Elektronik ticaretin dünya devi Çin kökenli Alibaba.com’un piyasa değeri 231 milyar dolar, e-ticaret ekosisteminin en büyük oyuncusu Google’ın piyasa değeri ise 365 Milyar dolar. Türkiye’nin ülke olarak tüm sektörleriyle birlikte borsada işlem gören şirketlerinin toplam büyüklüğü ise 308 Milyar dolar. Suyundan mı, havasından mı bilemiyoruz, internetin eşit fırsatlar sunduğu bir dünyada Türkiye’nin neden büyük bir marka çıkaramadığı ise her zaman önümüzde bir soru işareti olarak duracak.
Türkiye’deki elektronik ticaret sektörü 2013 yılında ciro olarak 20 Milyar dolara ulaşmış durumda. Ancak, vergilerin yüksekliğinden, kalifiye eleman sıkıntısına, altyapının pahalılığından, haksız rekabet ortamına, hatta ödeme sistemlerindeki banka tekellerine kadar sektörün ciddi sıkıntıları var. Üstelik, internette ifade özgürlüğünün kullanımını kısıtlamaya yönelik düzenlemelerden, keyfi site kapatmalardan ve ekonomideki belirsizliklerden dolayı yabancı yatırımcının ilgisi azalmış. Tüm bunlara rağmen sektörün yine de büyüyebiliyor olması azıcık da olsa yüzümüzü güldürüyor.
Yeni kanunlaşan Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun, doğrusunu söylemek gerekirse, ne kamuoyunun ne de elektronik ticaret sektörünün heyecanla beklediği bir kanun olmadı. Normal şartlarda, herhangi bir hukuki düzenlemenin, bir ihtiyacı gidermesi veya bir sorunu çözmesi beklenir. Ancak, bu kanundan böyle bir hedef beklenmemeli.
Adıyla ilgisi olmayan bir kanun
Kanun her ne kadar Elektronik Ticaret adını taşıyorsa da bu kanunun adıyla bir ilgisi yok. Bu kanunun getirdiği tek fayda, istenmeyen elektronik iletileri, yani SPAM’i önlemeye yönelik bazı düzenlemeler oldu. Bunun dışında, endişelerin ana noktası; kavram kargaşası, kanunlar arasında çelişki ve uygulama zorluğundan başka bir şeyler değil. Kaldı ki, baz alınan AB direktifleri 2000 tarihli ve en son değişikliği 2009’da görmüş. 2014 yılında, yepyeni hizmetler, servisler, sosyal ağlar, mobil uygulamalar hayatımızın her alanına yerleşmiş, ancak biz 7 yıllık tasarıyı şimdi kanun haline getiriyoruz.
Türk Ticaret Kanunu’nun ve Borçlar Kanunu’nun genel hükümleriyle, Tüketici Kanunu’nun ise özel hükümleriyle zaten düzenlenmiş bulunan hususların bu kanun ile yeniden düzenlenmesi dahi oldukça anlamsız. Türkiye’de kişisel verileri düzenleyen bir temel kanunun olmaması zaten başlı başına bir handikap.
Kanunun getirdiği tek fayda, istenmeyen elektronik iletiler yani ‘spam’ konusunda yenilik getirmiş olması. Çok da başarılı olmayan bu düzenlemenin esas yeri Elektronik Haberleşme Kanunu olmalıydı. Dünyada istenmeyen elektronik iletiler için iki yöntem benimsenmekte. Opt-out denilen birinci yöntemde, elektronik ileti gönderebilmek serbest olmakla birlikte, bu iletileri istemeyenler basit ve ücretsiz bir yolla elektronik iletilerin kendisini rahatsız etmesini engelleyebilme olanağına sahip oluyor. Opt-in denilen ikinci yöntemde ise, özellikle rızası olmadıkça bir kez bile toplu elektronik ileti gönderilemiyor. İleti alıcısı, rıza gösterirse kendisine elektronik ileti gönderilebiliyor.
Kanunda, opt-in yöntemi yani önceden izin alma yöntemi düzenlenmiştir. Halbuki, diğer yöntem `opt-out`, ABD ve Uzak Doğu`da benimsenirken, önceden izin alma şartı getiren `opt-in` yöntemi ise genelde AB üyesi ülkelerde benimsenmiştir. Doğrudan ilgisi olmasa da, neden sadece ABD ve Uzakdoğu’dan dev markalar çıkabiliyor sorusunun cevabı belki de bu tür dar anlayışlarda yatıyor.
6 ay sonra yürürlüğe girecek bu kanuna bağlı çıkarılacak yönetmelikleri de merakla bekliyoruz. Bakalım elektronik ticaret sektörüne nasıl bir katkı sağlayacak?
Yorumlar