özellikle kazalar sebebiyle ele alınacak hukuk davalarında mahkemeler tarafından aranabilir. Bir şirketin sadece web sitesinde “kask kullanmanızı tavsiye ediyoruz” mealindeki yazısı, bu araçların kullanımından kâr elde eden bir şirket açısından yeterli ve makul ihtimam ve özen sayılmaması beklenebilir. Trafikte dönüş öncelikleri, geçiş öncelikleri, işaret verme gibi zorunlulukların elektrikli scooter’lar için de aynen bisikletler ve motorlu bisikletlerde olduğu gibi olması makuldür, zira onlar da aynı şartlarla aynı trafiğe çıkarak aynı araçlarla ve yayalarla genel trafiği paylaşıyorlar.
Mevzuat tarafından belirlenmiş fren sistemleri yani birbirinden ayrı ön ve arka frenleri, ihbar aletleri yani otuz metreden duyulabilecek ses çıkaran zil veya kornaları bulunması gerekir. Gerek araçlar, gerekse sürücüler reflektif işaretle ve özellikle gece görülebilmeyi sağlayacak reflektif işaretlerle teçhiz edilmiş olmalıdır.
Yukarıdaki açıklamalarımdan anlaşılabileceği gibi konu dışarıdan çok sempatik, hoş ve zararsız görünmesine rağmen hem elektrikli scooter kullanıcılarının kendisi için, hem de onların karışacakları kazalardaki diğer taraflar için hayati riskler, cismani riskler ve maddi zarar riskleri vardır. Böyle bir durumda bu elektrikli scooter’ları istisnasız herkes için yeterli düzenleme, denetim, muayene ve koruyucu idari, teknik ve operasyonel tedbir olmadan maddi kâr amaçlı olarak kullanıma sokan şahıslar bakımından da potansiyel hukuki riskler muhakkak ki vardır.
Bütün bu unsurlar göz önünde tutulduğunda birilerinin canı ciddi olarak yanmadan hem düzenleyici kurumların, hem de bunu bir iş modeli olarak benimseyen girişimlerin üzerine düşenlerin neler olduğunu düşünmeye başlayıp aksiyon almalarını beklemek çok şey istemek olmaz.
Burçak Ünsal, NY & İstanbul Baroları Avukatı
Yorumlar