Skip to main content

Son dönemde “post-truth” çokça konuşulan bir kavram. Türkçe karşılık olarak henüz üzerinde tam bir mutabakat sağlanabilmiş değil. Akademisyen Yalın Alpay ise “hakikatin önemsizleşmesi” şeklinde kullanıyor. Alpay “Yalanın Siyaseti” isimli kitabında hakikatin neden önemsizleştiğini anlatıyor ve bunun için başvurulan safsataları ele alıyor.

Kitapta “Post-truth” kelimesine “hakikatin önemsizleşmesi” karşılığını neden önerdiğinizi açıklayabilir misiniz?

Bu kavram, postmodernizmle başlayan “post” akımının, siyasetteki izdüşümüdür. “Post” ön eki, çeviri yanlışına uğrayarak çoğunlukla “sonrası” şeklinde çevrilmektedir. Oysa bu ön ek aynı zamanda, nitelediği dönemin “önemsizleşmesi”, “alakasızlaşması” anlamına gelmektedir. Bu çerçevede postmodernizm, “modernizmin önemsizleşmesi”, post-truth da, “hakikatin önemsizleşmesi” olarak düşünülebilir.

Hakikatin önemsizleşmesi (post-truth) siyasî bir kavramdır. “Kamuoyu oluşturmada duyguların ve kişisel inançların, nesnel olguların yani hakikatin önüne geçmesi” şeklinde tanımlanabilir. Günümüzün popülist siyasetçilerinin nesnel verilerin kitleleri ikna edemeyeceği durumlarda, nesnel verileri hasır altı ederek, halk kitlesinin en geniş kesiminin duygularına, inançlarına ve önyargılarına uyumlu sahte “hakikatler” anlatmalarıdır. Bu yöntem, kitleleri mantıken değil, duygusal bir şekilde ikna etmeye dayanır. Rasyoneliteyi geri plana atıp irrasyonaliteye dayandığı için, hedef kitlesi rasyonel yanıtlar arayan entelektüeller değil, rasyonellik yerine daha çok coşkuyla, duygularla, inançlarla ve önyargılarla hareket eden daha az eğitimli geniş halk kitleleridir.

Hakikatin önemsizleşmesi siyasetinde, hakikatin bir önemi yoktur. Önemli olan kitleleri istenilen doğrultuda harekete geçirecek duygusal motivasyonların sağlanmasıdır. Yücelik duygularını uyarmak için “şehitlik”, “kutsallık”, “din”, “milliyetçilik” kavramları; korku duygularını uyarmak için “terör”, “savaş”, “ekonomik kriz” kavramları; öfke ve nefret duygularını uyarmak için “şer odakları”, “ülkeyi ele geçirmeye çalışan kötüler”, “gizli gündemleri olan dış güçler”, “kıskanan ve kuyu kazan ötekiler” kavramları; hüzün duygularını uyarmak için de “tarih boyunca uğranılan haksızlıklar”, “yaşanan mağduriyetler” gibi kavramlar başlıca başvuru kaynaklarıdır.

Böyle bir ortamda, destekçisi olan kitlenin inancalarına ve önyargılarına uygun olduğu sürece liderin tutarsız savlar ileri sürmesi, yolsuzluk yapması, ekonomide, dış siyasette başarısız olması önemini yitirir. Bunların tümü iç-dış düşmanlar, terör örgütleri, casuslar, ülkenin gelişmesini istemeyen seçkinler gibi, çoğunlukla “icat edilmiş” kesimlere yıkılır.

Sosyal medya olmasa post-truth bu kadar gündemde olur muydu? Sosyal medyanın buradaki rolü nedir?

Sosyal medyanın ortaya çıkmasıyla, herhangi bir konuda fikir ileri sürmek ve bunu kamuya duyurmak için artık geleneksel medyaya gereksinim kalmaması ve herkesin sosyal medya aracılığıyla fikirlerini istediği gibi beyan edebilmesi, bilgi üretiminin tekelini seçkinlerin ve uzmanların elinden aldı.

Başlangıçta tabanını yaygınlaştıran bir demokratikleşmeymiş gibi görünen bu süreç, hızlı bir şekilde tabanını daraltan bir demokrasi karşıtlığına doğru kapandı. Entelektüellerin, seçkinlerin ve uzmanların kendi birikimleri sayesinde, ürettikleri bilgiler daima belli ölçütler çerçevesinde inşa edilmeye çalışılıyordu. Elbette pek çok satın alınan, çarpıtılmış tezler ileri süren, kendi çıkarları için sonuçları değiştirmeye çalışan entelektüeller, seçkinler ve uzmanlar vardı. Ancak bunların yapılması toplum tarafından bir suç olarak algılanıyordu ve böylesi durumlar ortaya çıktığında, bu hileleri gerçekleştirenler büyük bir saygınlık erozyonuna uğruyorlardı.

Siyasette de benzer bir durum söz konusuydu. Siyasetçiler, ileri sürdükleri her savı, belli olgusal veriler tarafından desteklemeye çalışıyor, bunlarla yalnızca sıradan halkı değil, aksine daha çok seçkinleri ikna etmeye çabalıyorlardı. Zira modernizm paradigmasında seçkinlerin uzmanlığına güven vardı ve seçkinler de sahip oldukları birikim sayesinde siyasetçilerin savlarının delillerinin geçerliliğini ve hakikiliğini sıradan halka oranla çok daha iyi bir şekilde denetleyebiliyorlardı. Postmodernist dalgayla birlikte, halkın seçkinlere yönelik güveni kademeli olarak düştüğü için bu mekanizma işlemez hale geldi.

Sosyal medya sayesinde, geniş kitleler hem haber üreten hem de haber tüketen topluluklara dönüştü. Ancak bu topluluklar internetin ürettiği Facebook, Google, Instagram ve Twitter gibi belli başlı dev şirketlerin yazdığı algoritmalar sonucu, türdeş topluluklar haline gelmeye başladılar. Zira sosyal medya şirketleri, birbirine benzeyen, aynı siyasî görüşleri taşıyan, aynı gelir ve eğitim grubunda, aynı kentlerde, semtlerde yaşayan, aynı yaş gruplarını bir araya getirmeye yönelik algoritmalar kullanıyorlar. Bir süre sonra, sınırsız olanaklar ve özgürlükler sağlayacağı, çoğulculuğu pekiştireceği düşünülen internetin, kısa zamanda insanları “filtre balonları” adı verilen türdeş ve sınırlandırılmış sanal dünyalara kapattığı anlaşıldı. Bu algoritmalar sayesinde neredeyse tüm internet kullanıcıları kendileriyle türdeş olan kullanıcılarla kuşatıldıklarından, bu filtre balonlarında kullanıcılar sürekli olarak kendi önyargılarını, kanaatlerini, inançlarını ve görüşlerini onaylayan bir evrenle karşılaşmaya başladı. Bu da bir süre sonra hiçbir eleştirellikle karşılaşmayan kullanıcıları, kendi kanaatlerine ve inançlarına dogmatik bir bağlanmaya taşıdı.

Kimsenin hiçbir veriyi eleştirel süzgeçten geçirmediği, muhaliflerin tamamının “kötücül”, “nefret edilen”, “tüm sorunların kaynağı” olarak tanımlandığı, tüm muhalif savların ezbere bir şekilde, duygusal olarak baştan reddedildiği bir kutuplaşma ortamı doğdu. Taraflar kendi kanaatlerine sınırsız bir güven ve inanç geliştirirken, karşı kanaatleri de sınırsız bir nefret ve küçümsemeyle dışlamaya başladı.

Böylece hakikatin önemsizleşmesi dönemi en açık şekilde kendisini göstermiş oldu. Artık kimse modernizmin yıllar içerisinde kazandırmış olduğu eleştirel bakışı, olaylara rasyonel yaklaşımı kullanmaya gerek duymuyor, verileri kontrol etmeyi, doğrulamayı ya da yanlışlamayı düşünmüyor. Onun yerine tamamıyla duygularla ve inançlarla hareket ediliyor. Analitik çözümleme, yerini katılaşmış inançların sürekli olarak onaylanmasına bırakmış durumda. Bu kutuplaşma içerisinde, herkes kendi önyargılarına, inançlarına ve kanaatlerine uygun olan her bilgiyi hemen doğru olarak kabul ediyor ve bunu sosyal medya aracılığıyla hemen bir kez daha dolaşıma sokuyor. Bunu gören türdeş filtre balonu yandaşlar da, bu dolaşımı her seferinde hem içerik hem de hız olarak biraz daha artırarak yerleşmiş kanıları daha da pekiştiriyorlar. Böyle bir ortamda eleştirel düşüncenin daha da az gelişkin olduğu görece düşük eğitimli kitleler, kendi kanaatlerini besleyen liderlerle çok doğrudan bir organik bağ ve bir bütünleşme inşa ediyor.

Türkiye ve dünyada safsataları en çok  muhalefet mi yoksa iktidar mı kullanıyor?

Safsatalar, tüm siyasetçiler tarafından kullanılır. Ancak duyguları kışkırtmaya yönelik siyaset izleyen popülist siyasetçiler safsata kullanım sıklığı istatistiklerinde liderliği kimselere bırakmaz. Rasyonel argümanlarla reddedilecek ya da geçersiz kılınacak eylemlerin meşrulaştırıcısı olarak dolaşıma sokulan safsatalar, yapıları gereği rasyonel akıl yürüten entelektüeller ile seçkinleri değil, düşük eğitimli ve siyasî tavrını akılcı düşünce yerine duygu ve coşkulara göre oluşturan geniş kitleleri ikna etmekte etkilidir. Günümüzün siyasetinde hem küresel çapta, hem Türkiye özelinde oy kullanan çoğunluk, postmodern dönemin ruhuna uygun bir şekilde rasyonellikten çok duygularıyla karar veren bir kitle olarak kendisini gösteriyor. Bu da safsatalarla yönlendirilebilen kitlelerin modernist dünyanın aksine siyasî seçimlerde seçkinlerden çok daha etkili olduğu yeni bir dünya modeli getiriyor. Dolayısıyla safsataları daha etkin kullanan partiler iktidar oluyorlar. Yani iktidar partileri muhalefete göre daha çok safsata kullanıyor demektense, daha çok safsataya başvuran partilerin iktidar oldukları bir evren döneminde yaşıyoruz diyebiliriz.

Türkiye ve dünyada en çok rastlanan safsata örnekleri neler? Türkiye’nin bu konuda farkları var mı?

Safsataları kitabımda geniş bir şekilde işledim. Ben safsataları temel olarak yedi üst birimde toplamayı tercih ettim. Bunlar: 1) İleri sürülen savdan başka bir savın çürütülmesi; 2) Savı değil rakibi hedef almak; 3) Yanlış kanıtlar kullanmak; 4) Sorumluluğun karşıya atılması; 5) Tribünlere oynamak; 6) Tanık göstermek; 7) Muğlaklaştırma. Bunlar neredeyse sayısız şekilde alt başlıklara ayrılabilirler. Kitabımda en çok kullanılan 48 siyasi safsatayı ele aldım.

Bir örnek vermek gerekirse, “Karşı Savı Nefret Uyandıran Bir Kategoriye Dahil Etmek” safsatasını ele alalım. Bu safsata, çürütülmek istenen savı, nefret uyandıran bir kategori içine sokarak bertaraf etmek ya da kuşkulu hale sokmak biçimindeki  hileli akıl yürütme yöntemidir. Savın, nefret edilen kategoriyle  benzerlik göstermesi ya da herhangi bir ilişkisinin bulunması önemli değildir. Önemli olan, Schopenhauer’in de söylediği üzere, ileri sürülen savın o kategoriyle gerçekten özdeş olduğunu ya da en azından onu kapsadığını ileri sürmektir. Bu kategorinin çoktandır tümüyle çürütülmüş ve doğruluk adına tutacak hiç bir tarafının olmadığı da bir kez daha anımsatılır. Çürütülen sav, herkesin zaten halihazırda nefret ettiği kategoridir. Çürütülmek istenen sava dokunulmaz, yalnızca nefret kategorisinin içerisine bırakılır. Ve böylece gözden düşürülmesi amaçlanır.

Bu kategoriye Türkiye siyasetinden örnek vermek için “Bunlar Ergenekoncudur” safsatasını kullanabiliriz.

Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde Türkiye’de ilginç olaylar olmuş ve bunların birisinde, daha sonradan kendisinin bir terör örgütü olduğu ortaya çıkan FETÖ tarafından, Ergenekon Terör Örgütü diye uydurma bir terör örgütü üretilmiş ve bu Ergenekon Terör Örgütü muazzam tehlikeli bir yapı olarak sunulmuştu. Ardından ülkede bir cadı avı başlamış ve muhalif kesimden pek çok kişi Ergenekoncu olmak sıfatıyla susturulmuş, itibarsızlaştırılmış, suçlanmış ve hapsedilmişti. Muhalif kesimin o dönemde, nefret edilen ancak aslında var olmayan bu yapıya dahil oldukları iddia edilerek, muhalif savlara herhangi bir karşı sav üretilmeksizin bu savlar hileli mantıkla çürütülmeye çalışılmıştı.

Bugünün kullanımında da, muhalif kişileri –bunlar bazen de FETÖ tehlikesine ilk dikkat çeken ve karşılığında “devletin içerisine cemaat sızmış diyenlere kargalar bile güler” yanıtını alan kişiler oluyor- FETÖ bohçasının içerisine bırakmak var. 

Yalan haber ve safsatayla mücadelede teyit.org ve doğrulukpayı.com gibi platformların yeri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yirmi birinci yüzyılla birlikte, yeni bir demokratik kurum olarak nitelendirilen bağımsız siyasî doğrulama (fact-checking) kurumları ortaya çıktı ve küresel çapta hızla yayıldı.

İlk kurulan doğrulama kurumları, 2000’lerin başında ABD’de görüldü. Amaçları ileri sürülen siyasî iddiaların doğruluklarını kamusal alanda değerlendirmekti. Geride kalan on yıl içerisinde, bağımsız doğrulama kurumları 50’den fazla ülkeye yayıldı. 2016 yılı itibariyle dünyadaki toplam bağımsız siyasi doğrulama kurumu sayısı 113’e erişti. Bunların yaklaşık yüzde 90’ı, 2010’dan sonra, 50’si ise son iki yıl içerisinde kuruldu

Türkiye’de de www.teyit.org ve www.dogrulukpayi.com gibi doğrulama siteleri bulunuyor. Bu doğrulama sitelerinin ortaya çıkması, dolaysız şekilde hakikatin önemsizleşmesi dönemiyle ve siyasetiyle ilintili. Hiçbir olgusal veriye dayanmayan, hileli akıl yürütmelerden ve bazen de tümüyle uydurmalardan oluşan yalan haberlerin yeni medya düzeninde internette ışık hızıyla yayılması ve okuyucuların önyargılarına uyduğu sürece hiçbir eleştirel süzgeçten geçirilmeden doğru olarak kabul edilmesi sonucu oluşan bilgi kirliliğine bir önlem ve tepki olarak doğdular. Tehlikenin büyüklüğü şu ki, bilgi kirliliği yalnızca kullanıcıların haz almak için yaptığı bir uydurma haberler silsilesiyle sınırlı kalmıyor.

Aksine siyasetçilerin, küresel şirketlerin, kanaat önderlerinin kendi çıkarları için kasıtlı olarak çıkarttıkları yalan haberleri de yayıyor. Yani bu bilgi kirlenmesinin siyasî, ekonomik ve sosyal olumsuz sonuçları oluşuyor. Üstelik bu olumsuz sonuçlar bazen ölümcül. Bu istenmeyen sonuçları engellemek için şimdilik biraz etkisiz gibi görünse de, doğrulama kurumlarına uzun vadede çok ihtiyacımız var.

Kısa süre önce Facebook’un ülkemizdeki günlük gazetelerde medya okuryazarlığına ilişkin ilanları yayımlandı. Bu ilanlarda yalan haberle mücadele yöntemleri anlatılıyordu. Bu tür girişimler sizce faydalı mı? Yorumunuz nedir?

Facebook yeni kurduğu bir onaylama mekanizması aracılığıyla, sahte haber öykülerine dikkat çekecek bir uygulama başlattı. Buna göre sahte ya da yanlış yönlendirme amaçlı haberlere karşı kullanıcılar uyarılacak. Facebook bu uygulamasında beş bağımsız doğrulama kurumuyla; ABC News, AP, Factcheck.org, PolitiFact ve Snopes ile işbirliği yapacak. Böylesi girişimleri önemsiyorum. Bugün geldiğimiz siyasi ortamdan, konuşmamızın başında da belirttiğim üzere facebook gibi sosyal medya uygulamaları da sorumlu. Şimdi sosyal medya platformlarının bu olumsuz etkilerini fark ederek söz konusu etkiyi ortadan kaldırmak için girişimlerde bulunmaları, en azından kendilerinin de teşhisi isabetli gerçekleştirdiklerini gösteriyor. Hangi girişimin ne getireceğini şimdiden kestiremeyiz fakat bir mücadelenin başlatılmış olması kesinlikle olumlu bir gelişme.

Yalan haberle mücadelede okurlara neler önerirsiniz?

Yalan haberler çoğunlukla eleştirel düşünce karşısında güçsüzdür. Dolaşıma giren haberleri birden çok kaynaktan doğrulamaya çalışma, haberin kaynağına inmeye çabalama ve en önemlisi de kitabımın temelini oluşturan rasyonel akıl yürütme tekniklerine hakim olma ve bu sayede hileli akıl yürütmeler olan safsatalar karşısında yanılmama özelliğini kazanma bu mücadelenin temel araçlarıdır. Eğitimli akıl ile eğitimsiz akıl arasında bir fark olmadığı, bir üniversite profesörü ile ilkokul mezunu bir vatandaş arasında siyasî akıl yürütme bağlamında mutlak bir eşitlik bulunduğu savları en büyük safsatalardır. Zihin hangi konuda geliştirilirse, o konuda gelişir. Entelektüellerin ve seçkinlerin dışlandığı siyasî modeller, siyaset üzerine geliştirilmemiş zihinlerin siyasî karar alıcılara dönüştüğü ortamlar yaratır. Günümüzün popüler söylemi olan seçkinlik karşıtlığının aksine, bu oldukça riskli ve tehlikeli bir seçimdir. Ehliyeti olan, yıllarca sürüş teknikleri üzerine çalışmış bir şoför ile hiç motorlu araç kullanmamış bir bireyin trafiğe çıkmasını eş görmekten farksızdır.