Her şey dijitalleşeli çok oldu. Yıllardır kağıt uçak bileti yok. Basılı bir banka hesap cüzdanına ihtiyaç duymuyoruz. Kağıt banknot kullanmazsan kullanmazsın. Mektup yok artık, müzik kaseti yok, özene bezene fotoğraf dizdiğimiz fotoğraf albümü yok. Eski tip gazete ortadan kalkacak mı kalkmayacak mı diye tartışırken, salt gazete değil gazetecilik dahi dijitalleşti. Tatil acentesi, taksi durağı, devlet dairesi, iş bulma kurumu eski biçimini yitirdi. Mağazalar dijitalleşti. Makinelerle, yapay zekalarla, dijital asistanlarla çalışmaya alıştık. Bu son 20 yılın gerçeği, normu oldu. Artık şaşırmıyoruz.
Halen binlerce yıllık temel güdülerimizi doyuruyoruz
2017’ye girerken “post-truth” (hakikat ötesi) kavramıyla başlamıştık. Öyle ya, hakikatin sınırına dayanmıştık. Gerçekten daha parlak ekranlar, beş duyuyu çoktan aşmış 17 boyutlu deneyimler, gerçek zamanlı çalışan sistemler, ışık hızıyla hatta düşünce hızıyla çalışan sistemler bizi gerçeğin adeta son noktasına taşımıştı. Hakikat ötesinde ne göreceğimize dair büyük heyecanlar taşımaktaydık. Ama benim deneyimim, canhıraş bir eforla zirveye çıkan dağcının yaşadığından farklı olmadı. Yeni bir zirve daha gördük dağın ardında. Hakikatin ötesinde yine hakikat vardı. Belli ki yolun bundan sonrasında yine kendimizi bulmaya çalışacağız.
Sosyal ağlarda bir müddet anonimliğin tadını dünyaca çıkarıp sonra özümüze dönmedik mi? Konserlerde en bağıra çağıra söylenen şarkı eski “cover”lar olmuyor mu? Dijital dünyanın en büyük kilometre taşları basit güdülerimize yön veren; sanki dostlarla bir masanın etrafında oturuyormuş gibi hissettiren Facebook, merak gideren Google, alışveriş açlığını dindiren Amazon, barındıran AirBnb, gezdiren Uber değil mi? İnsanlık dünyayı; ormanları, bitki örtüsünü, toprağın altını üstünü, hayvanları, kentleri, arabaları, işyerlerini çok değiştirdiyse de büyük olasılıkla en az değişen kendisi oldu. Halen binlerce yıllık temel güdülerimizi doyuruyoruz, araçlar değişti. Özümüz neredeyse aynı. Hakikatin sonrasında ne bulacaksak belli ki bu öze hitap etmeli.
Birkaç aydır, 2018 projelerim için Nesnelerin İnterneti’ne kafayı taktım. Kavramsal olarak değil ama fiziksel olarak. İstedim ki, günlük hayatımızı değiştirebilecek ölçüde yetenekli ne kadar akıllı cihaz varsa deneyeyim. Varsın bir akıllı telefon parası da bu uğurda harcayayım. Yıllardır söylediğimiz dünyayı çepeçevre saracak, internete bağlanıp yepyeni bir deneyim yaşatacak milyarlarca cihazdan gücüm yetenlere erişeyim. Ne olup bitiyor hepsini test edeyim istedim. Girmediğim alışveriş sitesi, araştırmadığım girişimci, gittiğin ülkede değişik ne görürsen al lütfen diye yalvarmadığım arkadaş kalmadı. Sonucunda, en basit akıllı telefonun beşte biri kadar dahi para harcamama gerek kalmadan piyasadaki “akıllı cihazların” çoğundan bir numune elde ettim. (Tamam sürücüsüz araba almaya yeltenmiş değilim.) Bir yapay zekalı asistan, bir tane dijital defter, akıllı priz, birkaç değişik sensör… Ya şaşırma yetimi kaybettim ya da nesnelerin interneti hayatımızı henüz hayatımızı ele geçirmiş değil. Birkaç temel güdüyü öğrettiğimiz akıllıca cihazlar var gündelik yaşamımızda o kadar.
Hakikatin ötesini yüksek kabiliyetli makinelere neyi öğreteceğimiz belirleyecek
Akıllı telefonları, uygulama mağazalarını taradım. Bu yılda ayaklarımızı yerden hangi uygulama kesmiş diye bulmak istedim. Yine aynı temel güdüler etrafında, basit oyunlar, mesajlaşma, bolca arşiv, video ve fotoğraf uygulaması. O kadar. Biraz rahatladım. Tamamen farklı bir türe dönüşmemişiz. Daha hızlı, daha verimli, daha renkli, daha eğlenceli olmaya çabalamışız, o kadar.
Makinelerin kabiliyeti hızla artıyor ama hakikatin ötesini yüksek kabiliyetli makinelere neyi öğreteceğimiz belirleyecek. Olasılıkla da onlara temel güdülerimizi öğretmek isteyecek ve bunu başaracağız. Sonraki hedefimiz de, zirvenin üstünde hep bir zirve gören dağcıdan farklı olmayacak. Dağlara daha kolay, hızlı ve risksiz tırmanmayı öğreneceğiz ama hala tırmanmak asıl olacak. Anlam ve hakikat arayışını sürdüreceğiz. Geleceği ne kadar makineleştiğimizden çok ne kadar insan kalabildiğimiz belirleyecek.
Yorumlar