Skip to main content

Düne kadar bir kurumu güçlü yapan değerlerden birisi köklü olmasıydı. En basit dükkândan, en büyük holdinge kadar tüm işletmeler kuruluş yılının eskiliğiyle övünürdü, duvarlara nakşedilirdi kuruluş yılı. Şimdi algı tam tersine döndü yeni kurulmuş olmak, start-up dinamizmine sahip olmak çok büyük bir kıymet.


Profesör Michael Porter’ın Beş Güç Analizi yaklaşık 30 yıldır iş dünyasına yön veren yaklaşımlardan. Porter’ın şirketlerin stratejik hâkimiyetini belirlemek için kullandığı bu beş gücü şu şekilde özetleyebilirim:

1. Sektördeki rekabet
2. Sektörün yeni oyuncuların önüne çıkardığı engeller
3. Tedarikçilerin pazarlık gücü
4. Alıcıların pazarlık gücü
5. İkâme ürünler

Sektöre ve döneme bağlı olarak bu beş güçten kimisi daha fazla önem kazandı. Ve bu beş güçten öne hangisi çıktıysa, organizasyonlar içinde o gücü temsil eden fonksiyonlar stratejik hâkimiyetini artırdı. Fiyat ve maliyet rekabeti keskinleştiğinde CFO’lar, üretim ve tedarik zinciri stratejik hâkimiyetini artırdığında operasyon yöneticileri, yeni pazarlara girerken ya da yeni inovatif ürünleri pazara lanse ederken satış yöneticileri, rekabet limitli insan kaynağına odaklanınca CHRO’lar, marka ve algı rekabeti dönemlerinde CMO’lar kurum içinde stratejik önemlerini artırdı.
Günümüzün modern iş hayatında her fonksiyonun kurumlar için önemli olduğu konusunda iş dünyası hemfikir. Kurumlar operasyon, finans, satış, pazarlama, ar-ge gibi fonksiyonların tümünde dengeli, sağlıklı, ayakları yere basan bir strateji izlemeye çabalıyor. Peki, yakın gelecekte iş hayatını kökten değiştirmesi beklenen, bugünden izlerini görmeye başladığımız yapay zekâ ve teknoloji devrimi iş hayatını nasıl değiştirecek?

İlginçtir ki, bireyler dijital dönüşüm konularında kurumlara göre daha çevik. Kurumlar dijital dönüşüm departmanları kurup, en yüksek seviyede dijital yöneticiler görevlendiriyor ancak yine de bireylerin hıza yetişemiyor. Kişisel yaşantımızın ne kadarını akıllı telefonunuzdan idare edebildiğinizi düşünsenize? Bu derginin okurlarının günlük kişisel planlamasını, iletişimini, ödemelerini, yaşantısının planlama ve optimizasyonunun neredeyse tamamını akıllı telefonları ile yapabilmesi şaşırtıcı olmaz. Öte yandan kurumlar planlama, finans, operasyon, iletişim, pazarlama gibi faaliyetlerinin tamamını bu ölçüde dijitalleştirebilmekten henüz oldukça uzaklar. İş dünyasının fiziksel bir ofise, evraklara, geçmişten kalan bilgi işlem sistemlerine, eski iletişim biçimlerine olan bağımlılığı devam ediyor. Kişisel hayatında dijitalleşmeyi başarmış bireyler, kurumsal bir çatı altına girince teknolojiyi aynı etkinlikle kullanamıyor.

Yarına hazır olmak en büyük sorumluluğumuz olmalı
Kişisel hayatımızdaki tüm ihtiyaçlarımızı online alışverişle çözmek olasıyken, kurumların pek azı satış ya da satın alma operasyonlarını tümden dijitalleştirmiş durumda. Kurumsal satış yüzlerce yıldır pek az değişen ilişkisel, fiziksel ziyarete dayanan tekniklerle yapılıyor. Kullanıcılar kendi kişisel alışverişleri için hiç tanımadıkları bir online mağazaya güvenebilirken, bir satınalma departmanı çalışanı bunu kurumu için nadiren yapabiliyor. Kurumların bu çevikliğe kavuşması zaman alıyor.

Ancak yapay zekâ devrimi, kurumlara bu uzun zamanı tanımayabilir. İnsanlarla mülakat yapmakta uzmanlaşmış insan kaynakları yöneticileri bir anda kendilerini robotlarla mülakat yapmak zorunda bulabilirler. Müşteri ilişkilerinde güleryüzün önemine odaklanan bir servis ekibi, müşteri ilişkilerinin çoğunluğunun dijital kanallara aktarılmasıyla rekabet avantajını yitirebilir. Çevik ve girişkenliğiyle kazanmaya alışmış bir satış ekibi, kimi pazarlama fonksiyonlarının otomatize olmasıyla kendisini eskisi kadar hızlı bulmayabilir. Zemin hızla değişirken, biz iş insanlarına bu koşullar altında kurumların hangi özellikleri öne çıkacağını düşünmek kalıyor.

Küresel ekonomi, yeni kuşaklar ve iş dünyasını anlamlandırma biçimimiz başarı ölçütlerini radikal biçimde değiştirdi. Düne kadar bir kurumu güçlü yapan değerlerden birisi köklü olmasıydı. En basit dükkândan, en büyük holdinge kadar tüm işletmeler kuruluş yılının eskiliğiyle övünürdü, duvarlara nakşedilirdi kuruluş yılı. Şimdi algı tam tersine döndü yeni kurulmuş olmak, start-up dinamizmine sahip olmak çok büyük bir kıymet.

Finansal kârlılık eskinin iş dünyasında neredeyse tek başarı ölçütüydü. Şimdi sosyal sorumluluk, çevreye saygı, çalışanlarla olan ilişkiler ve dünyaya anlam katmak gibi değerleri içermeyen bir finansal başarı yetersiz görülüyor.
Rakiplerin üzerine kükreyen bir iletişim dili kullanılırdı iş hayatında, şimdi rakibine dahi sempatiyle, mizahla yaklaşabilen bir zekâ çağından geçiyoruz.

Tam da üzerinden geçmekte olduğumuz teknoloji köprüsünün karşı kıyısında da bu ölçüde yenilikler göreceğimiz aşikâr. Bu yenilikler karşısında iş dünyasının hangi değerlerin anlam kazanacağını düşünüp, bulmamız ve bunlara hazır olmamız gerekiyor. Kendimizi yarına hazırlamaktan daha büyük bir sorumluluğumuz yok.