1929 Büyük Ekonomik Buhranının basit bir sebebi vardı. Tarihte ilk kez piyasadaki mal arzı tüketici talebini geçmişti. “Elimizden geldiğince üretelim; nasıl olsa yetişemiyoruz” söylemi üretimi körüklemişti. Büyük beklentilerle şişen borsa bir anda çökmüş ve tüm ekonomiyi beraberinde yerle bir etmişti. Sürekli yeni talep yaratma konusunda deneyimsiz olan kapitalist ekonomi kendi kalesine gol atmıştı. O tarihten bugüne; sistem kendisini sürdürebilir kılmak ve tüketici talebini diri tutmak adına bir çok enstrüman geliştirdi. Evrimleşen pazarlama yöntemleri; yeni ürün ve servislerle her zaman cazip bir pazaryeri sağladı. Finansman modelleriyle tüketicinin satın alma gücünü yükseltmeye çalıştı. Başardı da. Taksit, kredi kartı, senet, tüketici kredisi ve mortgage sayesinde tüketici, elindeki nakitten fazlasını alabilir hale geldi.
Lakin insanlık şimdi yeni bir doyum noktasına ulaştı. Üretim teknolojileri, lojistik ağlar, markalar bütün ürün ve servisleri dünyanın her yerinde erişilebilir hale getirdiler. Ama bu sefer de insanlık fiilen doydu. Otomobilsizlikten otomobile, telefonsuz bir dünyadan telefonlu bir dünyaya geçerken duyduğu heyecanı 15 senedir her yıl telefonunu yenilerken duymaz oldu. Her yeni ürünün kattığı marjinal mutluluklar giderek azalmaya başladı. Daha fazla tüketerek daha mutlu olmadığını anlayan insanlar bu kez tersine yöneldi. Sahip olmama ekonomisi başladı. Ekonomik gücü olan, kentli kitleler tüketmeme istikametine ilerlemeye başladılar. Dünyanın en yaygın sorunu açlıkken; şimdilerde obezite daha büyük bir tehlikeye dönüşüyor. Yoksunluk acısı; en azından dünyanın üçte ikisini oluşturma yolunda kalabalıklaşan orta ve üst sınıf için; yerini doymuşluğun yavanlığına bırakıyor.
Kaynaklara sahip olmak değil; paylaşmak, verimli kullanmak daha kıymetli
Her türlü ürünün daha erişilebilir olması insanlığı daha zengin kılmadı. Her bilgiye ulaşarak daha bilgili olmadık. Herkesin kamera sahibi olması sinemayı; herkeste birkaç klavye olması edebiyatı sanıldığı gibi yukarıya taşımadı. Aksine; yavanlaşma ve vasatlaşma tehdidiyle yüzleşti insanlık. Başka bir dünyaya ulaşmanın hayaliyle göçler, keşifler, icatlar yapılırdı. Şimdi başka bir dünyada başka bir sanal karaktere bürünmek birkaç saniyelik iş. Ama devrimleri doğurmadı bu yeni evrenler.
Tarihi boyunca sahip olma savaşları yapan; mülk ve toprak edinmek uğruna kan döken insanlık; şimdi kapısına kadar gelen güler yüzlü satış temsilcilerini geri çevirme derdinde. En ünlü diyetisyenler; “şu ve şu yiyecekten mutlaka kaçının” diyor. Doğadaki milyonlarca yıllık evrim yiyecek için savaşmayı kodlamışken; modern dünya su an tam tersi istikamette.
Hangi bilgi kaynağına ulaştığın değil seni bilgili yapan; hangi manipülasyondan kaçınmayı başardığın. Kaynaklara sahip olmak değil; paylaşmak, verimli kullanmak daha kıymetli. Yalınlık, en büyük varlık. Pazarlamada en sade mesajı veren kazanıyor, iş dünyası artık multitaşking’i değil; monotasking’i önemsiyor. İnsanlar bir yandan dijitalleşirken, bir yandan da dijital dünyaya bile isteye mesafe koymaya çabalıyorlar. Kurumlar dijitalleşirken, bireyler dijitalleşme ve yalınlaşma arasında salınım yapıyor. Yarın ne olacağını kestirmek kolay değil ama şirketlerin ve teknolojinin hedefleri, gerçekler ve bireylerin hayalleri arasında ne kadar uyumlu bir bağlantı olursa; o kadar sağlıklı bir gelecek bizi bekleyecek. Güç ve kaynağımız olmasına rağmen doğaya hâkim olmaya çalışmazsak; muhtemelen doğaya karşı kendimizi güçlendireceğiz. Yaptıklarımız değil; bile isteye yapmadıklarımız geleceği belirleyecek.
Yorumlar