Skip to main content

Sosyal medya konusunda dolaşan binlerce yayının hemen hemen tamamı kullanıcı istatistiklerini, nasıl takipçi ve beğeni sayısı artırılacağını veya nasıl içerik yaratılacağını anlatıyor. Bir başka deyişle; “nasıl yemek pişirilir” konusuna odaklanıyor. İyi de, “bu yemek nasıl yenmeli?

Bulunduğumuz herhangi bir ortamda davranışlarımıza ve sözlerimize dikkat ediyoruz. Ya gerçekten bulunmadığımız bir ortamda? Yani sanal olarak bulunduğumuz bir ortamda; sosyal medya platformlarında nasıl davranıyoruz? İster gerçek, ister sanal ortamda olsun; beğenildiğimizde beynimizin mutluluk hormonu diye bilinen “dopamin” salgıladığını biliyoruz. Peki, sosyal ortamda beğenilirken görgü kurallarına ne kadar uyuyoruz? Eskilerin “adab-ı muaşeret kuralları” diye isimlendirdikleri görgü kurallarını sosyal medyada umursamamızın nedeni beğenilme arzumuzun yanı sıra yaşadığımız tüketim çılgınlığı olmasın?

Ürettiklerime değil, tükettiklerime bak!
Eskiden babalarımız mesleklerine göre toplumda yer ediniyorlardı. Kimi öğretmendi, kimi asker, kimi esnaf, kimi de çiftçi. Ve meslekleri, toplumdaki itibarlarını sağlıyordu. Bir başka değişle; mesleklerine göre, yani “ürettiklerine göre” toplumda yer ve statü kazanıyorlardı. Günümüzde ise bizler ürettiklerimize göre değil, “tükettiklerimize göre” toplumda yer ve statü kazanıyoruz. Kullandığımız markalar, yani tüketimimiz, toplumdaki itibarımızı ve yerimizi belirliyor. O yüzden herkeste bir “marka çılgınlığı” söz konusu. Ve hatta insanlar sosyal ve profesyonel hayatlarında sadece kullandıkları markalarla yer almanın ve saygınlık kazanmanın ötesinde, kendileri de “marka” olma peşine düşüyorlar. Ve sosyal medya bugün bize bu imkânı sağlıyor.

Sosyal medya, ne kadar medya?
Her ne kadar adında “medya” geçse de, sosyal medyayı TV, gazete, dergi ve hatta internetteki online haber sitelerinden ayıran en önemli fark; kaynak belirsizliğinden dolayı oluşan “güven eksikliği”. Bir gazetede, dergide veya bir internet haber sitesinde yer alan haberi hazırlayan gazeteci ve onaylayan bir editoryal kadro bulunuyor. Dolayısıyla okuyucunun karşısında ona haberi sunan bir muhatap var. Bu da haberin güvenirliğini arttırıyor. Oysa sosyal medyada dolaşan paylaşımlar ve yorumlar genellikle kullanıcıların görüşlerini yansıtıyor. Kullanıcının kimseye karşı sorumluluk taşımaması ve istediğinde kimliğini gizleyebilmesi, saldırılara zemin hazırlıyor; haksız rekabet yaratabiliyor, trol hesaplarla kamuoyu yönlendirilebiliyor ve linç kampanyalarına dönüşebiliyor.

Öte yandan sosyal medyanın sunduğu insanlarla doğrudan iletişim kurabilme imkânı, tüketicilere en kısa yoldan ulaşmayı ve mesajlarını iletmeyi hedefleyen pazarlama iletişimi profesyonellerinin ağzını sulandırıyor. Sosyal medyanın çok kısa bir sürede markaların gözdesi olmasının altında yatan sebep, diğer mecralara göre çok düşük maliyetlerle büyük kitlelere ulaşabilme imkânı sunması ve kolayca uygulanabilir olduğu düşüncesi.

İki ucu keskin bıçak!
Sosyal medyadaki tanıtımlar, diğer geleneksel mecralarla karşılaştırıldığında daha düşük maliyetli olsa da, kolayca uygulanabilir olduğu tartışılır. Çünkü bir kuruluşun sosyal medyada yer alabilmesi için algılama, itibar ve kriz yönetimi bilgisine, kültürüne ve disiplinine sahip olması gerekiyor. Çünkü sosyal medya yönetimi, sadece birkaç basit tweet atmak veya Facebook mesajı oluşturmanın çok ötesinde, derin bir içerik ve iletişim yönetimi bilgisi gerektiriyor. Aksi takdirde kuruluşların başlattıkları sosyal medya çalışmaları büyük krizlerle son bulabiliyor. Dev şirketler, sosyal medyadaki hazırlıksız ve plansız çalışmalarından ötürü ciddi problemler yaşayabiliyorlar.

Bu yüzden iletişim profesyonelleri ve uzmanlar, sosyal medyayı iki ucu keskin bir bıçak gibi dikkatlice ellerinde tutuyorlar. Bilinçli bir şekilde kullanıldığında son derece etkili bir iletişim aracı olan sosyal medya, yerine göre acemilerin elini kesen bir silaha da dönüşebiliyor.

Günümüzde, şirketlerin yaşadıkları iletişim krizlerinin büyük bir kısmı, artık sosyal medya kaynaklı oluyor. Koskoca kurumsal şirketlerin veya ünlülerin sosyal medya kazalarını her gün duyuyoruz. Her konuda yapılan yorumlar tepki çekebiliyor. Oysa kimse onlardan her konuda görüş belirtilmesini beklemiyor. Kendilerine gelen bir eleştiriye “vole” ile karşılık vermek camı çerçeveyi indiriyor. Sosyal medyada yazmanın, suyun üzerine yazı yazmak gibi olduğunu sananlar, bir süre sonra dijital ayak izleriyle yüzleşince utanıyorlar. “Gerçek hayatta söyleyemeyeceğin bir şey diyeceksen, öfkeliysen ve içkiliysen, sosyal medyada yazma” kuralını bilmeyen anlı şanlı şirketler veya kişiler, yaptıkları bir sosyal medya gafından dolayı ciddi tepkiler alabiliyor, protestolarla karşılaşabiliyor.

Rotamızı değiştirmeliyiz!
Peki, ne yapacağız? Sosyal medya paylaşımlarında yapılan yanlışlıkları görmeden, farkına varmadan, başkalarına verilen zararları, yaşanılan acıları anlamadan ve ders çıkartmadan değişim olmuyor. Özgür iradeyi ve yaratıcılığı kısıtlamadan uygulanacak etik kurallar için ortak bakış açısı ve anlayış oluşturmak, yeni kuralları belirlemek ve toplumda genel kabul görmesini sağlamak için sabırla herkesin üzerine düşeni yapması gerekiyor.

Evet, değişim zaman alıyor. Gene de şirketin gücüne veya büyüklüğüne, şan ve şöhrete veya sosyal medyadaki gizliliğe güvenerek gelişimi ve değişimi reddederek inatla bildiğini okumak, faciaya tam yol ilerlemek anlamına geliyor.

Dev savaş gemisindeki gözcü, tam karşısında bir ışık görür görmez hemen kaptana bildirir. Kaptan karşısında gördüğü ışığa doğru ışıkla “derhal rotanızı değiştirin” mesajı gönderir. Karşıdan yanıt gelir: “Siz derhal rotanızı değiştirin”. Kaptan kızar ve bir mesaj daha yollar: “Ben bir amiralim ve bu geminin kaptanıyım. Çarpışma rotasındayız. Derhal rotanızı değiştirmenizi emrediyorum”. Yanıt gecikmez: “Ben üçüncü sınıf bir denizciyim ve derhal rotanızı değiştirmenizi tekrarlıyorum!” Kaptan öfkeden çıldırmak üzereyken bir mesaj daha gönderir: “Ben tam üzerine doğru gelen dev bir savaş gemisindeyim”. Gelen cevap kısadır: “Ben de deniz fenerindeyim!”

Feray Alpay, Promedia Halkla İlişkiler Kurucu Ortağı ve Genel Müdürü