Skip to main content

Bugün Radikal gazetesinde Serdar Kuzuloğlu’nun  ‘Sosyal medya belası’ başlığında yazısı yayımlandı. Kuzuloğlu, Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçlar için başlayan ve günlerdir Türkiye’nin onlarca şehrinde insanları bir araya getiren olayları yazısına aktardı….

Bugün Radikal gazetesinde Serdar Kuzuloğlu’nun  ‘Sosyal medya belası’ başlığında yazısı yayımlandı. Kuzuloğlu, Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçlar için başlayan ve günlerdir Türkiye’nin onlarca şehrinde insanları bir araya getiren olayları yazısına aktardı.  
Twitter denen bir bela var. Yalanın, abartının daniskası burada. Sosyal medya denilen şey bana göre toplumun baş belası”. Bu cümleler Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 3 gün önce Habertürk televizyonunda Fatih Altaylı ile yaptığı söyleşiden küçük bir alıntı. Şimdilik bunu aklımızın bir kenarında tutarak tarihte bir yolculuk yapalım.
Joseph Estrada, 33 yıl boyunca 100’den fazla filmde rol almış, Filipinler’in en ünlü simalarından biriydi. 1998’de aday olduğu seçimde ezici bir oyla ülkesinin 13. cumhurbaşkanı oldu. Bu başarısında oyunculuğu boyunca kazandığı popülerliğinin rolü büyüktü (bu avantaj daha önce ABD’nin 40. başkanı Ronald Reagan döneminde test edilip onaylanmıştı). Ne var ki politikacılardan yana yüzü hiç gülmemiş Filipinler için Estrada da bir istisna değildi. 
Mesaj kısa, hedef net 
Adının karıştığı büyük bir yolsuzluğa dair deliller ortaya çıktığında takvimler 2001 yılını gösteriyordu. İstifası beklendiyse de etmedi. Senato oybirliğiyle yargılanmasına karşı çıktı. Tepkiler yükseliyor ancak Estrada aldırış etmiyordu. 
Bu umursamaz tavır o döneme dek görülmemiş bir halk hareketinin fitilini ateşledi. İnternet kullanım oranı o yıllarda yüzde 1’in bile altında olan Filipinler’de 11 milyonu aşkın dev bir cep telefonu abonesi vardı. Herkes ellerindeki telefona sarılarak rehberinde kayıtlı kişilere SMS yollamaya başladı: “EDSA’ya git. Siyah giyin”. 
Kim tarafından başlatıldığı halen bilinmeyen bu eylem sayesinde 5 günde 70 milyondan fazla mesaj yollandı. Böylece ülkenin 5 büyük şehrini birleştiren EDSA otoyolu sözleşilen günde 1 milyonu aşkın Filipinli göstericiyle doldu. 
Joseph Estrada’nın cumhurbaşkanlığı da bu şekilde son buldu. 
Yakın tarihte bu rolü sosyal medya üstlendi. Halk hareketlerinde nelere kadir olduğunu ilk olarak 2009 İran başkanlık seçimlerinde gördük. Yeşil Devrim olarak adlandırılan dönemde güvenlik güçlerinin halka uyguladığı şiddeti, yüzlerce tutuklama ve gözaltıyı, eylemlerin simgesi haline gelen 26 yaşındaki protestocu Nida Ağa Sultan’ın vurulduktan sonra faltaşı gibi açılan gözleriyle, kanlar içinde hayata veda edişini Facebook, Twitter ve bloglar sayesinde öğrendik. 
Gelelim bugüne; Türkiye’ye… 
Başbakan’ın çocuk sayısından yiyip içebileceklerimize kadar genişleyen dizayn etme tutkusu ulaşabildiği her yere sirayet etmek istiyor. Görünenle gerçeğin arasını 10 yıllık kararlı iktidarın gücünden beslenen sis tabakası dolduruyor. Ve halı artık altına bir şey süpürülemeyecek kadar kabarmış durumda. Uç veren her şeyin tıraşlandığı bu ortamda sosyal medyanın iktidarda migren ağrısı yapması da bu yüzden. 
Ağaçların dili 
Özetle Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçlar için başlayan ve günlerdir Türkiye’nin onlarca şehrinde, bir araya gelmesine ihtimal bile verilmeyen; neredeyse hayatında hiçbir eyleme katılmamış yüz binleri sokağa döken sebep budur. 
Türk siyasetinde emsali olmayan bu merkezsiz hareketin sinir sistemi (baş belası) sosyal medyadır. Geleneksel medyanın binlerce protestocuyu kapısında görene kadar yok saydığı eylemlerdeki organizasyon, haberleşme ve koordinasyon tamamen sosyal medya sayesinde gerçekleşmiş; gelişmeler, fotoğraflar, videolar oradan yansımıştır. 
Bu yüzden Gezi Parkı eylemleri dünyanın ilk gerçek sosyal medya hareketidir. 
Başbakan Erdoğan ise şer odağı bellediği bu ortamdan alabildiğine kopuk ve uzak. Bu yüzden bu benzersiz yapıyı hala yıllar öncesinin klişeleriyle algılayıp çözme peşinde. 
Hiç kimseden rıza almaya ihtiyaç duyulmayan bir kararın peşinde; yüz binlerin kendi polisi elinden düşman işgalinde bile rastlanmayacak bir zulüm görmesine göz yumup direnmek kolay olmamalı. 
Neyse ki sosyal medya diye bir şey var. 
Serdar Kuzuloğlu’nun yazısının tamamına şuradan ulaşabilirsiniz.