Dijital dünyayı kulağa en hoş gelecek biçimde şöyle ifade etmeye çalışıyorum: Ekran aracılığıyla gördüğümüz her içerik dijitaldir. Benim hatırladığım en eski ekran hesap makinesiydi. Bir ham veriyi (yani işlem yapmak istediğimiz sayıları) hesap makinesine giriyorduk, bize işleyip bir sonuç söylüyordu. O veriyi genelde başka bir dijital ortama aktarmıyor kağıt kalem aracılığıyla gerekli yere naklediyorduk.
O günlerden bugüne bilgisayar, telefon, tablet, sanal gerçeklik gözlüğü başta olmak üzere birçok çeşitli ekran aracılığıyla ulaştı içerik bize. İçeriğin kaynaktan tüketiciye ulaşma yolculuğundaki diğer önemli bileşen de iletim kanalıydı. Disketler, CD ve DVD’ler, harici bellekler, telefon hatları, sabit internet hatları, 2G-3G ve 4G mobil internet hatları, uydu bağlantısı gibi birçok değişik altyapı üzerinde ilettik içeriği.
Teknolojinin üç bacağı; cihazlar, bağlantı ve uygulama
İçeriğin üretildiği yazılımı ve sunulduğu platformu ise, bu ekranların ait olduğu cihazların ve iletim kanalının gelişmişlik düzeyi belirledi. İçeriğin masaüstü bilgisayarlarda işlendiği ve disketler aracılığıyla taşındığı günlerde sadece metin tabanlı işletim sistemleri ve uygulamalar yeterliydi. Sabit internet ve DVD’ler sayesinde megabaytlarca içeriği üretip paylaşabilir hale gelince görsel tabanlı uygulamalar doğdu. xDSL ve dijital kameralar sayesinde YouTube gibi video tabanlı uygulamalar, mobil internet sayesinde akıllı telefonlar hayata geçti. Dizüstü bilgisayarlar ve tabletler sosyal medya ile lokasyon bazlı uygulamaları doğurdu. 4G ve ötesi bağlantılarda ise gerçek zamanlı paylaşım platformları, oyunlar, video akışı sağlayan uygulamalar ve büyük ekranlı akıllı telefonlar kendisine yaşam alanı buldu. Kısacası cihazlar, bağlantı ve uygulama birbirini simetrik ölçüde geliştiren üç bacağı oldu teknolojinin.
Bir süredir ise teknolojide aklımızı yerinden alan uygulamalar ve cihazlar görmüyoruz. Sürekli bir devinim varsa da internet trafiği tekelleşmiş birkaç yapıya (Google-Facebook ve Amazon’a) ait platformlar üzerinden akıyor.
Yayıncılıkta yine güçlü platformların (YouTube, Netflix) bazı yeni adımlarını görsek de sosyal medyanın doğuşu gibi tamamen yepyeni bir dönüşüm henüz yok. Bir öncekinden biraz daha iyi cihazlar çıkıyor, çözünürlüğü, kamera kabiliyeti, işlemci gücü artıyor ama bir yanıyla eskisine benzeyen cihazlar bunlar. Ürün lansmanlarında eskisi gibi aklımız yerinden oynamıyor. Drone’lar, 3 boyutlu yazıcılar, sanal asistanlar, gözlükler, giyilebilir cihazlar etrafımızda ama 80’lerde kişisel bilgisayarın, 90’larda taşınabilir bilgisayarın, 2000’lerde akıllı telefonun yarattığı yaygınlığa ve devrimsel güce henüz erişemediler.
Teknoloji dünyası olarak doğum sancısı öncesi bir bekleme halini, fırtına öncesi sessizliği yaşıyoruz. Hep birlikte bir sonraki büyük sıçramayı bekliyoruz. Bu büyük sıçrama için de üçgenin bağlantı bacağının, bir sonraki yüksek hızlı bağlantının yani 5G’nin öncülük yapacağı öngörülüyor.
Sabit internet ve sonrasında gelen mobil internetin her bir nesli (2G-3G-4G) cihazlar, uygulamalar ve bunların sektörel-toplumsal etkileriyle devrimler yarattı. Mobil internet ile eğitim demokratikleşip yaygınlaştı, bilgiye herkes her yerden ulaşabilir hale geldi. Akıllı cihazlar sayesinde vücudumuzun anlık verilerini takip edip saklayabiliyoruz. Blok zinciriyle ödeme sistemleri, lokasyon temelli uygulamalarla ulaşım sektörü değişti. Müzik, sinema ve eğlence ile medya ve iletişim zaten sürekli bir değişim içindeydi. Akıllı telefonlar ile 4G dünyayı bu ölçüde değiştirmişti.
Bir sonraki yazılım, uygulama ne olacak?
Şimdi 5G ile gelecek devrimi bekliyoruz. 5G aracılığıyla iletilecek anlık devasa verileri işleyecek cihazlara, görüntüleyecek ekranlara ihtiyaç var. Daha yüksek çözünürlüklü kameralar, daha büyük ekranlar, daha gerçekçi görüntü kabiliyetine sahip cihazlardan ötesine geçeceğiz.
Bir sonraki cihaz, büyük olasılıkla bizi şaşırtacak bir teknoloji değil aksine gerçekliğin kendisi olacak. Veriyi iletme konusunda bariyerleri aşacağız ve vücudumuz cihazlaşacak. Kabiliyeti artıp, boyutu küçülen cihazlar sayesinde insan gözünü kamera, beynini bellek, duyularını sensör olarak kullanabileceğimiz biyoteknolojik bir evreye yaklaşacağız. Fotoğrafçı ve araştırmacı Dr. Roger Clark insan gözünün çözünürlüğünü 576 megapiksel olarak tanımlıyor. Yüzlerce megapiksellik bir kamera bulmak yerine gözümüzü, terabaytlarca saklama alanı olarak beynimizi, sensörler yerine dokunma duygumuzu, dijital arayüz olarak bedenimizi kullanacağız. Yeni bir cihaz uzaktan gelmeyecek, insan ile teknoloji birleşecek. Sonraki devrim uzaktan gelmeyecek aksine içimizden yeşerecek.
Ve gözünü geleceğe dikmiş herkes, akıl almaz hızlara ulaşmış veri iletimi çağında, vücudumuzla en doğal biçimde iletişim kuran hatta vücudumuzla bütünleşmiş cihazlar dünyasında şu soruyu soracağız: Masaüstünde Windows, dizüstünde YouTube, mobilde sosyal medya ile gelen devrimin yeni uygulamalarını, insan vücuduyla bütünleşik platformları geliştirmeye hazır mıyız? Hazırlanmaya başlamak gerekiyor.
Yorumlar