ABD’ de Trump’ın görevi devralmasının ertesi günü milyonlarca kişiyi sokaklara döken “Kadınlar Yürüyüşü” etkinliği aslında pek çok farklı görüşün savunulduğu bir protesto etkinliğiydi. Şaşırtıcı olansa, seçim sonuçlarının açıklandığı gece Hawaii’de hayal kırıklığına uğramış bir kadının uyumadan önce Facebook’ta bir yürüyüş etkinliği oluşturması ile başlaması idi. Uyandığında 10 bin kişinin ‘Katılıyorum’u işaretlediğini görmesi bireysel olarak çok şaşırtıcı olsa da toplumsal olarak yeni iletişim ve örgütlenme yöntemlerinin güncel örneği idi.
Aynı hafta sonu Türk medyasında palm yağı tartışılıyordu. Dost meclislerinde, “Sadece palm mı zehirliyor,” deyip diğer gıdalardan bahsetmekle kalmayıp, cep telefonları gibi teknolojik ürünlerin de kanserojen risk analizi yapılmaya başlandı. Zaten hızla yaygınlaşan bir teknolojinin sağlık- sız olduğuna dair haber çıkması artık popüler kültürün bir parçası(!). Fakat artık cihazların sadece teknik özelliklerinin fiziksel bedenimi-ze doğrudan etkilerini tartışmakla kalmıyoruz.
Teknoloji sadece riskli veya rahatsız edici değil, toksik olarak nitelenebiliyor, sosyal ağlarda geçirdiğimiz vaktin beyne veya düşünme yetisine, gerçek dünyada iletişim kurma becerilerimize zarar verdiğin iddia eden makaleler, araştırmalar görüyoruz. Instagram’da gösterişli paylaşımları gördükçe “kendi hayatından tatminsizlik”, Twitter’da karşıt görüşleri karalayan yorum tweet’leri okudukça “öfke duymak”, “gelecek kaygısına kapılmak” ve “toplumdan ayrı kalmış” gibi hissetmek gibi psikolojik toksik etkili örnekler çoğaltılabilir.
Teknolojiden arınmak iyi reçete mi, placebo mu?
Tüm bu olumsuzluklarla mücadele etmek yerine, bize bunları fark ettiren, adeta gözümüze sokan teknolojiye karşı tepki duyanlarımız çoğalıyor. “Bağımlılığı azaltacağım, bu yıl mutlaka bir kez teknoloji detoksu yapacağım” söylemini, 2017’de inziva tatillerine, telefon çekmeyen, WiFi’siz yerlere giderek kafa dinleme hayallerini şimdiden duyuyoruz. Her şeyi kapatmak bir reçete gibi düşünülüyor.
Yoğun bir kurumsal hayatın yanında yoga eğitmenliğini sürdüren, üstelik eskiden detoks ve sağlıklı yaşam sektöründe çalışmış biri olarak meseleye farklı açılardan ve empatiyle yaklaşabildiğimi düşünüyorum. Bilimdeki gelişmeleri anlamakta zorlanmaya başladığımız, üstelik de şahsî teknolojik cihazlara neredeyse bağımlı olduğumuz hissi toplu yaklaşımı da sürekli hızlanan bir dünyada bizi psikolojik olarak koruyamaz.
2000’lerde basılı medyanın ölüm yılı tahminleri yapılıyordu, fakat büyük ihtimalle bu yazıyı kâğıttan okuyorsunuz, öyle olmasa bile matbaadan geçen bir derginin sitesinden takip ediyorsunuz. Bunun nedeni de hala kâğıdın çok iyi bir okuma alternatifi olması, foto görselliğini çok uygun bir fiyat/kalite performansında sunması. Sonsuza kadar kâğıt kullanamayacak olsak da, yüz milyonlarca tablet, bilgisayar ve milyarlarca telefona rağmen hâlâ basılı mecra iletişimi devam ediyor. Bu da, “Yeni teknoloji şeytanidir, eskisi daha iyi olsa bile eskiyi öldürür” tezinin doğru olmadığına bir örnek.
Teknolojiyi “zehirleyen sistemler” olarak algılamak gerek kişisel, gerek toplumsal olarak o ekranlardan dünyaya bakıyor, ulaşıyoruz.
Bu gördüklerimiz karşısında bir şey yapıp yapmamak bir tercih ama bir şey yapmaya enerji bulamıyorsak haberdar ve dolayısıyla mutsuz olduk diye teknolojiyi suçlamak kolaya kaçmak olur… Hele uyumadan önce Facebook’ta açtığı sayfayla milyonları harekete geçiren ABD’li kadını düşünürsek!
Yorumlar