Skip to main content

Ana bileşenlerinden biri sosyal medya olan ‘yeni medya’ üzerinden, bizlerin haberdar olmadığı bir oyun oynanmaktadır. Bu oyunun şu anki adı, dünyayı yönetmekte ve kontrol etmekte olan kapitalizmdir. Bu yönetimi daha sağlam bir şekilde gerçekleştirebilmek için dönemsel olarak oyunun içine yeni oyuncaklar sunan sistem, bugün gerçek ve sanal arasındaki köprü olan yeni medyayı ve onun dokunmatik oyuncaklarını devreye sokmuştur.

Kişinin karşılıklı iletişim kurmasından öte, aslında kendini ifade etme ve hatta toplumda yerini belirleme elemanı haline dönüşen yeni medya, iletişimin ana aracı haline gelmiştir. Bu bağlamda, dijital topluma geçiş sürecinde teknik ve teknoloji kavramları ışığında, bireyin biyolojik dünyası tekniyuma(1) dönüşmüş haldedir.

Kapitalizmin kaynağı olan bilgiyle birlikte dijital toplum da biçimlen(diril)mekte, homojen bir yapıya dönüşmektedir. Bu dönüşüm sürecinde ise teknik ve teknoloji olgusu araç olarak kullanılmaktadır. Ancak bu araç artık günümüzün bir amacı olan nesnenin özneye dönüşmesine de olanak sağlamaktadır. Özellikle günümüzün teknolojisi kendi gücünü artırmanın yanında, bireyin biçimlendiricisi ve imaj belirleyicisi haline de gelmiştir.

Tekniğin uzantısı teknoloji

Teknoloji kelimesi etimolojik olarak Yunanca ‘techner’ ve ‘logos’ kelimelerinin birleşimiyle oluşmuştur. ‘Techner’in karşılığı ‘yapmak’, ‘logos’un ise ‘bilmek’tir. Teknoloji, “bilginin, sanayideki işlemlerde sistematik olarak uygulamaya alınması” (2) anlamına gelir. Toplumsal olarak kabul görmüş ve anlam kazanmış bilgiler teknoloji olarak ifade edilmektedir. Kısaca teknik, Atabek’in belirttiği gibi, “bir şey elde etmenin bilgisidir”. Teknikten ortaya çıkan teknoloji ise bu bilginin toplumsallaşması, toplumsal anlam bulması, özetle bilginin sosyalleşmesidir.

Özellikle dijitalleşmeyle birlikte elektronik çağ yerini dijital çağa bırakmaktadır. Ancak dijital kavramı, bu çağı tam olarak kapsayamamaktadır. Elektronik ve dijital ortamlar yakınsama (bütünleşme) özelliğiyle birlikte bütünleşik bir yapı kazanmaktadır. Bu nedenle içinde bulunulan dönem bilişim çağı olarak ifade edilebilir.

Akışkanlık ve sosyal medyanın doğuşu

Bireyler arası paylaşılan iletilerin dijitale dönüşmesiyle birlikte, zaman ve mekan sıkışması yerini akışkan zaman ve sanal mekanlara bırakmıştır. Akışkanlık iletişim ve en önemlisi sosyalleşmenin anlam değiştirmesine sebep olurken, bu ihtiyaçların yeni araçlarla yani sosyal medya ile karşılanması gerekmiştir. Y kuşağının yüzde 83’ünün akıllı telefonlarıyla uyuduğu gerçeği, bu kültürün en güzel göstergelerindendir.

Sosyal medyanın en belirgin özelliği, içerik yönetiminin kullanıcıya da geçmesidir. “İçerik kraldır” söyleminden yola çıkarak artık web 1.0’ın pasif kullanıcısı,  günümüzün aktif içerik yöneticisi olmuştur. Web 2.0’la birlikte sosyal  medya; karşılıklı iletişim sürecinde okuyucunun içerik sağlayıcıya  dönüştüğü ya da içerik okuyucusunun da içerik sağlayıcısı olduğu  ortamdır.  İçerik sağlaycı olmak bireyin bilginin de üreticisi olmasına neden olmuştur. Birey; teknolojiyi fütursuzca kullanmadan kaynaklanan “teknoloji obeziteliği”, “gelişmeleri kaçırma korkusu” (fear of missing out), sanal ilişki bağımlılığı, internet dürtüleri, bilgi fazlalığı, bilgisayar bağımlılığı gibi sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır.

Büyük veriden akıllı veriye geçiş

Okuyucunun içerik sağlayıcısı olduğu ve kullanıcı davranışının izlenebildiği sosyal medya beraberinde büyük veriyi de getirmiştir. Büyük veri (big data) ise yerini zamanla akıllı veriye bırakmaktadır. Akıllı veriyle birlikte, ‘gerçek olan’ karbon ve kimyasalla ifade edilirken, ‘sanal olan’ ise silikon ve dijitalle açıklanmaktadır. Gerçek ve sanalın iç içe geçtiği ortamda yapay zeka araçları gün yüzüne çıkmaya başlamıştır. Robotlar, yakın bir tarihte her türlü görevi üstlenecek özellikleri kazanacaktır. Teknolojik araçlardaki sesli asistanlar, bunun ilk göstergelerindendir. Bu asistanlar içinde Türkçe desteği  bulunan Siri uygulamasıyla, yaşanan etkileşimli iletişim dikkat çekmeyi başarmıştır. Sorulan sorulara mantıklı yanıtlar vermeye çalışan Siri, aralarda şaşırıp “yoğun veri kümesi devrelerim ısındı” yanıtını verebilmektedir.

Dokunmatik toplum ve tüketim çılgınlığı

Dijital toplumların bir diğer özelliği de ‘dokunmatik’ oluşlarıdır. Dokunmatik toplum, ekonomi temelli yaklaşımların bir ürünüdür. Kapitalist sistem, üretim ve tüketim olgusunu teknoloji üzerinden yürütmektedir. Teknolojik yenilikler, üreten ve emekçinin kazandığını harcamasına olanak sağlamaktadır. Özellikle dokunmatik sistemle çalışan ürünler bu tüketim çılgınlığını beraberinde getirmektedir. İletişim pratiklerinin teknolojik bağımlılıklarıyla birlikte, medya (iletişim ortamı) bireylerin fiziksel bir parçası olmayı başarmıştır.

Geçmişten günümüze medyanın dijital temelli dinamikleriyle dönüşmesi ‘yeni medya’ olarak ifade edilmektedir. Tablet ve mobil cihazlar için üretilen dokunmatik sistemlerle birlikte kulanıcılar, yeni arayüzlere hızlıca adapte olmaktadır. Ancak bu arayüzler tamamiyle dokunma üzerine tasarlanmıştır. Bireyin ekranla kurduğu bu ilişkide, arayüzler kadar özellikle tasarlanan uygulamalar da önemli konumdadır.  Bu teknoloji için üretilen uygulamalar kullanıcılara yeni alternatif özellikler sunmaktadır.

Bizim dokunmatik hapishanemiz

Dokunmatik toplum, Foucault’un  ‘Hapishanenin Doğuşu’ çalışmasındaki yaklaşımla birebir benzeşmektedir. Bu yaklaşımda; hapishanede bulunan herkes kontrol edilmekte ve gözetlenmektedir. Ancak gözetleyen ve kontrol eden kesinlikle görülmemektedir. İşte bu görünmeme durumu, aynı şekilde dokunmatik toplumda da aynı şekilde gerçekleşmektedir. Kontrol mekanizması bulunmakta, her türlü veri ve kişi kontrol edilmekte, ancak kimse bu kontrol sistemini bilmemekte ve görmemektedir.

Teknolojik ve eleştirel yaklaşımlar bizlere doğru ve yanlışı göstermeye çalışmaktadır. Bize göre geniş çaplı, dünya gözüyle ufacık bir oyun oynanmaktadır. Bu genişlik içinde oynanan oyundan haberdar olunmamaktadır.  Bu oyunun şu anki adı kapitalizmdir. Kapitalizm, dünyayı yönetmekte ve kontrol etmektedir. Kısaca bu yönetimi daha akılcı ve daha sağlam bir şekilde gerçekleştirebilmek için dönemsel olarak oyunun içine birbirinden farklı ya da birbirine yakın yeni oyuncaklar sunulmaktadır. Gerçek ve sanal arasındaki köprü olan yeni medyada kullanılan dokunmatik sistem oyuncakları bu sistemi ayakta tutmaya çalışmaktadır. Bu vesileyle oynanan oyunda üretilen veriler yeni kültürü oluşturmakta ve bu kültür topluluğu ‘dokunmatik toplum’ olmaktadır.

Dokunmatik toplum olgusu gücüne güç katarak yoluna devam etmektedir. Günümüzde internet kullanımının indiği yaş, hızla artan akıllı telefon kullanıcı sayısı düşünüldüğünde geleceğin daha da teknoloji temelli bir ortamda gerçekleşeceği yadsınamaz bir gerçektir. Dolayısıyla bizleri gelecekte; görsel, dokunmatik ve kişisel temelli teknolojiler beklemektedir. Sonuçta, ya bu teknolojiye ayak uyduracağız ya da bu sistem içinde yok olacağız.

Medya ve güç ilişkisi

Medya; bireylerin düşüncelerini, hislerini ve hareketlerini bir biçimde şekillendirmekte ve etkilemektedir. Herbert Marcuse’un belirttiği gibi, her şey sadece bir oyundan oluşmaktadır. Aynı şekilde oyunu doğru kontrol edip medyaya içerik aktaranlar ise Herold Innis’in vurguladığı gibi imparatorluklarını sürdürebilmektedir. Bu bağlamda medya ve imparatorluk tam olarak birbiriyle ilişkili bir yapıda olmaktadır. Innis’e göre uygarlık tarihini yapan ve değiştiren iletişim teknolojisidir. İletişim teknolojisi, her ne kadar özgürlükçü bir yapıya sahip olduğu belirtilse de aslında sansürlü bir yapıyla işletilmektedir. İmparatorlukların iletişim teknolojileriyle türediğini ve bu araçları kontrol edenlerin ayrıca dünyaya hükmedebileceğini vurgulayan Innis’e göre, iletişim araçları ve teknoloji birbirinden kesinlikle ayrılamaz. 

Dijital dünya bir meta olarak pazarlanmaktadır. “Dijital, yaşamı gerçek olandan daha iyi yapar” (Digital makes life better than the real) söylemi bireyin içinde yaşadığı ortamı özetlemektedir. Dijital, topluma benimsetilmek istenmekte, kullanıcılar da dijitalin iyi taraflarını görerek kullanmakta ve bu nedenle dijitalin diğer yüzü görünememektedir. Benimseyip benimsememek bireye ait olmalısı gerekirken, bunun tersine “ya kullan ya da bu diyardan git” söylemi dayatılmaktadır. İnsan ve teknoloji arasında vazgeçilmez bir ilişki kurulmuştur. 2020 yılında beklentiler 8 milyar insanın karşısında 30 milyar akıllı şey ve 40 zetabayt boyutunda büyük veri olacağı yönündedir. Bu durum da teknoloji bağımlısı bir toplum olgusunu pekiştirecektir. 2020 yılında da dünyada yaşayan her bir insanın, ortalama yedi adet, internete bağlı cihaza sahip olacağı öngörülmektedir. Nesnelerin birbirleriyle olan iletişimi, beraberinde akıllı veriyi ortaya çıkaracaktır.

Bireyler tek makineyle kontrol altına alınacak

Kelly’nin de belirttiği gibi kesintisiz çalışan sadece tek bir makine vardır. Her şeyin bağlantılı olduğu makineyle birlikte duygularımız da akıllı verilerle güncellenecektir. Gelecekte akıllı, kişisel ve çevremizi hissedebilecek tek makineye hazırlıklı olmalıyız. Bilgi, ikna, karar ve onaylama süreciyle gerçekleşen yeniliklerin yayılması durumu sonrasında bireyler tek makineyle kontrol altına alınacaklardır. Kelly’ye göre insanlar makinelerin genişletilmiş duygularıdır. 2040 yılında makinenin (tek küresel makine) toplam işlem kapasitesi, bütün insanlığın işlem kapasitesini geçecektir. Bu noktada büyük veri olgusu yerini akıllı veriye bırakacaktır. Bireyler düşünen, karar veren makine ve uzantısı olan akıllı verilerle donatılacaktır.

Yazının başında değindiğim gibi; teknolojik iletilerle birlikte genişleyen insan tekniyuma dönüşmektedir. Kültür, teknolojiler bağlamında yenilenmektedir. Artık ideolojiler ve etkileşimli ortamlar; kontrol ediliyor ve bireylere dayatılıyor. Kısaca tekniyum ideolojiktir. Anlık, zamansız ve sanal mekanlarla birlikte bireyler için ortaya çıkan önemli sorun; iletişim teknolojisinin hızlı gelişimi değil, iletişime dair toplumsal ilişkilerin sermaye tarafından sömürgeleştirilmesidir. Foucault’un da belirttiği gibi tekniyumla birlikte bireyler; bilginin nesnesi olma yönünde hızlı adımlarla yol alacak ve bireyler için nesne-özne ilişkisi iç içe geçip sıradanlaşacaktır.

(1) Teknoloji yazarı Kevin Kelly’nin Türkçeye “tekniyum” olarak kazandırılan kavramı, teknoloji ve doğa/yaşam arasında bir analojiden doğmuştur. Tekniyum artık dünyamızda doğa gibi büyük bir güçtür. Teknolojinin canlı bir meta organizmaya dönüşmesi tekniyum olarak açıklanabilir.

(2)Ümit Atabek, 2001, s.10

Doç.Dr. Deniz YENGiN – İstanbul Aydın Üniversitesi, Yeni Medya ve İletişim Sistemleri Bölüm Başkanı