Skip to main content

Her şey akıllı, her şey yapay zekâ, her şey algoritma… Neler oluyor hayatımızda? Hani insanı odağına koyan, önde tutan yapılar kuracaktık? Her yerde, “Acaba robotlar mı geliyor,”konuşmaları. Ben bu konuşmalara ‘algoritmalar da beni tanıyacak mı’ diye cevap vermek istiyorum. Hadi beni tanımasa da George Clooney veya Kıvanç Tatlıtuğ’u tanıyacak mı? Bu ay bunu irdelemek istiyorum.

Beni tanıyan ve tutkulu bir algoritma istiyorum
Ekşisözlük
’e göre, “Eksiksiz olarak takip edildiğinde, önceden belirlenmiş bir işi sonlu zamanda gerçekleştiren sonlu sayıda komutlar topluluğuna algoritma” denir. Bu komutlar topluluğu belirli persona veya segment grupları için olabileceği gibi, yeterli zaman ve teknik kapasiteyle her bir kişiye özgü yapılabilir. Şu ana kadar “Her” filminde olduğu kadar kişiye özel bir algoritma görmedim ama bunun teknik olarak mümkün olduğunu hepimiz biliyoruz.

Peki, bu algoritma benim neyimi tanısın istiyorum? Bunu önce İngilizcesi ile ifade edip ardından açıklamaya çalışacağım: `Micro Pattern Recognition`ımı yapabilecek bir algoritma rica ediyorum. Yani, benim mikro anlarımı ve davranışlarımı anlayabilen, öğrenen ve onları hayatımda kolaylığa çevirebilen algoritmalar geleceğin yaşayan servisleri olacak. Yaşayan Servisler’i dergide yazalı tam 2,5 yıl olmuş ama bugün görüyoruz ki gerçek yaşayan servisler, benim `micro pattern`lerimi o kadar iyi öğrenmeli ki, benim onlardan her gün hatta her 15 dakikada bir yararlanabilmemi sağlamalı. Hemen aklımıza bunu yapabilecek tek platformun cep telefonumuz olduğu geliyor ama geçen gün duyduğum bir örnekten o kadar çok etkilendim ki, sizinle paylaşmadan edemeyeceğim. Aslında insanların günün önemli bir süresini aynaların önünde geçirdiğini biliyor muydunuz? Ayna çok önemli bir günlük hayat örneği ve günlük alışkanlık kalıplarımızın içinde önemli bir yeri var. Şimdi, önünde durduğumuzda bize sadece ne giyeceğimizi değil, günlük planlarımızla ilgili faydalı bilgiler verebilen bir ayna düşünün; o zaman bu ayna çok daha farklı bir önyüz, hatta servis olmaya soyunacak. “Deniz, bunu tuvaletlerde son 10 yıldır deniyorlar zaten” dediğinizi duyuyor gibiyim; benim söylemek istediğim kısım kullanıcılara reklam göstermekten daha farklı kullanıcı yüzeylerinin ortaya çıkacak olması.

Algoritmalara tutku vermek ama nasıl?

Bir diğer noktaysa, bu algoritmalara tutku verebilmek. Hemen yanlış anlamayın, konumuz da başka bir noktaya gitmesin ama bir işi yaparken başarılı olmanın en büyük parçası o işi ne kadar tutkuyla yaptığınızdan geçiyor. Mesela bana bir çim biçme makinesi verip 30 dakika boyunca bahçede çalışmamı isteseniz, büyük bir ihtimalle bunu tutkuyla ve mutlu bir şekilde yaparım. Eğer benden her gün 10 saat boyunca bunu isterseniz tutkuyla yapabilmem çok zor. İşte, algoritmaların en büyük özelliği; yorulmadan, aynı tutkuyla servisler üretebilecek olmaları. Bu tutkulu algoritmaların insanî iletişimi azaltmadan veya yok etmeden çalışması bir diğer büyük konu. Örneğin sürücüsüz arabanızın içinde arka koltukta seyahat ederken, sürücüsüz bir polis arabası tarafından “tutkulu” bir şekilde durdurulduğunuzda ne duymayı beklersiniz? Duyduğunuz, “Şey, affedersiniz beyefendi, arabam sizin arabanızı durdurdu ama inanın sebebini ben de şu an bilemiyorum” olursa bu yaşayan algoritmaların interaksiyon tasarımı noktasında insani seviyeye ulaşmasının önünde daha çok yol olduğunu gösterir.

Son olarak, bu ayın kapak konusuna ufakça dokunmadan kapatmak istemedim. Bu ülkede kadın olmak da, kadın doğmak da zor ama o kadar başarılı Türk kadınlarıyla çalışma fırsatı yakaladım ve yakalıyorum ki, onlarla aynı ekiplerde olmanın büyük bir ayrıcalık olduğuna inanıyorum. En büyük isteğim, önümüzdeki dönemde onlardan birinin dünyada büyük bir problemi çözecek o yaşayan algoritmalardan birini tasarlayanlardan olması.