Belki de bu sebepten, dijital gelecekle ilgili analizlerimiz de hep “varış noktası” ile ilgili oluyor.
Bu hassasiyetle ilk medeniyetin vardığı yerden, geriye dönük olarak uzun bir kuyruk olacağını hayal edin… Bu yolla, dünyadaki tüm medeniyetlerin, dijital dünyanın sunması planlanan refaha bir anda toptan ulaşamayacağını hemen kavrayabilirsiniz.
Bu kuyruk meselesine, bugünden bir örnek verelim:
The Wall Street Journal’ın 17 Temmuz tarihli haberine göre, Google‘ın hisseleri, beklentilerin üzerinde satış gelirine bağlı olarak bir günde, 65 milyar dolar artmış. Benzer zamanlarda, CNBC-e’nin haberine göre Türkiye’nin en değerli markası olan Akbank’ın toplam değeri ise sadece 2,2 milyar dolar.
Bayağı bir fark var!
Benim önerim, kuyruğun tam olarak nasıl bir şekil alacağını anlayabilmek adına kendi dönemsel şablonunuzu oluşturmanız (Benim şablonuma, Digital Age / Aralık 2014 sayısı, “Bugünün gelecekle imtihanı: Geleceğin kırılma noktaları” başlıklı yazımdan ulaşabilirsiniz).
Böyle bir şablonunuz yok ise son günlerin revaçta (herkes bu kavram ile ilgili bir şeyler yapmaya çalışıyor) “disruptive innovation” (yıkıcı inovasyon) kavramını “sonuç” değil, “sebep” olarak algılayabilirsiniz. Sebepleri kaçırırken, son zamanlarda artan “yapay zekâ” konulu Hollywood filmlerine odaklanıp sebep-sonuç ilişkisini karıştırabilirsiniz.
Nesnelerin internetine Jetgiller örneği
16 Temmuz’da Forbes’ın internet sitesinde IoT kavramı ile ilgili bir makalesi yayımlanan Gartner Danışmanlık şirketinden Jim Tully, 2020 yılına gelindiğinde 25 milyar internet üzerinden haberleşen cihazın hayatımızda yer alacağından bahsediyor. Tully’nin tespitlerine göre IoT, 2 trilyon dolarlık bir ticaret oluşturacak. Bu makalenin, giyilebilir teknoloji ürünlerinin lansmanlarının yapıldığı yıla denk gelmesi tesadüf değil.
Ya da Time dergisinde 6 Temmuz’da Tim Bajarin imzalı, Google ve Apple’ın yeni savaş alanının “Google Now” ve “Apple Siri” olacağının gerekçelerini anlatan makalesinin zamanlaması da manidar değil. Her iki şirket de, kullanıcılarından topladığı verilerle, yine kullanıcılarının hayatını kolaylaştıracak sonuçlar üretmeyi hedefliyor. Bu pazarın ne kadar büyüyeceğini görmek için âlim olmaya gerek yok.
Yalnız, bu makaleleri bugün okumamız, yaşadığımız topraklarda da, dijital dönüşüm için topyekûn bir seferberlik içinde olduğumuza işaret değil (Kuyruk meselesini unutmayın!).
Bir yayını okumanın ve seyretmenin, içeriğine sahip olacağımız demek olmadığını, IoT özelinde, geçmişten bir örnekle de anlatayım:
İlk iki sezonu siyah-beyaz yayımlanan, ilk bölümü 23 Eylül 1962 yılında seyirci ile buluşan, çocukluğumuzun çizgi film fabrikası William Hanna ve Joseph Barbera ikilisinin, ütopik ve fütürizm eseri Jetsons (nam-ı diğer Jetgiller) ailesinin yaşadıklarını anlatan çizgi film serisinden bahsediyorum.
George Jetgil’in işyeri ile Skype görüşmesi yaptığı, Jane Jetgil’in Google Now veya Apple Siri kullandığı; ailenin, şu anda gayrimenkul projelerinde bir ekstra olarak sunulan “akıllı ev”lerin temel bir prototipinde yaşadığı, son zamanlarda medyanın yoğun ilgi gösterdiği “yapay zekâ”ya sahip robot Rozie’nin bütün işleri yaptığı, mikro dalga teknolojisinin donmuş yiyecekleri zaman ayarlı bir şekilde pişirdiği ve akıllı kent sistemi tarafından yönetilen bir dünyada geçen “Jetgiller”’den bahsediyorum.
Çok çalışmamız gerek, çok… Çok üretmemiz gerek, çok…
Yorumlar