İlk günden beri Gezi Parkı eylemlerinin yasal olup olmadığı, sivil bir direniş mi, yoksa sivil bir itaatsizlik mi olduğu konusunda çok tartışma yaşandı.
Anayasa’nın 26. maddesine göre herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahip. Yine Anayasa’nın 34. maddesine göre, herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahip.
Bu haklar sadece Anayasa ile teminat altına alınmış değil, aynı zamanda iç hukuktan daha üstün bir şekilde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de yer alıyor. Tabii, her hakkın kullanımının sınırları da var. Anayasa’da vatandaşa tanınmış olan her hak; “millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması” gibi sebeplerle sınırlanabiliyor. İşte, burada yapılacak sınırlamaların keyfî mi yoksa zorunlu mu olduğu hep tartışma konusu oldu. Nitekim, Gezi Parkı eylemlerinin daha ilk aşamasında keyfî bir müdahale olmasaydı, gelinen nokta farklı olacaktı.
Şiddet içermedikçe hemen hemen her eylem barışçıl eylem olarak nitelendirilebilir. Ancak eylemin çeşidi ve süresi, eylemi barışçıl olmaktan çıkarabilir. Örneğin, cadde kapatma eylemini belli bir süreden fazla sürdürmek, başkalarının seyahat özgürlüğünü olumsuz etkileyeceği için barışçıl olmaktan çıkabilir. Eylemin sona erdirilmesi polis tarafından istenebilir, bitirilmezse polisin orantılı ve ölçülü olarak müdahale hakkı oluşur.
Herhangi bir eylemin ne zaman kanuna uygun, ne zaman uygun olmadığını belirlemedeki kıstas, ne yazık ki yetkili kişinin eylemin bitirilmesi yönündeki kararı oluyor. Bir eylemin kanuna aykırı olduğunun ilanından itibaren, barışçıl ve şiddet içermeyen eylemlerin devam etmesi halinde artık “sivil itaatsizlik” denilen bir durum oluşuyor. Bir tanıma göre, sivil itaatsizlik, kamuya açık ve kanuna aykırı olarak gerçekleştirilen, başka kişilerin özgürlüklerine müdahale etmeyen barışçıl bir protesto eylemidir.
Gezi Parkı eylemleri sivil itaatsizliğe örnek
Gezi Parkı eylemlerini, sivil bir direniş, sivil bir itaatsizlik olarak görmek gerekir. Kanuna aykırı olsa bile, içinde şiddet ve başkasının hakkını ihlal unsuru olmadıkça eyleme katılan kişiler hiçbir şekilde suçlanamayacaklar.
Gezi Parkı eylemlerinin çok önemli bir kısmı da Twitter üzerinden gerçekleşti. Meydanlara gidemeyen veya gitse bile ilk fırsatta Twitter’ı kullanarak haberleşen eylemciler, eylemlerin geniş çapta yayılmasını ve desteğin çoğalmasını da sağlamış oldular. Sanatçıların ve toplumda bazı konularda önder kabul edilen kişilerin Twitter üzerinden destek vermeleri, etkiyi fazlasıyla büyüttü.
Ne zaman ki eylemler hız kesti ve yerini duran adamlara bıraktı,vali ve bakanlardan, ardı ardına Twitter mesajlarının inceleneceği ve gerekli soruşturmaların başlatılacağı sinyali geldi. Birçok kullanıcı apar topar twit silmeye ve hesaplarını kilitlemeye başladı.
Halbuki, Twitter ve diğer sosyal ağlar, vatandaşlara tanınmış fikir ve ifade özgürlüğünün, haber alma ve haber hakkını en etkin kullanıldığı araçlar olmuştu. Özellikle basının ve görsel medyanın yeterince aktif olamadığı ortamda Twitter fazlasıyla işlevseldi ve dijital aktivizmin neredeyse en iyi hali oldu. Tabii, her şeyde olduğu bu alanda da bilgi kirliliği ve bilgi manipülasyonu fazlasıyla yaşandı. Eylemciler ve twitleriyle destek verenler kendi kurallarını oluşturmakta gecikmediler ve kesin olmayan bilgiyi paylaşmadılar.
Twitter mesajlarından dolayı bazı illerde gözaltına alınanlar kamuoyunda oldukça tartışıldı. Delillerin nasıl elde edildiği bir yana, hangi tweet mesajından nasıl bir suç oluşacağı da merak konusu oldu. Diğer bir konu, Retweet edilen içerikten kimin sorumlu olduğu. Resmî makamlar ve bazı gazeteler RT etmenin dahi suç olabileceği yönünde ifadelerde bulununca kişilerde doğal olarak bir korku oluştu.
Türk hukukuna göre, içeriği kim oluşturmuşsa o içeriğin hukuki sorumlusu odur. 5651 sayılı yasanın 4. maddesi açık bir şekilde, başkasına ait içeriğe bağlantı sağlamanın suç olmadığını vurguluyor. Tek istisnası, sunuş biçimine göre suç oluşturan içeriğin benimsemiş olmasıdır. “Retweet etmek” veya “like etmek” diye tabir edilen içerik paylaşımlarında, o içeriğin benimsendiğine veya benimsenmediğine dair bir irade saptamak mümkün değildir. Bu durumda, hiç kimse konusu suç olsa bile, bir başkasına ait olan içeriği paylaştığı için sorumlu tutulamaz.
Yorumlar