Skip to main content

Eski bilimkurgu filmlerindeki ışınlanma, görünmezlik, düşünce okuma gibi güçlerin aksine; yarına ait büyük güçler dünün normlarından ibaret. Ve en büyük süper güç değişen koşullara uyum sağlamaktan ötesi değil.

Süper
İnsanlık hep doğa üstü güçlere öykündü. Kuşlar gibi uçmaya, çok güçlü olmaya, örümcek gibi tırmanıp, yarasa gibi çevik hareket etmeye. Aksiyon filmlerindeki süper kahramanlar bu özellikleri taşıdıysa da; insanlık bu özelliklere sahip gelişmiş bir türe evrilmedi. Ama onun yerine bu özelliği taşıyan makineler üretti. Uçaklar, iş makineleri, dozerler, vinçler, robotlar tasarladı. Süper kahraman olamadık ama süper makineleri tek parmakla yönetebilen daha süper insanlar olduk. Fena değil gibi.

Görünmez olma, düşünce okuma ve ışınlanma; bilim kurgu filmlerinin vazgeçilmez temalarından oldu daima. Bu temaların altında yatan sebepler ise, aslında insanlık tarihinin bir yansıması. Görünmezlik; kimse fark etmeden bir iş yapabilme olsa olsa savaşların, kavgaların olduğu yıllardan kalan bir ihtiyaçtı. Doğru, görünmez birisi için kimseye görünmeden sınırlardan geçmek, kapılardan girmek mümkün. Ama çağımızın en büyük korkularından olan umursanmamayı bu hikayenin neresine koyacağız? Dijital dünyada çoğumuzun büyük korkularından değil mi; önemsediğimiz kişiler tarafından görünmemek, umursanmamak, sessize alınmak? Ya da şimdi görünmez olup hangi altın dolu mağaraya sıvışmak mümkün ki? Bedensel bir görünmezlik zaten gerçeğin ta kendisi. Hiç görmediğimiz sanal arkadaşlarımız var, son 20 yıl birbirini hiç görmeden aşık olan milyonlarca insanın hikayesiyle dolu. Ve o kadar da çekici değilmiş görünmezlik. Beyin okuma, dalga yoluyla düşünce aktarımı, sihirli bir küre aracılığıyla geçmişi, uzakları hatta geleceği görme gibi konular da ilgimizi çekti. Mucizevi bir güçtü. Görülmeyeni görmek, sırları okumak… Şimdi EEG dalgalarıyla düşünceleri okumak; geçmişe dair kayıtlara ulaşmak hatta paternleri gözlemleyerek geleceği görmek günümüzün normlarından. Bunun için falcılara gitmeye gerek kalmadı. Sosyal ağlar beynimizi okuyor zaten.

Işıltılı geleceği gösteren bilimkurguların devri bitti

Işınlanma, yani bir cismi ya da canlıyı, ışık hızında neredeyse anında dünyanın uzayın başka bir yerine taşımakla da çok ilgilendik. Telefon kabinini andıran cam bir odaya girip düğmeye basınca, kabinde her ne varsa gitmesi gereken yerdeki diğer odanın içine gidecekti. Yolculuk nasıldı bunu asla bilmedik. Oysa şimdi ışınlanmayı daha basit cihazlarla, üç boyutlu yazıcılarla gerçekleştirdik. Dünyanın herhangi bir yerindeki bir maddenin aynısını ağlar ve yazıcılar sayesinde başka bir yere kopyalamak mümkün. Canlıları ise, nesneler kadar kolay modelleyemediğimiz ve ruh/bilinç fenomenini henüz çözemediğimiz için ışınlayamıyoruz.

Şimdinin bilimkurgu filmlerinde ise, gelecek genelde teknoloji çöplüğü olarak gösteriliyor. Işıltılı, metalik geleceği gösteren bilimkurguların devri bitti. Ya mevcut teknolojilerin ikili üçlü kombinasyonlarıyla bizi eskiye göre daha az şaşırtan teknolojiler kurguluyoruz; ya da (kabul edelim ki) insanlığın kolektif hayal gücünün sonlarına yaklaştık. Ki bu da oldukça korkutucu bir distopya.

Uyarlama filmleri, cover şarkıları sevdiğimiz gibi geleceği anlatan filmleri de genelde çölde, hurdalıklarda, enkazların içinde çekiyor ve bunda oldukça mutlu oluyoruz. Ve geleceğin bilimkurgularındaki süper özellikler genelde insanın özünde var olan direnme, doğaya ayak uydurma ve doğayla mücadele edebilme yetenekleri oluyor. Yarına ait büyük güçler dünün normlarından ibaret. Ve en büyük süper güç değişen koşullara uyum sağlamaktan ötesi değil.